1. YAZARLAR

  2. Muhsin Önal Mengüşoğlu

  3. Taviz Mağduriyet midir?
Muhsin Önal Mengüşoğlu

Muhsin Önal Mengüşoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Taviz Mağduriyet midir?

10 Aralık 2013 Salı 09:22A+A-

İnternet gazetelerini karıştırmak gibi bir alışkanlığım yoktur. Genellikle yazılı medyayı tercih ederim. Heyhat yurtdışında bulunuyor olmam beni matbu olandan uzaklaştırdı ve sanal âleme mahkûm etti. Bu alanda da belirli adreslerim vardır. Ancak son günlerde yaşanan gerginlik ve hezeyanlar beni farklı haber sitelerini de ziyaret etme mecburiyetinde bıraktı. Geçenlerde bu sitelerin bir tanesinde dikkatimi celbeden bir köşe yazısına takıldı gözlerim. Yazıyı kaleme alan genç bir hanımefendiydi. İsim vermeyeceğim. Derdim o değil. Maksadım başka. Sayın bayan sözleriyle başbakana vuruyor adeta hırsızın hiç mi suçu yok dedirtiyordu. Mevzu 28 Şubat sürecinde yaşanan başörtüsü sorunuydu satırları kaleme alan hanımefendi mağdur olmuştu ve mağduriyetini dillendiriyordu. Nasıl bir mağduriyet alın, buyrun, okuyun: “Kimisi perukla, kimisi şapkayla, kimisi başını tamamen açmak zorunda kalarak girdi daha dün başörtülü girebildiği üniversitenin kapısından… Hüzün, vicdanı olana çok şey anlatır lakin vicdanı yoksa karşınızdakinin diyecek söz de bitmiştir… O yüzden, kapılardan bu vicdansızlıkla onun başını eğmeye çalışanlara inat başını dik tutarak, gizlemeye çalıştıkları gözyaşlarını içlerine akıtarak girdiler.

Mağduriyet Mağlubiyet Değildir

Burada bu satırları kaleme alırken köşe yazarımızın çektiği sıkıntıları yahut yaşadığı acıları küçümsemek, hafife almak niyetinde değilim. Bir başka değişle o dönemde başını açıp üniversiteye girenleri karalamak yoktur hedefimde. Ancak herhangi bir mücadele sergilemeden, hak gaspına sessiz kalmanın ve zulme rıza göstermenin mağduriyet kavramıyla değerlendirilmesini isabetsiz buluyorum. Bu olsa olsa mağlubiyettir. Hem de sonucu başlangıcından belli olan bir mağlubiyet. Zira mağduriyet taviz vererek oluşmaz. İnsan mücadele eder, terinin son damlasına kadar hakkını savunur kazanırsa ne ala ve kaybederse mağdur olur. Bu onurlu bir tutumdur ve kesinlikle yenilgi değildir. Hele bir de başörtüsü bağlamında değerlendirildiğinde bu durum daha fazla mana kazanmaktadır. Nitekim Allah’ın dilediği, o dönemde bir kısım Müslümanın gösterdiği tavırdan çok farklıdır. Aslında bu mağlubiyetin sorumlusu bizzat yenilgiyi tadanlar da değildir. Bu bedeli Rabbin yasalarını gözardı edip; onları hiçe sayarak bazı fetvalar uyduranlar ve içtihatlarda bulunanlar ödetmiştir. Böylesine bir tutum sergileyenler genç kızlarımıza sıtmayı gösterip onları ölüme razı etmişlerdir. Ağabey ve hocaların yanlış yönlendirilmeleriyle büyük bir vebalin altına girilmiştir. Daha da kötüsü çekilen sancılar hâlâ vicdanları kanatmaktadır. Sayın bayanın haykırışları da çektiği acıların ve yaşadığı çelişkilerin dışavurumudur. Bir başka husus da başını dik tutmakla alakalıdır. Davasını savunmayıp, eceline razı olanların dik bir duruş sergilemeleri ne kadar mümkün olacaktır? Bu ancak kendini kandırmaktır.

Adalet Evrenin Ruhudur

İdrak ettiğimiz zaman dilimi itibariyle yaşananların başka bir izahı daha vardır. Nitekim bugün mağduriyet edebiyatı yapanlar kuyruklarına basıldığında bağırmaya başlamışlardır. Başörtüsü günümüzün sorunu değildir. Hatta başta üniversiteler olmak üzere pek çok alanda bu mesele şöyle veya böyle tatlıya bağlanmıştır. Peki, her şey süt liman devam ederken birdenbire bu sıkıntıları gündeme taşımak nedendir? Çünkü birilerinin canı fena halde yanmıştır. Buna bağlı olarak da fütursuzca sağa sola saldırılmaktadır. Daha düne kadar iktidarın en yakınında bulunup ondan nemalanmaya çalışanlar şimdi onun en büyük düşmanı olmuşlardır.  Kısacası kantarın topuzu kaçmıştır. Tenkidin de bir ölçüsü olmalıdır. Ve eleştirirken kesinlikle adaletten sapılmamalıdır.

Perşembenin Gelişi Çarşambadan Bellidir

Öte yandan hâlihazırda gözyaşı akıtanlar geçmişte başkalarının acılarına sessiz kalmışlardır. Hâlbuki Müslüman doğru bildiğini her zemin ve ortamda haykırmalıdır. Aksi takdirde inandırıcılığını kaybedecek ve başı sıkıştığında yanında kimseyi bulamayacaktır. O, ne der, bu ne söyler diyerek; acaba fincancı katırlarını ürkütür müyüz korkusunu yaşayarak bir yere varılamaz. Sadece ‘ben’ demek ve başkalarını ‘öteki’leştirmek bir çeşit ego tatminidir. Ve meseleleri yalnızca çıkarları doğrultusunda değerlendirip, ümmetin derdiyle dertlenmeyenlerin sonu hazin olacaktır.

Başörtüsü Füruat Değil; Allah’ın Emridir

Bir başka husus da bahsi geçen kimselerin o dönemde mağduriyet yaşayanlara nasıl muamele ettikleridir. Arkadaşları sınıflardan atılırken onlar mevkilerini kaybetmeme endişesi taşımışlardır. Aslında bu normal bir tutumdur. Öyle ya başörtüsü onlar için füruattır. Köşe yazarımız makalesinde Sayın Başbakanın bu manadaki ifadelerine de kızmıştır. Kızmakta haklıdır ama seçtiği adres yanlıştır. Zira Başbakanın üzerine basa basa vurguladığı bu sözler maalesef zamanın birinde başka kimseler tarafından sarfedilmiştir.

Sonuç itibariyle geçmişte büyük acılar yaşanmıştır. Türkiyeli Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşayarak bugünlere ulaşmışlardır. İçinde bulunulan an itibariyle kavga etmek, kin duymak ve husumet beslemek bize yakışmamaktadır. Meseleleri doğru irdeleyerek sonuca ulaşılmalıdır. Fitne tohumları ekerek; nifak tohumları saçarak netice elde etmek mümkün değildir. Böylesine bir tavır gütmek topluma çok zaman kaybettirecek ve elde mevcut pek çok kazanımı da yok edecektir. Son bir söz de saygıdeğer hanımefendiye, kendisi yazısında şu ifadelere de yer vermiştir: “Yaşadığımız o yılların ardından şimdi eğitimini aldığım işi yapıyorum. Yurt dışına çıkma imkânım yoktu, okumasaydım evimde oturacaktım. Sadece ben değil, o yıllarda üniversitedeki tüm başörtülü kardeşlerimizin okullarını bıraktığını düşünün. Etrafımızda pırıl pırıl birer mühendis, doktor, öğretmen, gazeteci olarak dolaşan gençler olmayacaktı. Yıllar sonra üniversiteye dönme hakkı kazanmış 35’li- 40’lı yaşlarındaki başörtülülerin bugün haberlerini yapmakla avunacaktık gözyaşları içerisinde. Ve sonrasında da ‘okuyacaklar ama kamuda çalışma şansları kalmadı’ diye eklemek zorunda kalacak, pek çoğu itibariyle, artık bir işe yaramayan haklarının, kendilerine teslim edilmiş olmasıyla teselli bulacaktık.” Evet, sayın bayan sizin de dediğiniz gibi bugün pek çok hanımefendi sizin gibi şanslı (!) değil; bitiremedikleri fakültelerin kendilerine sunamadığı işlerde çalışmıyorlar. Ama onlar yine de mutlular. Eş ve anne oldular ve acılarının ecrini Allah’tan bekliyorlar.

YAZIYA YORUM KAT

10 Yorum