1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Sınırlar, düşmanlar
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Sınırlar, düşmanlar

18 Eylül 2009 Cuma 03:27A+A-

Başbakan Erdoğan, 'Suriye ile dosttan öte kardeşiz, ekmeğimiz, suyumuz aynı' sözleriyle başladığı konuşmasını bir bayram müjdesiyle bitirmiş; artık Türkiye ile Suriye arasında vize gerekmiyor. Diplomasinin dili, bir toplumun değerlerinin dili olduğunda başka bir gerçekle karşı karşıyayızdır artık.

Türkiye'de son elli yılda, mayınların, dikenli tellerin görünür kıldığı güvenlik politikaları yerini daha derin değerlerin koruyuculuğuna bırakıyor belli ki. Buna kim itiraz edebilir? Daha başlarken bu kararın mimarlarına 'şükran' demek en doğrusu.

Başbakan'ın müjdesinin bayram için olması pek manidar. Zira bayram günlerinde sınır kapılarına biriken akrabaların görüntüleri hâlâ taze. Televizyonların vazgeçilmez malzemesi olan bu kavuşamama halinin mağdurları dosttan öte kardeşti.

Yüzyıl başında aramıza çizilen ve ellili yıllardan itibaren bir duvara dönüşen sınır kapısında beklemenin anlamsızlığı üzerine düşünmek için akraba olmak gerekmiyor.

Karayolu ile Suriye'ye geçişlerimden hatırladığım bürokrasinin anlamsızlığını, sadece kendi kişisel ilgimle açıklayamam. Dünyanın pek çok yerinde, pek çok sınır geçiş noktasında bekletilmiş, sorgulanmış olabilirsiniz ama Halep'le Antep, Hatay arasında bekletilmekte insana fazlasıyla anlamsız gelen bir durum vardı hep. Tuhaf bulduğum bu durumun cevabını kendi adıma çok düşündüm. Üstelik bu anlamsızlık sadece Türkiye'den karşıya geçişte değil, Suriye'den giriş yaparken de hissedilen bir sıkıntıydı. Zeytin ağaçlarının, toprağın, hayatın bir devamlılık gösterdiği yerde önünüze dikilen kapılarda bildiğimiz hayata uymayan bir yan vardı. Her geçişten sonra sınırın iki yakasında 80 yılda değişenleri, son elli yılda derinleşenleri düşünürdüm. Gördüğüm, bu bölünmenin her iki taraf için de büyük kayıp anlamına geldiğiydi.

Halep'ten arabayla gece yarısı Antep'e geldiğim bir geceyi hatırlıyorum. Afrin'i geçince başlayan Kilis toprağı bana bir soğuma içindeymiş gibi görünmüştü. Sanki içinden hayat çekilmiş ve bir zamanlar sahip olduğu hayatı güneye akıtmıştı. Sahiden çoraktı. Ve bu his sadece çocukluktan hatırladığım güzel kumaşların, sırmaların, ipeklerin şehri Halep efsanesinden de kaynaklanmıyordu. Sanki Türkiye, içinden yüzyıl başında gönderdiği Ermenilerle toplumsal dokusunu kendisinin aleyhine bozmuştu. Halep'te coşkulu bir hayat kuran, mutfağını, kültürünü yaşatan Ermenilerle tanıştığımda; 'nasıl oldu da kendimizden bu canlılığın eksilmesine müsaade ettik' diye sormuştum.

Hiç savaş görmemiş Halep'in kadim dekorunda, kendi mahallelerini yaratmış Arapların, Ermenilerin, koruduğu kültür zenginliğini görmek gerekiyor. Şehrin merkezindeki Ermeni mahallesindeki Der Zamarion otelin avlusunda içilecek bir hel'li kahvenin yahut bir lokantadan tadılacak kirazlı kebabın keyfine varmak bütün bu sözlerin ne anlama geldiğini daha çok anlatırdı.

Sınırın bizden aldıklarının hesabı derin. Bu hesap ancak Başbakan'ın sözlerine yansıyan yeni diplomasi dili, anlayışıyla kapanır.

Türkiye iç düşmanlarını tanımlarken, dış düşmanlarıyla da hep bir bağlantı kurdu. Gayrimüslimleri tanımlarken Yunanlılara atıfta bulundu, Kürtleri tanımlarken Kuzey Irak'a, Ermeni ve Arap meselesinde Suriye öne çıktı. Yine Ermeni meselesinde Ermenistan benzer bir konumda tutuldu. Özellikle ulusalcı çizginin belirleyici olduğu dönemlerde İran öcü olarak yansıtıldı. O dönemde Türkiye'nin gösterdiği refleksin benzerini komşuları da gösterdi.

Şimdi bütün bu olumsuz dış siyaset yerini barışçı politikalara bırakıyor. Dış siyasette yapılan değişiklikler, iç siyasette etkisini kaçınılmaz olarak gösterecektir. Karşılıklı algıları belirleyecek olan bu değişimin 'milli güvenlik siyaseti'ni de dönüştürmesi kaçınılmaz. Dağdakiler inecek mi, silahlar susacak mı, Suriyeli PKK'lılar ne olacak tartışmalarını sürdüreduralım. Bütün bunlar konuşulurken bir pratik manevrayla sınırı açmak olabilecek en müjdeli haberdi.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT