1. YAZARLAR

  2. Nazife Şişman

  3. Sınırsızlığın sınırlarında: İnsani yardım ve savaş stratejileri
Nazife Şişman

Nazife Şişman

Yazarın Tüm Yazıları >

Sınırsızlığın sınırlarında: İnsani yardım ve savaş stratejileri

12 Haziran 2010 Cumartesi 07:42A+A-

Yirmi birinci yüzyıl, sınırların akışkanlaştığı bir yüzyıl. Bu yüzden pek çok mesele sınır metaforu üzerinden tartışılıyor.

Ulus devletin sınırlarının aşınması, ekonominin küreselleşmesi, kültürlerin geçirgenliği, biyo-teknolojideki gelişmeler sonucu insanın sınırlarının tartışmaya açılması, iletişim teknolojisinin insanı nano saniyeler içinde dünyayı devri alem edebilecek düzeye ulaştırması... Geç modern dönemde felsefeden siyasete, gündelik hayattan sanata, iletişimden insani yardıma ve savaşa kadar pek çok konu dolayımından gündeme geliyor sınır.

Mesela iletişimin sınır tanımayışını; Gazze insani yardım filosunun muhatap olduğu kanlı saldırı anının görüntülenmesi örneğinde bariz bir şekilde gördük. Canlı yayında görüntüler tüm dünyanın gözleri önüne serilince, İsrail'in kurmaca görüntüleri önemini kaybetti. Yani çağdaş iletişim teknolojisi sınırların anlamını değiştiriyor.

Bir İngiliz iletişim firması "coğrafya tarih oldu" reklam sloganını kullanırken iletişimin sınır tanımazlığı üzerinden tanımlıyordu çağı. Gerçi iletişim sınır tanımıyor ama coğrafya hâlâ önemini koruyor. Gazze'de olmak, Irak'ta olmak coğrafi olarak bir yere ait olmanın ağır faturasını yaşamak demek. Amerika gibi, İsrail gibi hegemonik güçlerin hedefinde olmak demek. Bu nedenle iletişim coğrafyayı tarihe gömse de siyaset ve savaş hâlâ coğrafyaya bağlı.

"VİCDANIN SINIRLARI"

Oysa sivil toplum, sınırsız bir dünya imgesi üzerine kuruyor faaliyet alanını. Dünyanın neresinde olursa olsun yardıma muhtaç herkesin yanında olmayı hedefliyor. Ulusal, etnik, dinî sınırlar yok artık. Sivil toplum, ulusal sınırları coğrafi sınırları aşan bir etkinlik alanına sahip olacağının işaretlerini geçen yüzyıldan vermişti. Sınır Tanımayan Doktorlar, Yeryüzü Doktorları gibi örgütlenmeler, bu yardımın sağlık boyutundaki sınırsızlığı isimlerine de yansıtıyordu.

Yardımların ulusal sınırları aşması bazıları için çok anlaşılır değil. Mesela; Türkiye'de bu kadar yardıma muhtaç kişi varken Gazze'dekilerin öncelendiği iddiasıyla karşı çıkanlar var. Tabii ki uzaktakini sevmenin kolaycılığına sığınmamak bakımından haklı görülebilir bu karşı çıkış. Ama vicdanın hacmine sınır çizmenin mümkün olmadığı; vicdanın bütün mazlumlar ve muhtaçlar için sızlama kapasitesinin olduğu da unutulmamalı. Yani vicdana sınırlar çizilmemeli. İşte insani yardım gönüllüleri bu sınırsızlık üzerinden tanımlıyorlar faaliyet alanlarını.

Aslında bu tanımlama postmodern dönemin sınırların geçirgenliği ilkesiyle uyum halinde. Yukarıda bahsedilen ulusal sınırların aşılması, iletişimin sınır tanımazlığı gibi hususlar sivil toplumun bu faaliyetlerini gerçekleştirebilmesine zemin hazırlıyor. O yüzden mesela Özgür Gazze hareketine Avustralya'daki bir kasabadan bir ev hanımı maddi destek olabilirken; Norveçli ya da İrlandalı bir 68 kuşağı mensubu da bizzat gönüllüler arasında yer alabiliyor.

Yardım filosuna "Nuh'un gemisi" imajının eşlik etmesi de bütün insanlığın kader birliği içinde oluşuna atıfla yeryüzündeki sınırları yok sayan bir yaklaşımın göstergesi. Siyasetin soyut meta söylemleri karşısında somut bir şeyler yapma gereğinden hareket eden insani yardım girişimi, önümüzdeki yüzyılda siyasetin sınırlarını esnetmeye devam edecek gibi görünüyor.

Postmodern dönemin sınırları aşındıran yaklaşımından istifade edenler sadece yardım gönüllüleri değil. İsrail ordusu da sınırların aşındırılması yaklaşımına dayanan bir stratejiyi gözler önüne seriyor, Filistin kentlerindeki kuşatma ve operasyonlar esnasında.

İsrail'in Filistin topraklarının çevresine ördüğü duvarı uluslararası bir sergi ile eleştiren bir mimar olan insan hakları savunucusu Eyal Weizman "Duvardan Geçmek" adlı makalesinde, İsrail ordusunun çağdaş şehir ve mimari teorilerinin yanı sıra zaman ve mekâna dair postmodern teorileri de öğrendikleri bir eğitimden geçtiklerini söylüyor. Gilles Deleuze ve Felix Guattari gibi Fransız filozoflara, mimari teoride situasyonist (konumsal) akıma atıflarda bulunacak kadar çağdaş akademik yaklaşımlardan haberdardır bazı komutanlar.*

Peki, ne işe yarar bu akademik birikim? Mesela situasyonist ekolden nasıl istifade ederler? Bu teoriler ve akımlar kabaca özetlersek özel ile kamusal; iç ile dış; fayda ile işlev arasındaki farkı ortadan kaldırmayı hedefler. Peki, İsrail ordusu nasıl kullanır bu teoriyi? Kent mimarisini esnek ve sınırsız bir yapı olarak tahayyül edebilir bu teori sayesinde.

Savaş meydanlarda değil, kentin sokaklarında gerçekleştiği için ve her kapının ya da pencerenin arkası tuzaklı olabileceği için mekânı yeniden "yorumlar" İsrail ordusu. Bu nedenle de Weizman'ın "duvardan geçmek" ifadesini kavramlaştırmasına yol açan bir uygulama başlatır.

Nablus kuşatması sırasında (Nisan 2002) kumandan olan Aviv Kokhavi'nin sözleri iç/dış ayrımını ortadan kaldırmayı hedefleyen teorilerle nasıl da paralellik arz eder: "Sizin şu gördüğünüz oda sadece bir yorum. Ve yorumunuzun sınırlarını genişletmek elinizde." Karşıdakilerin mekânı geleneksel ve klasik bir tarzda tanımladığı bir ortamda "bir solucan gibi önündeki engeli yiyerek", duvarı delerek ya da tavanı patlatarak kendine yol açar böylece İsrail askerleri.

"Bu taktik sonucu Cenin'deki gibi bütün kent yapısının tahrip edilmesi söz konusu olmadı belki" diyor Weizman. "Ama bütün tahrip, evlerin içinde gerçekleşti. Savaş ve çatışmalar evlerin içinde vuku buldu. Bu, sivillerin savaşa muhatap olması açısından daha incitici."

Evlerin içinden geçmek, iç dış arasındaki ayrımı ortadan kaldırdığı gibi ev içi mekânları geçiş alanlarına dönüştürüyor. Çatışmalar zaten kötü inşa edilmiş mülteci evlerinin hâlâ televizyonu açık olan oturma odalarında, yatak odalarında, ocağın üzerinde yemek pişmekte olan mutfaklarda ve koridorlarda vuku buluyor.

Tarihteki kuşatma savaşlarında şehrin dış duvarlarında, burçlarında gedikler açılması kent-devletin egemenliğine son verildiğinin işareti sayılırdı. Çağdaş kentsel çatışma ise ev duvarında vücut bulan sınırlılıkları aşma yöntemlerine odaklanıyor.

Sadece duvarları yıkıp geçmekten ibaret değil bu sınırları aşan teknolojiler. Askerlere duvarın arkasında radarla termal görüntülemeyle tespit ettikleri canlıları öldürme eğitimi de veriliyor. Artık askerî fantezi büyük oranda gerçekleşmiş ve şeffaf bir manzara ortaya çıkmıştır. Sınırsız bir akışkanlığın hakim olduğu bir dünyadır "topyekûn sürekli savaş"ın hakim olduğu dünya.

Strateji komutanlarından Shimon Naveh'in şu sözleri İsrail ordusu için sınırların hiçbir şey ifade etmediğini açıkça ortaya koyuyor: "Politikacılar hangi hat üzerinde anlaşırlarsa sınırı oraya koysunlar. Benim için sorun değil... Bu sınırların içinden geçebildiğim sürece. İhtiyacımız olan şey orada bulunmak değil... Orada eylem içinde olmak... Çekilme hikâyenin sonu değil." Weizman'a göre işin ironik tarafı, post yapısal ve post kolonyal teorinin kolonyal bir devlet tarafından hegemonik bir gücün araçsal enstrümanı olarak kullanılıyor oluşu.

"YORUM" İNSANI ÖLDÜREBİLİR Mİ?

Kokhavi "uzam (mekân) sadece bir yorumdur" diye iddia ederken ve inşa edilmiş yapıların arasından ve içinden geçmenin duvar, kapı ve pencere gibi mimari unsurları yeniden yorumladığını iddia ederken ne demiş oluyor? Ya da Naveh içinden geçip gidebildiği sürece her tür sınıra razı olduğunu söylerken ne demiş oluyor? Aslında savaşın ve çatışmanın, mekânın yıkılması anlamına gelmediğini, daha ziyade onun yeniden organize edilmesi anlamına geldiğini vurgulayan çok kötü bir teorik yaklaşım kullanıyor her iki İsrailli komutan da.

Filistin halkı üzerindeki bütün baskı ve zulümlerini "önleyici saldırı" gibi kavramlarla yorumlayarak sunan İsrail, kuşattığı Filistin sokaklarında yaptıklarının ise sadece "mekânın yeniden yorumlanması" olduğunu iddia edebiliyor. "Eğer duvardan geçmek "mekânın yeniden yorumlanması" ise ve eğer mekânın doğası bu yoruma göre "izafi" bir özellik gösteriyorsa, bir "yeniden yorum" öldürebilir mi?" diye soruyor Weizman. Ölüm de bir yorum olabilir bu bakış açısından. İsrail'in yaptığı öldürme değil; "insansızlaştırma" olarak görülebilir. Zaten "topraksız bir halkın halksız bir toprağa" yerleşmesi değil miydi İsrail'in kuruluşunu başlatan?

Bütün askerî operasyonlarını bu izafilik ve sınırsızlık üzerinden dillendiren İsrail; yaptığı askerî operasyonlarla sadece fiziksel ve toplumsal bir tahrip yapmamakta; siyasi kategorileri de "kavramsal bir tahrib"e sürüklemektedir, Weizman'a göre. Bu kavramsal tahribin nelere mal olabileceğini son Mavi Marmara saldırısında gördük. Uluslararası suları "güvenlik tehdidi" altındaki sular olarak tanımlaması pek inandırıcı olmadı. Ama diplomatik dili, uluslararası hukuk dilini yeni kavramlar icat ederek değiştirmeyi deniyor İsrail.

SINIRLAR VE "AŞIRI YORUM"

Mesela "Filistin toprakları" derken, altı da üstü de Filistinlilere ait bir toprak olarak düşünmüyor Filistin devletini. Toprağın sadece yüzeyinin Filistinlilere ait olmasını yeterli görüyor. Havayı, yer altını kontrol ediyor, Filistin topraklarının 70 mil açığını kendisi için tehdit bölgesi olarak tanımlıyor. O yüzden diyor Weizman "İsrail-Filistin sorununu, iki boyutlu bir haritaya bakarak anlayamazsınız. Uzamsal boyutunu da düşünmelisiniz." Ve bunu "dikeyliğin politikası" olarak niteliyor. (Hürriyet Pazar; 14.3.2006)

Uluslararası insani yardım da İsrail ordusu da yeni yüzyılın sınırları aşındıran postmodern yaklaşımlarıyla paralel faaliyetler içinde. Biri merhamete ve vicdana çizilen sınırları ortadan kaldırırken siyasi ve askerî sınırları da aşındırmanın yollarını arıyor. Diğeri ise iç/dış, asker/sivil, ev/savaş alanı ayrımlarını ortadan kaldırarak Filistin devletini, İsrail devletinin güvenlik algılarına hapsediyor ve onu duvarlarının sürekli sökülüp yeniden yapıldığı süreğen bir geçiş durumuna maruz bırakıyor.

Bununla da kalmıyor; ev ve sokak arasındaki ayrım ortadan kalktığı için, Agamben'den ödünç alarak söyleyecek olursak, kentle evi birbirinden ayrılmaz kılan sürekli bir kamp hayatına mahkum ediyor Filistinlileri. Ve kampta yaşayanlar insan ya da vatandaş değil, her an feda edilebilecek biyolojik birer varlık olarak telakki edildiğinden böylece "insan onuru"nun sınırını da aşmış oluyor İsrail devleti.

Evet, yirmi birinci yüzyıl sınırların yıkıldığı, yerine yeni sınırların inşa edildiği bir yüzyıl. Aradaki fark şu: Bir tarafta insan onuruna sahip çıkmak üzere sınırları aşındıranlar var. Diğer tarafta ise insan onurunu yerle bir etmek üzere sınırları "aşırı yorum"a mahkûm edenler.

* Buradan itibaren yapılan yorumlar, İsrail ordusunun savaş stratejisini, mimarlık, kent tasarımı, mekânın yeniden yorumlanması gibi kavramlar üzerinden ele alan Eyal Weizman'ın makale ve röportajlarından yararlanılarak kaleme alınmıştır. ("Walking Through Walls", 01.2007; http://eipcp.net/transversal/0507/weizman/en)

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT