1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. “Ruj hadisesi”ne karşı Sinsi planlar peşindeyim...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

“Ruj hadisesi”ne karşı Sinsi planlar peşindeyim...

26 Eylül 2010 Pazar 00:02A+A-

Haftanın en skandal fotoğrafı Bayan Clinton’ın, Birleşmiş Milletler bünyesindeki temasları için ABD’de olan Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ve diğer diplomatik yetkililerin önünde ayaküstü sürmeye çalıştığı “ruj”u ile alakalıydı...

 “Kadın, işte böyle bir şeydir...” Dedirtecek cinsten bu hareketi ile kendince sürdürmeye çalıştığı, üsturuplu hayat hikayesini bile sallayacak bir fotoğraf... Çünkü biz onu kadından ziyade affedici anne/abla özelliği ile, sert erkekler dünyasının pantolonlu ve kısa saçlı avukatı haliyle tanıyoruz. Bu ruj nereden çıktı şimdi?
Diplomatik kuralları ve protokol algısını, erkek egemen baskın dilin bir tezahürü olması itibariyle eleştiren sayısız yazı kaleme aldığımı bu sayfayı izleyenler hatırlayacaklardır.
Kadın, çok önemli bir görevde, siyasi üst düzey temsil yetkisi var diye, kişisel tuvaletinden feragat mı etmelidir?
“Kişisel tuvalet” deyince, sadece makyaj ve parfümeri kastedilmiyor elbette. Ayakkabının topuk boyundan, bağcıklı mı bağcıksız mı olacağına kadar, giyilen giysinin etek-döpiyes mi yoksa spor makas çizgide mi toplanacağına, hatta gün içindeki saatlere göre rengine, kumaş cinsine kadar, hemen her türlü ayrıntı, protokolün ve diplomatik görgünün o tavizsiz cetvelinde yazıyor...
Bu, erkek için de kadın için de ciddi bir kısıtlama, ama söz konusu kadın olduğunda, tehlike ve önem çanları iki kere çalıyor... Hatta hemen her siyasinin birer ikişer protokol danışmanı var, yükseklere doğru çıktığınızda... Bu iş, karşılaşacağınız insanların kimliklerine göre daha sıkı bir rejime de dönüşebiliyor, mesela İngiltere Kraliçe’si için uygulanan protokol, İran protokolü, Japon ve Afrika ülkeleri protokolleri, birbirinden farklı usullerle, ciddi bir gardırop, önemli çeşitlilikte davranış mönüleri icap ettiriyor... Sıkıcı ve disipliner bir görgü dayatılıyor diplomatik dil üzerinden... Dolayısıyla Bayan Clinton’ın ruj’u, diplomatik bir skandal hadisesine dönüşüyor nereden bakarsanız...
Bu işin uluslararası dil boyutudur... Bir de kadınlar arası, tarihi belki de zamanın doğumuna kadar indirilebilecek, kadınlar kanunu var... Yani hangi ülkeden, milletten, gelenekten olursa olsun kadınların kadın olmaktan kaynaklanmış hassasiyetleri, özenleri var. “Kişisel tuvalet” bunların başında gelir ve adı üzerinde kişisel olduğu için de uluorta sergilenmez... Sözgelimi ister saçını isterse şalını, başörtüsünü veya şapkasını, tacını, ya da kurdelesini, bir ayna önünde ve insanların içine çıkmadan düzenlemek ister kadınlar. Parfüm, pudra, ruj, kalem, sürme, kına gibi tuvaletler de toplum içine çıkmadan tamamlanacak kadın hazırlıklarındandır... Hiçbir kadın hazırlıksız yakalanmak istemez. Değil krallara, cumhurbaşkanlarına çıkarken... Sabah uyandığında çoluk çocuğuna bile yüzünü yıkamadan, sabahlığını sırtına takmadan göstermez kendini... Demek ki, kadınlar bilgisi içinden bakıldığında da uluorta sürülen ruj hadisesi, irkiltici, kural dışı bir durum...
Burada kilit kelime, “göstermek”, “gözükmek”...
Neyi ne kadar göstermek istediği, neyi ne kadar örtmek gizlemek istediği, insanların en doğal hakları, elbette...
Bayan Clinton, Türkiye Cumhurbaşkanının yanında, ayaküstü ruj sürerken, neyi göstermiş oluyor peki? Kadınlık vurgusu diyebilir miyiz buna? Kadınlık vurgusu olsa, tam tersine mahsusen makyaja dair bu hazırlığını, uluorta herkesin içinde yapmazdı. Peki adabımuaşerete pek de uygun olmayan bu davranışı nasıl okumalıyız? “Kadınım, özgürüm ve yaparım” vurgusu mu? Kendisi zaten dünyanın en güçlü konumundaki kadınlardan birisidir, buna ihtiyacı var mı? Peki nedir bu baştan savma hareketin anlamı? “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile çok samimiyiz” mi? Hiç sanmam... “Türkiye öyle bir şey işte, hiç sallamam” mı demek istiyor yoksa? İşte burada biraz duralım. Bu konuda alıngan ve hassas bir toplumuz. İşte benim dalıma basan da bu iç odalarda büyümüşlüğün izleği, kompleks deyin, ineğin altında buzağı arıyor deyin, ne derseniz deyin...
Nedir bu rujun esası? Feci takıldım. Bir sürü plan yapıyorum o fotoğraftan beridir...
A- Planı:
ABD Başkanı Barak Obama Türkiye’ye geldiğinde, yemek öncesi yan yana denk düşeceği Milli Eğitim Bakanımız Nimet Çubukçu, çantasından çıkaracağı parfüm şişesini bir iki kez salladıktan sonra bileklerine sıksa mesela... Ne anlama gelecekse, işte o anlama gelecektir “ruj” hadisesi de...
B- Planı:
Hatta uluslararası diplomaside bu tip protokol hataları mütekabil şekilde egale edilmekle müeyyidelendirilir. Yani rövanş, diplomaside adettendir. Bence Nimet Hanım bir adım daha atsın. “One minute” seslenişiyle elindeki yelpazesini derhal Barak Obama’ya tutturarak, çantasını açsın, içinden çıkaracağı küçük şişe içindeki limon kolonyasından avuçlarına serperek şakaklarına sürünsün, gına geldi bu erkek muhabbetinden anlamında öfleyerek. Bilahare çantasını kapatıp, yelpazesini Obama’nın elinden “thank you” diyerek alabilir. Obama çok şaşırırsa şayet bu işe (ki hiç sanmam canlı yayında şap diye sinek bile öldürmüştü) ona da limon kolonyası ikram edebilir. Ki, bu hareket, skoru Türkiye lehine 3/1’e yükseltecektir...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT