1. YAZARLAR

  2. Yavuz Bahadıroğlu

  3. Oruç disiplini
Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Oruç disiplini

01 Eylül 2010 Çarşamba 00:56A+A-

Biraz yükseldiğinizde etrafınız hemen dalkavuklarla sarılır... Doğruyu görmenizi, doğru söz duymanızı engellerler...

Sürekli doğru yaptığınızı, doğru yaşadığınızı, sizden daha iyisinin olmadığını fısıldarlar...
Git gide kendi benliğinizden kopar, dalkavukların güdümüne girersiniz...
Onlar sizi sırtlarında taşır gibi yaparken, aslında sırtınıza biner, size kendilerini taşıtırlar.
Yükseklerde oturan eski bir dostum “Etrafım dalkavuklarla çevrili” deyince, Bediüzzaman’ın, “Dünya kendini ucuza satmıyor” şeklindeki tespitini hatırladım.
Dünyanın bu yüzünü en çok da içinde yaşadığımız çağda görebiliyoruz...
Görüyoruz ki, dünya malı karşılığında dalkavuklaşanlar olduğu gibi, soysuzlaşanlar da var...
Hayvanlaşanlar var...
Nemrutlaşanlar var...
Firavunlaşanlar var...
Merhametsizleşenler var...
Hatta “bir gram dünya uğruna” namus ve haysiyetini pazara çıkaranlar var!
Yansımalarını hemen her gün gazetelerde okuyor, hemen her akşam televizyonlarda izliyoruz...
Bazı örnekler karşısında insanlığımızdan utanç duyuyoruz...
Yerin dibine geçiyoruz...
“Bu kadar da olmaz ki...” diye mırıldanmaktan kendimizi alamıyoruz.
Oysa ihtirasın aklı geçtiği durumlarda beter şeyler olur!
Günümüzde ihtiraslar aklın önünde gidiyor...
Bu yüzden nice “olmaz”lar oluyor.
Her şey “bir damlacık dünya” için.
Değer mi, sorusu bir bahs-ı diğer.
Ne var ki, çoğumuz “değermiş gibi” yapıyoruz.
Bediüzzaman hazretleri de yıllar ötesinden güne bakıp “Kendinizi kurban etmeyin” anlamında, “Dünya kendini ucuza satmıyor” diyerek uyarıyor.
Çünkü dünya bir varmış, bir yokmuş masalı!..
Mal-mülk, servet-şöhret, makam-mevki, hatta krallık filan, her biri dünya kadar büyük yalanlardır!
Demek oluyor ki, bizler bir yalan uğruna birbirimizi kırıyoruz, eziyoruz, sömürüyoruz, incitiyoruz, kandırıyoruz, kemiriyoruz!
Zenginleşmek ya da meşhur olmak için kimi zaman dalkavuklaşıyor, kimi zaman ise birbirimizi kullanıyor, bazen neredeyse birbirimizin gırtlağına basıyoruz.
Oysa insanlar, ne kadar varlıklı, ne kadar kuvvetli-kudretli olurlarsa olsunlar, midelerinin alabildiği kadarını yiyebiliyorlar.
Başka bir deyişle, herkesin serveti yiyebildiği kadardır! Gırtlağı geçtikten sonra, zeytin ile havyarın da hiç bir farkı yoktur.
Ayrıca ben, görkemli sarayının yaldızlı salonuna gömülmüş yahut üç yüz milyar liralık Rolls-Royce’u ile mezara konmuş hiç kimse görmedim.
Her şey kabir kapısında bitiyor...
Saraylar, köşkler, hanlar, yatlar, lüks otomobiller, uşaklar, hizmetçiler, rütbeler, makamlar, mevkiler, tac-ü tahtlar geride kalıyor...
Herkes ölüm yolculuğuna yapa yalnız çıkmak zorunda...
Sonrası musalla taşına uzanma ile kısa bir niyyettir: “Er kişi -yahut hatun kişi- niyyetine...”
Orada kimseye ayrıcalık yoktur: Hiç bir imam “kral niyyetine... kraliçe niyetine... paşa niyyetine” cenaze namazı kıldırmaz!
Ve mezar: Hatırlayın ki, her kralın, sultanın, imparatorun, padişahın, başkanın, paşanın, şöhretlinin, zenginin mutlaka bir yerlerde bir mezarı var.
Orada dünya biter: Servet-şöhret, makam-mevki, krallık-sultanlık kabir kapısında sona erer...
Yani bütün her şey altmış-yetmiş yılla sınırlı. Ne kadar yaşarsanız ancak o kadar kralsınız.
Ancak yaşadığınız altmış-yetmiş yılın da yarıya yakını uykudur. Yani hayatı yaşayamadan geçen zamandır... Yirmi küsur yılı, neyin ne olduğunu pek fark edemeden yaşanan çocukluk-gençlik dönemidir.
Açıkçası yetmiş yıllık ömrün elli yılı yaşanmadan biter. Geriye onbeş, yirmi yıl kadar kalır ki, onun bile büyük bir bölümü tekrar yaşamayı istemeyeceğimiz sıkıntılarla, dertlerle, çilelerle, yokluklarla geçer.
Bir ömür içinde, insanın yeniden yaşamayı isteyeceği kaç gün var dersiniz?
Bütün bu çabalar, bu kırıp dökmeler, baskılar, ideolojik dayatmalar ve bu koşturmacalar birkaç yıl için: O birkaç yılı bile “adam gibi” yaşayamıyoruz.
“Adam gibi yaşamak” demek, sınırlı zamanı yaradılış hikmetine uygun olarak değerlendirmek demektir...
Ramazan da bunun için en büyük fırsattır. Bu fırsatı değerlendirebilirsek, kendi varlık hikmetimizi de belki idrak edebilir, önemli olanın “daha çok kazanmak” değil, “daha iyi insan olmak” olduğunu keşfedebiliriz.
Ve belki o zaman, birbirimizi kırmak yerine sevmeye başlayabiliriz.

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT