1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Ruhbanlık ve din adamı
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ruhbanlık ve din adamı

20 Mayıs 2010 Perşembe 00:39A+A-

Ruhbanlık ve din adamlığı kavramları eksenindeki zihni karışıklıktan bahsetmiş ve ruhbanlığın tarihi sürecini özetlemiştik geçen hafta.

Kaldığımız yerden devam edelim; çok geniş manada çerçevesini çizdiğimiz ruhbanlığın hangi yönünü esas alırsanız alın, onların hiçbirisi İslam'da yoktur. Ne din adamı ismi verilen dinî hizmetleri tedvirle görevli kişilerin devletin yegane temsilcisi olması, ne insanlarla Allah arasında köprü vazifesi üstlenmesi, ne yeryüzünde Allah'in yanılmaz ve yanıltmaz vekili olarak görev yapması ne de din adına dünyadan elini eteğini çekip dünyaya ait meşru her şeyi kendine haram kılması. Evet bunların hiçbiri İslam'da yoktur. Efendimiz'in "İslam'da ruhbanlık yoktur." hadisi bize göre tarih boyunca ruhbanlığa giydirilen bu manalarin hepsini reddetmektedir.

Sözün geldiği bu aşamada, ruhbanlığı bir kenara bırakıp din adamına tekrar geri dönelim. İslam'da dinî emir ve yasakların muhatabı teker teker bütün Müslümanlardır. Dine ait içtimaî planda yapılması gerekli olan işlerin yerine getirilmesi için ayrı, müstakil bir sınıfın varlığı şart değildir. Ne camide imamlık ne de günahların affı adına yapılan tevbede bir aracıya ihtiyaç vardır. Aksine imamlık vasıflarına sahip olan herkes, cemaatin önüne geçerek namaz kıldırabilir. Günahlarının hacaletinden iki büklüm yaşayan kişi, tenha bir yerde gönlünün kapılarını Rabb'isine açarak dua dua yalvarabilir. Fakat içtimai düzenin sağlanması için, ülkemizde Diyanet İşleri örneğinde olduğu gibi, bir kurumun kurulması zaruret olabilir. Fakat bu, o teşkilatta görev alan ve halka her seviyede dinî rehberlik yapan kişileri "din adamı" yapsa da "ruhban" yapmaz. Burada din adamı sadece mesleki bir isimlendirmeden ibarettir. Bundan öte bir manası da yoktur. Olsaydı tıpkı bazı Hıristiyan mezheplerinde olduğu gibi hayatları boyunca evlenmemeleri gerekirdi. Olsaydı, dünya mameleki namına bir şeye sahip olmamaları gerekirdi. Halbuki bunlar bizzat Nebiler Serveri'nin (sas) hem kavlî hem de fiilî beyanları ile yasaklanmış olan davranışlardır. Zira bunlar insan fıtratına muhalif olan şeylerdir.

Fıtrata muhalefet, insanın hayatı kendi aleyhine ağırlaştırması demektir ki bu yola giren insanın elde edeceği şey mağlubiyetten başka bir şey olmayacaktır. Tarih boyunca olmadığı gibi. Efendimiz'in şu meşhur hadisi aslında meseleyi aydınlatmak için yeter: "Bu din kolaylık üzere vaz' edilmiştir. Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın; galibiyet dinde kalır."

Burada konu ile yakından alakalı şu husus akla gelebilir: Herkes dini, dinin emir ve yasaklarını aynı seviyede anlayabilir mi? Bu çerçevede ihtisaslaşmaya gitmeye gerek yok mu? Aklı selim sahibi herkes bu soruya evet cevabı verir. Tabii ki dinde ihtisaslaşma şarttır. İslam'ın temel kaynakları olan Kur'an ve hadis özelinde ihtisaslaşma, Allah ve Rasulü'nün (sas) muradını araştırma, bilinenlerden hareketle bilinmeyenlere cevaplar üretip, bu seviyede dine vakıf olmayanlara rehberlik yapma ihtiyacın ötesinde bir zarurettir. Nitekim Efendimiz döneminden bu yana, söz konusu ihtiyacı gideren bir sınıf hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Muhaddis, müfessir, mutasavvıf, müçtehid, mutekellim, kurra ve daha genel manada alim, ulema, fakih, imam, hoca ve iki yazımıza konu teşkil eden şekliyle din adamı gibi kavramlar, seçmiş oldukları ilmî alana göre bu işi yapan kişilere verilen isimler ya da vasıflar olmuştur. Fakat bu ruhbanlık demek değildir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT