1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Seçimlerin müzakere zemini olarak medya
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Seçimlerin müzakere zemini olarak medya

04 Mart 2009 Çarşamba 03:24A+A-

Yerel seçimler yaklaşıyor. 29 Mart seçim günü. Belediye başkanları, meclis üyeleri yenilenecek. Başkan adayları, minibüslerin üzerine yapıştırılmış afişlerde, en şık giyimli elbiseleri, en içten gülümsemeleriyle bize bakıyorlar. Sloganlar havada uçuşuyor.

Her gün gazetelerde televizyonlarda onların neler yapacaklarını okuyoruz, dinliyoruz. Sürekli projelerden bahsediliyor. Turizmde cazibe merkezi olma, yeni yatırımları çekme, hızlı ulaşım, altyapı yatırımları vs. Bunlar kendi yapacakları. Siyasetin dili de kutsalın dili gibi iyinin ve kötünün ne olduğu üzerine şekilleniyor. O yüzden bir diğer söylem alanını ise rakiplerin beceriksizlikleri oluşturuyor. Hatta beceriksizlik en hafif eleştiri unsuru... Yolsuzluk, usulsüzlük, kayırmacılık vs. bunlar daha yaygın bir şekilde dile getiriliyor. Seçim zemini çok önemli bir demokratik işlevi ifa ediyor. Herkes eteğindeki taşı döküyor, kendi söylemini ortaya koyuyor ve vatandaşın kararı için bunları bir veri olarak sunuyor. Sözler, eylemler kendi başlarına bir anlama sahipler, ancak vatandaşın onları nasıl okuduğu sonuç bakımından daha önemli.

Seçmenin karar verme süreci garip bir ilişkiler yumağından doğuyor. Öncelikle bildik alışkanlıklar var; öteden beri oy verilen parti, onun genel başkanı hakkındaki yerleşik kanaat, partinin genel imajıyla tam bir özdeşleşme vs. Kimi seçmen ise sürekli bir güncelleme ile siyaseti takip ediyor. Daha seyyar oluyorlar. Nitekim her seçimde parti değiştiren insanlar vardır. Bir jest, bir söz, bir eylem bu kişilerin siyasi tutumlarını derinden etkiler. Hangi siyasi veri, kimin, ne tür bir grubun, kesimin, inancın, aklın üzerinde nasıl bir etki yapar, sorusunun cevabı zor. Bunlar tek başlarına değil, içine yerleştikleri bağlamda benzer nitelikteki diğer verilerle birlikte anlam kazanırlar. Mesela seçmen, kendi genel başkanını diğer genel başkanlarla sürekli bir kıyaslama içinde olur. Partisine ait diğer temsilciler için de öyle. Veriler bileşik kapların ilişkisi gibi, birbirlerine atıfla anlam kazanıyorlar. Kimlik tartışmalarından biliyoruz ki, bir kimlikten bahsedebilmek için diğer kimliklere ihtiyaç vardır. Z. Baumann, toplumların yabancıya karşı mesafeli davrandıklarını söyler ama ona göre, aynı zamanda kendilerini anlamak için yabancıya ihtiyaçları vardır. O yüzden der Baumann, eğer yabancı olmasaydı toplumlar onu icat ederdi. Nitekim dışarıya karşı homojen topluluklar bile mahremiyetlerinde kendi göreceli yabancılarını oluşturmuyorlar mı? "Dostunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." cümlesini siyasette "hasmını söyle" diye çevirmek de mümkün. Yükselen bir "öteki" edebiyatı vardı ya, hemen belirtelim ki "öteki" herkese lazım.

Belediye başkanlığı seçimlerinde ölçek büyüdükçe parti bağları, küçüldükçe ise adayın kimliği öne çıkıyor. Demek ki yüz yüze ilişkilerden elde edilen birincil bilgiler siyasi karar için kolektif kimliklerin üstüne çıkabiliyor. Yerel ve genel seçimler arasında partilerin aldıkları oyların farklı oluşu adayların bu niteliğinden kaynaklanıyor. Elbette aday bütünüyle belirleyici değil, ama kişisel kimliğinin oy vermede bir karşılığı var. Ancak dünya ile ilişkilerimizi bütünüyle birincil bilgilere indirgeyemiyoruz. O zaman "hayali" kimlikler, dayanışma grupları, ortaklıklar bu bilgi türünün yerine geçiyor.

İşte kitle iletişim araçlarının, radyonun, televizyonun, gazetenin önemi de burada. Hayali ilişkiler alanını inşa ediyor bu araçlar. Tabii alan hayali olunca çeşitli biçimlerde kompoze edilmeye de müsait oluyor. Medyanın etkisi üzerine bunca tartışmanın arkasında biraz da bu var. Deniliyor ki, bu alanda sermaye kiminse yayın, onun tercihleri, yaklaşımları esasında yapılıyor. Zaten medyanın kendisi de "ideal" anlatım ne olursa olsun, tam da bu taraf olma işinin bir aracı. Bu görüşler kısmen haklı. Eleştirel ekollerden daha çok ekonomi-politikçilerin yaklaşımı bu. Yanlış değil, ama acaba tüm yayınlar böyle açıklanabilir mi? Elbette tarafsızlık bir mit. Ama tarafgirliği de abartmamak lazım. Yayın, aralarda bir yerde yapılmazsa, kendisini meşrulaştıracak bir dikkat, itina, tarafsızlık duygusu uyandıracak bir yaklaşım tarzı sergilenmezse başarılı olamaz. Şöyle bir paradoks çıkıyor ortaya: Başarılı bir tarafgirlik için yayını meşrulaştıracak ölçüde olsun tarafsızlık gerekir. Dolayısıyla medya yayınlarında ideolojik tutum, taraf olma kaçınılmazdır ama bu körlemesine olduğunda fayda değil zarar getirir. Öte yandan profesyonellerin anlam dünyasında karşılığı olan bir de meslek etiği var. Etik üzerine edilen bunca söz, onun bir karşılığı olduğunu söyler bize. Elbette etik dediğimiz duruşun muhkem olabilmesi ilgili çevrelerin kurumlaşmasıyla alakalı. Köklü bir geleneğiniz, kamusal bir itibarınız söz konusuysa, kısa dönemli çıkarlar yerine daha nesnel ve etik bir yaklaşımın takdimi uzun dönemli çıkarları destekler. İtibarın zor kazanılan ama kolay harcanabilen bir nitelik oluşu etik üzerindeki hassasiyeti artırır. İşin bir de başka bir yönü var. Egemen durumdaki güçlerin sürekli saldırısına, suçlamalarına, yerli yersiz eleştirilerine, tehditlerine maruz kalanlar, kendi haklılıklarını ifade etmeye çalışırken evrensel değerler üzerinden konuşurlar, sadece kendi haklarının değil başkalarının hakları hukukları hakkında da hassasiyet geliştirirler. Bu durum o çevrelerin medyadaki temsillerine daha hakkaniyetli bir yayıncılık olarak yansır.

Gelelim medya ile mevcut yerel seçimlerin ilişkisine. Başta söyledik; başkanlar projelerini anlatıyorlar, rakipleri hakkında görüşlerini beyan ediyorlar. Seçmenin ne söylendiğini anlaması için bunların teati edildiği bir müzakere zemini lazım. Medya bu zemini oluşturuyor. İkincisi, medya sadece zemin oluşturmuyor, kendisi de bir yerden müdahil bir unsur olarak seçimlere katılıyor. Fakat bu müdahil olma hali, biraz önce de söylediğimiz gibi kendi kendini yok etmemesi için abartılı bir şekilde ortaya konulmamalı.

Aslında medya hakkında olumlu/olumsuz çok laf edilmesine rağmen görünen o ki, medya olmadan seçim olmaz, demokrasi olmaz. Bırakın medya taraflı yayın yapsın, yaslandığı kesimleri öne çıkartsın, güçler ilişkisinde bir araç olsun. Bu durum medyanın yokluğundan daha iyidir. İnsanları medyanın yayınları karşısında çaresiz kurbanlar gibi düşünmemek lazım. Yakın siyasi tarihimizde medya desteği olmayan siyasi partilerin iktidara geldiklerini gördük. Demek ki medya iktidar için her şey değil, fakat demokrasi için önemli. Medya olmasa başkanların fikirlerini, adayların niteliklerini takdir edemeyiz. Medya olmasa bazen kendi dünyamızda aklımıza gelmeyen sorular, sorgulamalar, eleştiriler ifade edilemez. Medya biraz da farklı yayınlarıyla, müzakereci tutumuyla bir ortak akıl gibi çalışıyor. Eminim bundan seçmenler kadar başkan adayları, çeşitli görevler için seçime katılanlar da faydalanıyorlardır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT