Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

Şizofreni

15 Ocak 2010 Cuma 12:33A+A-

Türkiye’nin “tek parti” rejimine doğru gittiği feryadına, AKP’nin seçmen iradesini iktidara tahvil etmeyi denemesi neden oluyor...

Seçimi kazanan siyasi partinin hükümet kurabildiği ama hiçbir zaman iktidar olamadığı bir ülkede, bu gizli kuralı değiştirme yönündeki adımların, gücünü bu kuraldan alan muktedir bürokrasinin huzurunu kaçırması normal.

Esasen, Türkiye’deki muktedir bürokrasi ve onun sivil-asker unsurları, 1920’lerden bir gıdım öteye gidememiş olan Kemalist tasavvurla uyumlu bir toplumun sadece hayallerinde var olduğunu kavrayalı çok oldu.

O tasavvura uymayan gerçek toplumun içinden çıkan temsilcilerin, rejimin vasilerinin emrinde birer “memur” olmayı reddedip “iktidar” konumuna gelmeye çalışarak, rejimi gerçek toplumun arzu ve ihtiyaçlarıyla uyumlu şekilde değiştirmeyi hedeflemesi de büsbütün yeni bir olgu değil aslında...

Yeni olan, toplumun bugün artık böyle bir hedefin arkasında daha kararlı biçimde durabilecek olgunluğa erişmiş; vesayete ihtiyaç olmadığını daha geniş kesimlerin fark etmiş olması.

Dolayısıyla, eskiden iktidar olmayı deneyenleri, kolaylıkla “karşıdevrimci” ve “Cumhuriyet düşmanı” ilan ederek, rejimi toplumun istediği yönde değiştirmeye dönük en çekingen arayışları bile darbeyle, muhtırayla, suikast girişimiyle zapturapt altına alan muktedirlerin işi bugün çok daha zor.

Feryadın tizliği biraz da bu zorluğun kavranmasından bence...

Peki ama söz konusu muktedir bürokrasinin organik bir parçası olmayan ya da olmadığını umduğumuz birtakım şahısların da bu feryada katılmasını, toplumun tepkisini çekince de, “demokrasiden başka bir şey istiyorsam namerdim” kabilinden cümlelerle savunmaya geçmelerini nasıl yorumlamalı?

“Sivil darbe, sivil vesayet, sivil faşizm, tek parti rejimi” ve benzeri kavramlar üzerinden yürütülen kampanyanın, dünkü Sabah’ta Haşmet Babaoğlu’nun yazdığı gibi “postmodern bir 27 Mayıs” özlemini ima ettiğini hakikaten fark etmiyor mu bu arkadaşlarımız?

Hem, eğer gerçekten de bugünkünden daha az değil, daha çok demokrasi peşindeyseler neden somut demokratikleşme taleplerini dillendirmek yerine, soyut diktatörlük hezeyanlarını anlatmak için nefes tüketiyorlar?

Neden, mesela, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle uyumunu sağlayacak reformların hızlandırılması, Kürt açılımının akim kalmaması, ordunun kışlasında oturup siyasetten elini çekmesi, devleti değil vatandaşı koruyan “sivil” bir Anayasa’nın hazırlanması konusunda kampanya yürütmek ve bütün partileri bu yönde zorlamak yerine, bu konularda eksik ve ürkek de olsa bir şeyler yapmaya niyetlenen yegâne siyasi partiden korkuyorlar?

Aksiyonlar değil aktörler üzerinden tartışmayı; ne yapıldığına değil kimin yaptığına göre pozisyon almayı kendilerine niçin reva görüyorlar?

AKP’yi, 301. maddeden Kürt meselesine, faili meçhullerin soruşturulmasından darbe girişimlerinin sorgulanmasına, Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesinden Dersim Katliamı’nın adının konmasına kadar son dönemde siyasi tartışma gündemimize giren bir dizi konuda, yeterince cesur, yeterince kararlı davranmadığı için eleştirseler ya...

Hayır, onlar hükümete karşı, bu somut konular bazında demokrat temelli bir muhalefete katılacaklarına, tam tersi cepheye savrulup “sivil darbe” kampanyasına katılarak AKP’ye “fazla ileri gittin, frene bas” telkinleri yapan muktedir bürokrasiyle düet yapmayı tercih ediyorlar.

“Tek parti” olma hevesiyle itham ettikleri AKP’yi “umacı” gibi göstermek için harcadıkları enerjiyi, diğer siyasi partileri “demokrat” bir çizgiye çekmek için harcayarak, AKP’nin “tek”liğinin sona ermesini de kolaylaştırmak nedense hiç akıllarına gelmiyor.

“Tek parti” fikri hoşuna gitmeyen bir demokratın, bugün CHP’yi, MHP’yi ve sivil toplumun bilumum aktörlerini yeni bir Anayasa için, Kürt meselesine barışçı çözüm için, gayrımüslimlerin eşitliği için, üniversitede başörtü hakkı için zorlaması gerekmez mi?

Sahi, “tek parti” kâbusu gören arkadaşlardan kaçı, Brezilya’da askerî rejimin 1964-1985 dönemindeki günahlarının sorgulanmasını isteyen sivil hükümetten değil, o hükümete “höt” demeye çalışan generallerden yana açıklama yapan Deniz Baykal’ı eleştirmek için nefes tüketiyor bugün?

Bu soruları ısrarla sormalıyız...

“Sivil vesayetten” yani seçmen iradesinin “iktidara” taşınmasından korkan ve korktuğunu da itiraf edenlerin durumu olsa olsa “demokrasi paranoyası” ile açıklanabilecekken, “demokrat” olduğunu söyleyenlerin de bu paranoyaya kapılması tehlikeli bir şizofreniye işaret ediyor çünkü...

Siyasetin akli dengesini korumak için, bu şizofreniyi sorgulamalıyız.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT