1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Partizanlık bu kadar dibe vurursa
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Partizanlık bu kadar dibe vurursa

03 Mayıs 2010 Pazartesi 12:31A+A-

Anayasa değişikliği ile ilgili oylamanın birinci turu Meclis'ten firesiz geçti. Şimdi ikinci tur oylamalar yapılıyor. Birinci turdaki süreç gösterdi ki AK Parti, anayasa değişikliğini öngören paketi Meclis'ten geçirebilmek için var gücüyle gayret sarf ediyor. Buna mukabil Meclis'te bulunan diğer bütün partiler, ittifak etmiş durumda. CHP, BDP ve DSP oylama sırasında salona girmiyor. MHP ise salonda yerini alıp hangi maddenin halka nasıl bir kazanım sağladığına bakmaksızın 'hayır' oyu kullanıyor.

Bu ülkede anayasa değişikliği isteyen sadece AK Parti miydi ki diğerleri kesin bir tavırla kendilerini anayasa değişikliğinin aleyhine karar vermek zorunda hissediyor? Hayır! Başta CHP olmak üzere bu ülkede anayasa değişikliği istemeyen parti yok. Bundan 30 yıl önce darbe yaparak iktidara gelmiş bir askerî yönetim tarafından hazırlanan bir anayasanın arkasında hiç kimse duramaz. Nitekim duramıyor. Şu ana kadar bu anayasa 16 kez değiştirildi zaten. Çünkü darbeciler bu anayasayı hazırlarken Türkiye'nin şartları bambaşkaydı. Üstelik dünyada Soğuk Savaş dengeleri devam ediyor, ferdî özgürlükler devlet otoritesine kurban ediliyordu. Hal böyleyken siyasî partiler anayasa değişikliğine niçin karşı çıkıyor?

HANGİ DEĞİŞİKLİK HALKA ZARAR VERECEK?

Aslında tastamam şöyle düşünüyor birileri: 'Bu anayasa değişikliği gerekli; ama bunu AK Parti'nin yapması doğru değil.' Açıkçası mesele biraz kıskançlığa dayanıyor biraz da küçük hesaplar altında ezilmeye. Çok basit bir soru çıkıyor karşımıza: Bu anayasa paketinde halkın zararına sayılabilecek ne var ki karşı çıkılabilsin? Hiçbir şey. Memura sendika hakkı tanınması mı yanlış, kamu denetçiliği (ombudsmanlık) sisteminin gelmesi mi yanlış? Yoksa kadın-erkek eşitliğinin daha da güçlendirilerek anayasal garanti altına alınması, yurtdışına çıkıştaki kısıtlamaların hafifletilmesi, özel hayatın korunması, bilgi edinme hakkının genişletilmesi, çocukların korunmasında yeni güvencelerin getirilmesi mi rahatsızlık veriyor? HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısının dünya standartlarına çekilmesinin bu ülkeye ne gibi zararı olabilir?

Anlaşılan o ki; AK Parti karşıtlığı, bazılarının basiretini bağlamış durumda. Çünkü anayasa değişikliği bir parti meselesi değil; ülke meselesidir. Hadiseyi doğru anlamak için meseleye partiler üstü bakmak, ülke ve dünya gerçekleri ekseninde konuyu ele almak zorundayız. Sadece partiler değil, medya da öyle yapmak zorunda. Değişikliğe dair eleştirin varsa açıktan açığa söylersin, yazarsın hatta paketi hazırlayanlara bunu teklif olarak sunarsın. Ancak, muhtevaya dair somut bir eleştiri getirmeksizin topyekûn olumsuz bir tavır almanın mantığı olamaz. Anayasa değişikliğinin bu ülkeye neler kazandıracağına bakmaksızın siyasî tavır almak, basiret ve feraseti öldürür. Anayasa değişikliğini onaylamak AK Parti taraftarı olmak anlamına gelmediği gibi; sırf AK Parti karşıtlığı olsun diye değişikliğe karşı çıkmak da muhalefet yapmak anlamına gelmez.

Anayasa değişikliğine karşı çıkmanın nasıl partizanca yapıldığını anlamak için sadece bir maddeye karşı alınan tavra bakmak bile kafidir. Düşünün ki 12 Eylül darbesini yapanlara yargı yolunu açan madde görüşülürken CHP, Meclis'e girmiyor. Böyle bir mantık olabilir mi? 12 Eylül'de kapatılan bir parti CHP. Darbe mağduru bir parti olduklarını yıllardır dile getiriyorlar ve bundan siyasî çıkar elde ediyorlar. Bir gün karşılarına bir fırsat çıkıyor ve diyor ki: 'Darbecilerin yargılanmasına engel olan Anayasa'nın geçici 15. maddesini kaldıralım'. Ve siz onca mağduriyeti bir kenara bırakarak Meclis'e gelmiyorsunuz. Bu saatten sonra halkı nasıl ikna edeceksiniz?

MHP'nin durumu da bundan geri sayılmaz. MHP tabanını oluşturan ülkücü gençlik, 12 Eylül darbesinde büyük çileler çekti. Asılanlar oldu, idam cezaları alanlar oldu, işkence yüzünden sağlığını kaybedenler oldu... Ve bir gün Meclis çatısı altında bunların hesabını sorma kapısı aralandı. MHP'li vekiller, darbecilerin yargılanmasını sağlayan anayasa değişikliğine 'hayır' dedi. Niçin? Bu 'hayır' karşısında ülkücü şehitlerin kemikleri sızlamadı mı, Filistin askısına asılan, vücutlarına elektrik verilen ve gençliklerinde binbir ezaya katlanan insanların yüreği burkulmadı mı?

Ya 'Kürt sorunu' üzerinden siyaset yapmaya çalışan BDP'li vekiller? 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadıklarını yıllardır anlatıp halktan oy toplayanlar, oylamanın yapıldığı salona girmemeyi nasıl açıklayacak? Kürtçeyi yasaklayan 12 Eylül darbecileri değil miydi? Cezaevine çocuğunu ziyarete gelen ama Türkçe bilmediği için hırpalanan anneler sessizce gözyaşı döküp çocuklarıyla bir kelime konuşamadan ziyaret yerini terk etmemiş miydi? Şimdi bu haksızlıkların hesabını soracak bir değişiklik söz konusu olduğunda BDP'li milletvekilleri niçin araziye uymuştu?

12 Eylül'e yargı yolunu açan anayasa değişikliğindeki tavır açıkça gösteriyor ki AK Parti karşıtlığı başlı başına bir ittifak oluşturmuş. CHP, MHP ve BDP, sırf AK Parti'ye prestij sağlar düşüncesiyle anayasa gibi çok ciddi bir meseleye yeterince duyarlı yaklaşamıyor. Aynı durum, gazeteciler için de geçerli. Tabii ki herkesin gönlünde yatan, yeni bir anayasa. Ancak yenisi yapılamıyor diye, Türkiye'nin önünü açacak bir anayasa değişikliği paketine (üstelik bütün maddelerine birden) karşı çıkmak, partizanlığın dibe vurduğu son noktadır. Bu anayasa bu ülkeyi taşıyamıyor. Taşıyamaz da! Madem bunu değiştirmek mecburiyet haline gelmiştir, niçin kısır bir çekişmenin altında ezilsin bu ülke? Yazık değil mi, günah değil mi?
 


Siirt'te yaşananları doğru anlamak için

Siirt'te yaşanan ve herkesin midesini bulandıran hadiselerin doğru okunması ve özeleştiriye vesile olması gerekiyor. Bir şehri topyekûn karalamak; hatta o şehirden yola çıkarak başka kıyaslamalara girmek doğru değil. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki; bu tip olaylardan sonra yapılan genellemeler, çoğu kez sebep-sonuç ilişkisini de hakkıyla ortaya çıkaramıyor.

Bu sütunun çerçevesi gereğince asıl üzerinde durmak istediğim konu, Siirt'te yaşananlardan sonra medyaya yönelik yapılan eleştiriler. Ahlakî dejenerasyonu anlatırken medyanın kullandığı dil çeşitli tenkitlere neden oldu. Medyanın tutumu ne zaman eleştirilse bazı meslektaşlarımız öfkeye kapılıyor ve 'Ne yani, asıl suçlu biz miyiz?' nevinden sözlerle eleştiri sahiplerini susturmaya çalışıyor.

Tabii ki tek suçlu medya değil; ancak ahlakî çöküntünün yol açtığı korkunç yıkımda medya payının hiç olmadığını söylemek imkânsız. Maalesef bazı haberlerin sunuluş biçiminde problem var. Suça özendirici bir dil ve üslup kullanıldığı ortada. Maalesef özendirici bazı haber sunumları magazin haber ya da adliye haberleri kisvesi altında yapılıyor. Bir öğretim görevlisi çıksa da sadece aldatmayı kutsayan haberleri derlese karşımıza korkunç bir manzara çıkacaktır. Bu ülkede cinsel arzular üzerinden tiraj ve reyting avcılığı yapılmıyor mu sanki! Bu tür konuları azıcık eleştirseniz kıyametleri koparıyor bazı meslektaşlarımız. Alınganlığa gerek yok; medyanın bazı olaylar sonrasında aynaya bakması gerekiyor.

Mesela bazı gazetelerin magazin ekleri bir felaket. Israrla işlenen konular tahrik ve teşvik için yapılıyor adeta. Bazı gazetelerin internet siteleri pornografik özellikler taşıyor ve dibe vurmuş durumda. Bazı şirketlerin o gazete sitelerini çalışanlarına yasaklaması boşuna değil. Kendilerine sorarsanız meselenin özü 'tık almak'. Daha çok tık alacağız derken çıtayı bu kadar aşağıya çekmenin hiçbir anlamı yok. Üstelik bu tip pespaye metotlarla marka değeri kazanmaya çalışan saygın bir gazete de yok yeryüzünde. Belli bir marka değerine ulaşmış gazetelerin 'foto galeri' diye yutturduğu saçmalığa iki çift kelam etseniz size demediklerini bırakmıyorlar. İş artık arka sayfa güzeli saçmalığından öteye geçti. Çivisi çoktan çıktı istismarın.

Dizilerdeki özendirme başlı başına bir araştırma konusu. 'Düzeyli ilişkiler' söylemiyle başlayan özendirici yayınlar artık yatak odasından çıkmaz oldu. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde insanlar çocuklarıyla beraber televizyon seyrederken bu kadar utandırıcı bir manzarayla karşılaşmıyor. Bu konuları gündeme getirdiğinizde adeta beşinci kol görevi gören birileri devreye giriyor ve üstünüze çullanıyor. 'Siz kim oluyorsunuz da bu konuları sorguluyorsunuz, siz ahlak zabıtası mısınız?' gibi laflarla mugalata yapanların kime hizmet ettiğini anlamak imkânsız. Aileden sorumlu Bakan, şu dizi meselesi ile ilgili birkaç eleştiri yaptı, işitmedik söz kalmadı. Oysa Bakan Hanım haklıydı. Bizdeki gibi bazı dizilerin gelişmiş ülkelerde oturma odasına girmesi mümkün değil; ya şifreli yayın statüsünde seyredilebiliniyor ya da ekstra para ödenerek...

Büyük bir ahlakî çöküntüyle karşı karşıya gelmek üzereyiz. Herkese görev düşüyor burada. Siyasîlere, sivil toplum kuruluşlarına, Milli Eğitim'e, Diyanet'e, medyaya... Sebepler üzerinde durmaksızın sadece sonuçlara odaklanmak ve oradan genellemeler yapmak yanlış. Ve bir gün iş işten geçebilir; toplumu ayakta tutan değerler yerle bir olabilir. Önemli olan, o korkunç felaket başımıza gelmeden bizim kendimize gelmemizdir...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT