
Resmi ideoloji ikonunun din anlayışı nasıl tartışılmalı?
“Atatürk'ün dini bayramlara bakışı üzerine yapılan bu program, resmi tarih anlatısının sınırlarını zorlayarak geçmişin karanlık noktalarını gün yüzüne çıkarmış ve ezberleri bozan önemli bir tartışmayı başlatmıştır."
Faruk Aksoy'un sunduğu Habertürk’teki programda "Atatürk'ün Dini Bayramlara Bakışı" üzerine yaşanan tartışmaları değerlendiren Ali Osman Aydın, “Atatürk'ün dini bayramlara bakışı üzerine yapılan bu program, resmi tarih anlatısının sınırlarını zorlayarak geçmişin karanlık noktalarını gün yüzüne çıkarmış ve ezberleri bozan önemli bir tartışmayı başlatmıştır." diyor.
Ali Osman Aydın’ın konuyla alakalı olarak Yeniakit’te yayınlanan yazısı (11 Haziran 2025) şöyle:
“Atatürk’ün Dini Bayramlara Bakışı Nasıldı?”
Bayram günü geç saatlerde Habertürk’te bir “sohbet” programı vardı. Konuk gazeteci, tarihçi Murat Bardakçı’ydı. Konu, “Atatürk’ün Dini Bayramlara Bakışı Nasıldı?” gibi ilgi çekici bir konuydu. Bayram günü işi gücü bitirmişiz, kayda değer bir şeyler izleriz diyerek ekran karşısına kurulduk. Böyle programları ta 90’lı yıllardaki Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu’ndan beri ilgiyle takip ederim.
Galiba Faruk Aksoy’u ilk defa bir program sunarken izledim. Bence Habertürk yönetimi Faruk Aksoy’a -varsa- magazin programı gibi bir şey sundursunlar. Bu tarzıyla öyle bir programda daha başarılı olacağını sanıyorum.
Fakat yakın tarih gibi ciddi, can yakıcı ve travmatik uygulamalarla dolu bir programı sunmak için asgari bir ciddiyete, bilgi ve birikime ihtiyaç var. (Mesela aynı kanalda Eren Eğilmez bu işi çok daha iyi yapıyor. Bu program neden ona verilmemiş, anlamadım.)
Yeterli ciddiyet ve bilgi olmayınca, konuşulabilecek pek çok konu konuşulamadan kaldı programda. Bardakçı’yı Tarihin Arka Odası programından biliyoruz. Ekranın aritmetiğini, psikolojisini çözmüş biri. Ama karşısındaki şahıs öyle olmayınca program ciddi anlamda bocaladı. Bir türlü akıp ilerleyemedi. Kahvehane muhabbetine döndü.
Dönemin din olgusu konuşulacak diye beklerken, sunucu konuyu reddi miras meselesine getirdi. Yahu bir saatten fazla bir süre, cumhuriyetin herkesçe malum olan reddi miras politikası konuşulur mu? Hatta konuşma da değil, resmen Bardakçı sunucuyu ikna etmeye çalıştı. Çünkü sunucu beyefendinin bu kadar açık örneğe rağmen reddi miras konusunda hala şüpheleri vardı.
*
Murat Bardakçı Hac yasağı konusunda “devlet gidilmesini istemiyor” diyor; beyefendi “devlet kim” diye soruyor!
“Fransız ihtilalini cahiller mi yaptı” diyor gülerek.
Şer’iyye ve Evkaf vekâleti yerine kurulan Diyanet işleri başkanlığını, Hilafet müessesesinin muadili zannederek sorular soruyor.
Magazin programı bu tür sululukları kaldırabilir diye düşünüyorum. Ama son derece önemli bir bağlamda tarih konuşuyorsanız üslup böyle olamaz.
*
Programın tek iyi yanı, yıllarca dindar mahallenin seslendirdiği bazı din karşıtı cumhuriyet uygulamalarını bu kez dindar mahalleden olmayan birinin seslendirmesiydi. Yani “fesli deli” diyemezlerdi.
Maalesef böylesi içeriklerin çok çok fazlasını Said Alpsoy Hoca gibiler her hafta ortaya koysalar da, içine sıkıştırıldıkları algıdan dolayı yeteri kadar duyulamıyorlar. Ama Murat Bardakçı gibi seküler bir isim bir şeyler söylediğinde daha geniş kesimlere ulaşabiliyor söylenilenler.
Bilenler zaten biliyordu programda paylaşılanları. Bilmeyenler ise bu program vesilesi ile duymuş oldular.
1 Kasım 1928’de kabul edilen ve 3 Kasım’da Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 1353sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” kapsamında Latin harflerinin kullanılması zorunlu hale geldi.
Tevhidi tedrisat Kanunu da daha önce çıktığı için artık Arap harfleri ile bir şey öğretmek suç kapsamına girmiş oldu. Tesadüfe bakın ki, Kur’an da Arapça olunca onun öğretimi bu kapsama girdi! İşte dedelerimizin “Kur’an okumak yasaktı” dedikleri buydu!
Bardakçı bu konuda bir çok örnek verdikten sonra “El yazması Kur’anlar içinde toz toprak içinde olmayanını bulmak son derece zordur” dedi. Çünkü baskın korkusundan insanlar Kur’an-ı Kerimleri gömüyorlardı o dönem.
Kur’anı öğretmek suçtu. Bardakçı programda o dönem Kur’an öğretirken “suç” üstü yapılanlarla ilgili çeşitli örnekler verdi.
Sadece Kur’an öğretmek değil, bildiğimiz anlamda tekbir getirmek bile aynı kanun gereğince yasaktı. Bardakçı Ordu’da, bayram namazı esnasında Arapça tekbir getiren bir kişinin yakalanarak gözaltına alındığına dair resmi evrakı paylaştı programda.
Buna benzer başka belgeler de paylaşıldı.
Mesela bir başka ilginç örnek şuydu:
1926’da Ayşe adındaki bir Hanımefendi, “Şapka giymek İslam’a aykırıdır” diyerek Ankara’ya mektup yazıyor. Kadını tutuklayıp Toptaşı Tımarhanesi’ne yatırıyorlar. Muayene etmesi için doktor gönderiyorlar ve doktor da tabi ki Hanımefendinin deliliğine hükmediyor!
Yine 4 Kasım 1929’da bir camide Atatürk eleştirildiği için dönemin içişleri bakanı Şükrü Kaya’nın tavassutuyla eleştiren şahsa deli raporu veriliyor.
*
Bence bu ve benzerlerinin televizyon ortamında konuşulması son derece önemli. Bütün eksikliklerine rağmen bu programı yazı konusu yapmamızın nedeni bu. Önemli çünkü resmi tarihin yalan duvarını çatlatacak şeyler konuşuluyor. O duvardan bir tuğla bile düşse bu, ülke için büyük bir kazançtır. Tuğlayı kimin düşürdüğü fark etmez.
Vaktiyle Murat Bardakçı’nın Tarihin Arka Odası adlı programda Atatürk’ün kişisel inancı ile ilgili konuşması, sosyal medyada yıllarca dolaştı ve yüzbinlerce, belki milyonlarca kez paylaşıldı.
Bazen bazı şeyler büyük hayırlara hizmet ederler. O video da yığınla kitabın ve hatibin yapamayacağı bir etki yaparak Atatürk’ün inancıyla ilgili ezberleri bozdu. Temennim odur ki, bu programdaki ifşaatlar da aynı şekilde kafalardaki putların yıkılmasına vesile olsun.











HABERE YORUM KAT