1. YAZARLAR

  2. ENVER CAN

  3. Parçalanan hakikatin gölgesinde dayatılan algılar
ENVER CAN

ENVER CAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Parçalanan hakikatin gölgesinde dayatılan algılar

05 Eylül 2025 Cuma 19:20A+A-

Dijitalleşme, sosyal yaşamdan bilim alanına, sağlıktan ekonomik yaşama kadar birçok olguda derin değişimler meydana getirmektedir. Özellikle yapay zekâ teknolojileri ve entegre robotik gelişmeler, insan yaşamında köklü dönüşümlere yol açmıştır. Toplumların gündelik yaşamlarında yaygın bir şekilde kullanılan teknolojik ilerlemeler, modernitenin dünyevi projelerini hayata geçirmek için tercih ettiği en önemli araçlardan biridir. Nitekim sosyal yaşamın doğal akışındaki bütünlüğü parçalama, yani birbirini tamamlayan sistematik yapıyı ayrıştırma pratiği bu yolla güçlendirilmiştir. Bu ayrıştırmanın neticesinde modernite, bilimi dinden ayırmış; bununla da yetinmeyerek siyaseti, ahlakı ve hukuku dinden koparmıştır. Hayatın çeşitli kurumları ile din arasındaki bağları yıpratmaya yönelik geliştirilen bu pratik, insanın dindarlık ve maneviyatla olan ilişkisini zayıflatmıştır. Sonuç olarak kişinin kendi nefsinde beliren ve ifsat/bozgunculuk üreten bu yapı, Sünnetullah’a karşı sistematik bir isyan hali doğurmuştur. Bu isyan hali, Avrupa'nın tarihsel deneyimleri üzerinden de anlaşılabilmektedir.

Avrupa, dine dönüşümün yaşanması durumunda kendi iç dinamiklerinde sosyal, askeri veya siyasal birçok alanda yeni çatışmaların yaşanabileceğini ön görmektedir. Diğer bir ifadeyle ulus devlet anlayışıyla inşa edilen bu kurumsal zihniyet, dinin toplumlar için “tehlikesinin” farkındadır. Dinin kamusal alanda güçlenme ihtimali Avrupa düşünce sisteminde yakinen hissedilmekte ve tarihsel deneyimler de bunu doğrular niteliktedir. Dolayısıyla dinin gündelik yaşamdan uzaklaştırılması, Avrupa için yalnızca ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel koşullar çerçevesinde bilinçli bir ahlaki ve kültürel bozgunculuk hali olarak görülebilir. Bu koşullar Avrupa’nın kendi içinde bir nevi “zorunluluk” hali olmakta, bu durum Batı merkezli elit kesimler tarafından daha da pekiştirilmektedir.

Batı’yı her yönüyle kutsayan ve “Buyurgan Mütekebbir Entelijansiya” olarak adlandırılabilecek kesimler hem kamusal hem de özel alanlarda dinin zayıflatılmasını otoriter biçimde dayatmakta; bunu özgürlük ve medeniyet olarak sunmaktadır. Böylece Batı’nın tarihsel şartlarından doğan bu süreç, bize evrensel bir kurtuluş reçetesiymiş gibi takdim edilmiştir. Oysa İslam ve Batı medeniyeti hakkında hiçbir zaman belli olgular ve unsurlar çerçevesinde adil bir zeminde analiz ve karşılaştırma yapma imkânı oluşturulmamıştır. Aksine Batı’nın baskıcı tutumu ve bu tartışmalardaki buyurgan tavrı İslam’ın değerlerini basitleştirmektedir. Bununla birlikte bu anlayış İslam toplumlarını kötüleyerek Batı’yı tarihsel emperyalist bağlarından bağımsız bir konumda yüceltmektedir.

Devam eden süreçte yaygın bir zeminde tartışılmayan Batılı kavramlar ve ekseninde şekillenen yaşam biçimi, İslam toplumlarına dayatıldı. Bununla birlikte toplumsal girdaplar neticesinde ortaya çıkan sosyal sorunlara, çoğunlukla seküler kaygılar çerçevesinde çözümler üretildi. Ancak bizim anlayışımızda İslam bu sosyal sorunların sebebi değil çözümüdür. Geliştirdiği çözüm önerileriyle ise de huzurlu bir hayat nizamı sunmaktadır. Bu nizamın göz ardı edilmesi, seküler anlayışların Müslüman toplumlara nasıl sızdığını göstermektedir. Peki, nasıl oldu da kendi toplumsal sorunları çözememiş bu emperyal ülkeler, Müslüman toplumların algılama biçimlerinde kurtuluş projektörü olmayı başardı. Kendi toplumlarındaki sosyal mühendislik projeleriyle halklarına huzur götüremeyenler, bunu saadetin anahtarı olarak nasıl sundular.

Batılılaşmanın anlaşılması için, Türkiye özelinde hayatın akışı içerisinde somut örnekler üzerinden görülebilen bazı misalleri vermekte yarar vardır. Nitekim Türkiye toplum yapısının inşasında birçok sosyal olay ve olgudan söz edilebilir. İnsanların din ile bağlarını zayıflatıp koparmak için medyadan siyasete birçok alanda projeler geliştirilmiştir. Geçmişten günümüze birçok insanın hafızasında yer edinmiş Yeşilçam sineması, bunun güzel örneklerinden biridir. Yeşilçam sineması, özellikle 1950’lerden başlayarak Türkiye’de popüler kültürün en güçlü taşıyıcısı oldu. Bu sinemada üretilen filmlerde, dinî sembol ve ritüeller geri plana itilerek dünyevi meseleler öne çıkarılmış; bireycilik, modernleşme ve toplumsal eleştiri gibi unsurlar merkeze alınmıştır. Böylece bu filmler toplumda seküler bir yaşam algısının yerleşmesinde etkin bir rol oynamıştır.

Çocukluğumuzun filmleri olarak isimlendirebileceğimiz bu sinema kültürü doğrudan ve dolaylı olarak toplumun zihin haritasında belli bazı algılar yarattı. Örneğin herhangi bir filmde hak ve adalet savunucusu kahraman şeklinde sunulan karakter, içki içen ancak namaz kılmayan bir profile sahiptir. Yine namaz kılan ya da sakallı veya “hacı” kimliğiyle resmedilen dindar karakterler ise çoğunlukla “üçkâğıtçı, çıkarcı, güvenilmez” tipler biçiminde tanıtıldı. Sanat adı altında zihinlere kazınan bu anlayış, yıllar sonra bile din algımızı etkilemeye devam etti. Bu zihinsel kodlar, günümüz sinema ve sosyal platformlarında da devam ettirildi.

Günümüzde bu yaklaşımın izleri özellikle televizyon dizileri ve dijital platform içerikleri üzerinden seküler-modern bir hayat tarzını güçlü şekilde yansıtmaktadır. Bu içeriklerde aşk, bireysel özgürlük, kariyer ve tüketim kültürü öne çıkarılırken, dinî pratikler ya hiç gösterilmemekte ya da arka planda bırakılmaktadır. Bu yönüyle Yeşilçam’daki sekülerleşme dili, yeni medya araçlarıyla sürdürülmektedir. Benzer şekilde, tüketim odaklı sektörler de bu dili pekiştirmektedir.

Reklam ve moda endüstrisi din dışı hayat felsefesinin günümüzdeki en belirgin örneklerindendir. Tüketim odaklı yaşam tarzı, gösteriş ve bireysel haz vurgusu ön plana çıkarılmakta; maneviyat ise çoğu zaman kişisel bir tercih olarak sınırlandırılmaktadır. Sosyal medya fenomenleri, gençlere rol model olarak sunulmakta; başarı, mutluluk ve özgürlük, daha çok tüketim ve bireysel zevkler üzerinden bu modeller öne çıkarılmaktadır. Bunun yanı sıra popüler müzik, sinema ve eğlence sektöründe de seküler bir bakış açısı hâkimdir. Dinî değerlerden ziyade bireysel tutkular, aşk ilişkileri, kişisel özgürlük ve sınırsız haz arayışı, günümüz gündelik yaşamın senaryosunun ana eksenini oluşturmaktadır. Bu yaklaşım, Yeşilçam’ın topluma empoze ettiği seküler-modern algının günümüzde daha güçlü araçlarla yeniden üretildiğini göstermektedir. Dolayısıyla filmlerde modernleşme, bireycilik ve dinin kamusal alandan ayrılması gibi temalar sıkça işlenmektedir. Bu işleniş, toplumsal dönüşümü kalıcı kılmaktadır.

Bütün bunların karşısında İslami hassasiyetler basit bir şekilcilikten ibaret değildir. Ciddi bir eğitim ve çaba gerektiren İslami şahsiyet inşasında Kur’an’ın öğrettiği yaşam biçimi başat bir rol oynamaktadır. Nitekim Kur’an okumak bile ahlaki bir mertebe olmaktan çıkarılıp sadece “metin okumaya” indirgenince, ilmi öğretinin önüne geleneksel alışkanlıklar geçti. Bu, toplumsal mühendisliğin son darbesi olarak insanları Kur’an ahlakından uzaklaştırma projesiydi aslında. Böyle bir toplumsal yapıda İslam’ı Müslümanların bireysel zaafları üzerinden eleştirmek iyi niyetli bir yaklaşım olabilir miydi, elbette hayır. Kur’an’dan uzaklaşan toplumlar, İslam’ın önderi olan Hz. Peygamber (s.a.v.) yerine örneklik ve hayranlığı dünyevi olgularda aramaktaydı. Bu serüven nihai olarak Batı hayranlığını besleyen bir sorun olarak karşımıza çıktı.

Batı hayranlığı, kendi değerlerini küçümseyen ve kendi kabuğunu beğenmeyen bir toplumsal algının ürünüdür. Avrupa’yı hümanist yaklaşımın merkezi olarak gören bu algı, atalarımızın yüzyıllar boyunca İslam ahlakı ve ilkeleriyle inşa ettiği örnek hayatları unutturdu. Neticede hedonist, özentili, içi boş ama dışı parıltılı bir yaşam tarzı rol model olarak sunuldu. Peki, unvanlarımız, makamlarımız, mevkilerimiz ve imkânlarımız artıkça yaşamımızda neler değişti. Veya bunlarla daha mı huzurlu olduk, tabi ki de hayır. Aksine aile içi şiddet, kadın cinayetleri, psikolojik buhranlar, hırsızlık ve ahlaksızlık arttı. Oysa Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Bu ayet, huzurun kaynağını net bir şekilde göstermektedir.

Bugün sokaklarımızda, AVM’lerimizde, sosyal medyada ne görüyoruz; “Tüketim çılgınlığı, gösteriş yarışı, anlamsız bir hız.” İnsanlar sanki “var olmak” için değil, “görünmek” için yaşıyor. Böylelikle sosyal medya paylaşımları hayatın kendi gerçekliğinden daha önemli hale geldi. Gençlerimizin idolü ilim sahibi âlimler değil, takipçi sayısıyla övünen fenomenler oldu. Bu durum, Peygamber’imizin (s.a.v) bir hadisini akla getirir: “Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helalden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak.” Bugün bu hadisin toplumsal hayatımızda birebir karşılığını görüyoruz. Faizin normalleşmesi, rüşvetin meşrulaştırılması, lüks uğruna borca batmak, helal-haram çizgisinin silikleştiğini göstermiyor mu.

Şimdi soruyorum: “1-Ülkemizde Kur’an’ın hükümleri eksiksiz mi uygulanıyor? 2-Yoksula veya kimsesize ‘Rabbim Allah’tır’ diyerek yardım ediyor muyuz? 3-Hayatımızın her anında ‘namazım, orucum, ölümüm, hayatım âlemlerin Rabbi Allah içindir’ düsturunu ilke ediniyor muyuz?” Tüm bu soruların cevabı neticesinde İslam dinine yöneltilen eleştirilerin haklılık paylarını ölçebiliriz. İslam’a ve Müslümanlara karşı oluşturulan olumsuz yaklaşım veya günah işleyen Müslüman üzerinden dine saldırı, namaz kılanı kötü, namaz kılmayanı iyi göstermek için oluşturulan bir algı oyunudur. Bugün toplumun geniş kesimlerinin bu tuzağa düştüğünü üzülerek görüyoruz. Gerçekte sorun, dinin kendisinde değil, bizim yaşantımızdadır. Bu meyanda Peygamber Efendimiz ideal Müslüman kimliğine şöyle dikkat çekmektedir: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.”

Cenab-ı Hak bizleri modernitenin ve seküler dayatmaların gölgesinde kaybolmaktan muhafaza eylesin. Bizleri Kur’an ve sünnet çizgisinde sabit kılsın. Âmin.

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum