1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Orta Doğu'da İhvan Kavgası
Orta Doğu'da İhvan Kavgası

Orta Doğu'da İhvan Kavgası

Arap Baharı’nın başlattığı değişim rüzgarından rahatsız olan Suudi Arabistan, kendisi açısından tehdidin merkezinde gördüğü Müslüman Kardeşler’i bölgeden silmeye çalışıyor. Riyad’ın son dönemde aldığı kararlar sonrasında Körfez’de tansiyon yükseliyor.

14 Mart 2014 Cuma 13:29A+A-

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı,  uzun yıllar bölgede hüküm süren diktatörleri alaşağı ederken, devam eden süreç yeni aktörlerin ortaya çıkmasını ve güçlenmesini sağladı.

Rejimlerin yıkılmasıyla beraber bölgedeki etkisini ciddi şekilde artıran en önemli hareket ise şüphesiz Müslüman Kardeşler oldu.

Orta Doğu’da uzun yıllar otoriter rejimlerin baskısı altında kalan Müslüman Kardeşler ve farklı bölgelerde onun çizgisinde hareket eden gruplar ‘sandıktan’ çıkarak bölgenin önemli aktörleri haline geldi.

Müslüman Kardeşler’in Mısır devriminin ardından yükselişi ve seçim başarısı, Gazze’de 2005 seçimlerinden bu yana yönetimi elinde tutan Hamas’ın etkisini artırması, Nahda hareketinin Tunus’taki sandık zaferi ve Suriye isyanının ilk dönemlerinde muhalifler arasındaki güçlü İhvan etkisi, Orta Doğu’nun değişen dengelerinin işaretleri oldu.

Ortaya çıkan bu yeni tablodan memnun olmayan Körfez ülkeleri, ‘fevkalade tehlikeli’ gördükleri bu gidişatı değiştirmek için kolları sıvadı.

Orta Doğu’da artan İhvan etkisinden ve halk hareketlerinin yayılmasından en fazla endişe duyan ülke ise şüphesiz Suudi Arabistan oldu.

Riyad'ın 'kâbusu'

Riyad yönetimi, Arap Baharı’nın kendi topraklarına sıçrayacağı korkusunu çok uzun süre yaşadı.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Orta Doğu Uzmanı Can Acun Al Jazeera’ya yaptığı açıklamada, Körfez ülkelerinin Arap Baharı karşısındaki refleksini şu sözlerle açıklıyor:

"Arap Baharı'nın bölgede yarattığı etki ve bölge halklarının kendi iradeleri ile yönetilebilcekleri algısının oluşmaya başlaması Katar dışındaki Körfez ülkelerinde büyük bir bekâ endişesine neden oldu. Krallık rejimleri Tunus ve Mısır'da destek verdikleri diktatoryel rejimlerin kısa bir sürede devrilmesi karşısında, bu oluşan dalganın kendilerine ulaşmasını engellemek adına öncelikle kendi halklarına adeta rüşvet olarak tanımlanabilecek ölçüde para dağıtmaya başladılar. İkinci olarak ise Mısır gibi ülkelerde karşı devrim gerçekleştirmek için büyük gayret sarf ettiler. Nihayetinde İhvan, Arap baharı dalgasını Körfez’e taşıyabilecek yegâne aktör olarak görüldü ve ne pahasına olursa olursa olsun yok edilmesi gereken bir tehdit olarak algılandı."

Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler’i Orta Doğu’dan silmeye ve uzun süredir kendisine kâbuslar gördüren 'tehdidi' ortadan kaldırmaya kararlıydı.

Riyad için en önemli ‘cephe’ haline gelen ülke Mısır olmuştu. Riyad yönetimi Mısır’da olan bitenleri adeta iç meselesi olarak görüyor, buradaki gelişmeleri kendisi için öncelikli potansiyel tehdit olarak değerlendiriyordu.

Bölgenin en önemli ülkelerinden Mısır’daki İhvan etkisinin kırılması, bu coğrafyanın dört bir tarafındaki Müslüman Kardeşler unsurlarına da bir ‘mesaj’ anlamına gelecekti.

Ancak bölgede elbette Suudilerin bu amaca ulaşmak için bilek güreşine girmesi gereken güçler vardı.

Riyad özellikle Körfez bölgesinde önündeki en önemli engel olarak, ekonomik gücü ve son dönemdeki artan siyasi etkisi nedeniyle Katar’ı görüyordu.

Katar, Mısır’da Müslüman Kardeşler’e verdiği büyük destek nedeniyle Suudiler açısından hedef ülke haline geldi.

Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’ın da ‘ayağına basmaya çalışarak’ Mısır’da Müslüman Kardeşler’i deviren askeri darbeye tam destek verdi.

Darbe rejimini ‘terörle savaşı’ nedeniyle selamladı ve diğer Körfez ülkelerini de yanına alarak, milyarlarca dolarlık yardım sağladı.

'İhvan'ı şeytanlaştırmak'

Ancak Mısır’da darbenin tamamlanması Suudiler için yeterli olmayacaktı. İhvan’ı tüm Orta Doğu’da ‘şeytanlaştırmak’ ve İhvan’a destek veren ülkeleri izole etmek planın yeni ayağını oluşturuyordu.

Al Jazeera’ya konuşan Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, Riyad’in Müslüman Kardeşler’e destek veren Katar’ın bölgedeki artan etkisinden kaygılı olduğunu düşünüyor. Özülker’e göre, Katar’ın bölgede izlediği liberal politikaların Müslüman Kardeşler’in lehine işleyeceği düşüncesi, Suudi Arabistan’ı harekete geçiren faktörler arasında yer alıyor.

Riyad kısa bir süre önce Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile beraber Katar’daki büyükelçilerini çekerek Doha’ya karşı en net siyasi tavrı ortaya koymuş oldu.

Aynı hafta içinde ayrıca tesadüf olamayacak gelişmeler peş peşe yaşandı: Mısır Katar vatandaşlarına vize uygulaması getirdi, ülkede Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle Hamas’ın tüm faaliyetleri yasaklandı, Riyad ayrıca Müslüman Kardeşler’i ‘terör örgütü’ ilan etti. Birleşik Arap Emirlikleri bu kararı destekleyerek, ‘İhvan’a karşı birleşin’ çağrısında bulundu.

Suudilerin bu tip hamleleri ilerleyen zamanda da sürdürmesi hatta artırması mümkün olabilir.

Bölgede İran faktörü

Orta Doğu Uzmanı ve Siyaset Bilimci Arif Keskin’e göre Suudiler için tek sorun yalnızca Arap Baharı’nın ‘kapıyı çalma’ ihtimali değil, aynı zamanda bölgede güçlü etkisi devam eden bir diğer ezeli rakip: İran

Riyad, bölgede derhal harekete geçmemesi halinde hem siyasi değişim rüzgarının kendisini esir alacağını hem de ‘meydanın İran’a kalacağı’ endişesini taşıyor.

İran’ın Hamas’a verdiği destek dolayısıyla Müslüman Kardeşler ile olan yakınlaşması da Suudilerin bu korkusunu pekiştirdi.

Suudi Arabistan ekonomik gücünü kullanarak bölgedeki istikrarı da tehlikeye atmak pahasına patronun kim olduğunu göstermeye çalışıyor.

Bölgedeki gelişmelerde hayalet rolünü oynayan ancak olan biteni büyük memnuniyetle izleyen aktör ise İsrail.

Müslüman Kardeşler’e vurulan darbe Filistin’de Hamas’ı da yapayalnız bırakmış halde. İsrail bu durumu kendi güvenliği açısından çok önemli bir gelişme olarak görüyor.

İsrail’e göre, Müslüman Kardeşler’in ve dolayısıyla Hamas’ın güç kaybetmesi Mısır ile olan sınırının daha güvenli hale gelmesi demek.

 
ABD ve başta Batı’nın sessizliğinin başlıca sebebi ise, başta Suudi Arabistan gibi önemli müttefiklerle arayı bozmadan ve İsrail’in güvenliğini tehlikeye atmadan bölgedeki çıkarlarını korumak.

 

SETA'nın Dış Politika Direktörü Ufuk Ulutaş, Suudi Arabistan'ın Arap Baharı sürecinde belli ölçüde ABD'den bağımsız davranmaya başladığını düşünüyor:

“ABD'nin Hüsnü Mübarek'in devrilişine ses çıkarmaması Riyad'ın ciddi eleştirisine neden oldu. Suudiler 'Washington yıllarca işbirliği yaptığı Mübarek'in devrilişine ses çıkarmıyorsa sıra Suudi Arabistan'a geldiği takdirde neler yapmaz' düşüncesine kapıldı. Özellike ABD-İran yakınlaşmasının ardından bu endişe daha da arttı. Dolayısıyla özellike Mısır konusunda ABD ve Suudi Arabistan arasındaki görüş ayrılığının su yüzüne çıktığını söylemek mümkün. Diğer bölge meselelerinde ise durum farklı. ABD, Körfez içi hesaplaşmalara girmez ya da bölge meseleleriyle ilgili 'mikro-yönetime', yani küçük ve detaylı politikalara kafa yormaz. Çünkü bunun Washington’a bir faydası olamaz. ABD’nin bir bölge vizyonu vardır ve bu vizyonun geneliyle barışık olan ülkelerle işbirliğini sürdürür”

Suriye'de 'bilek güreşi'

Suudi Arabistan ve Katar arasındaki rekabetin yansımalarını Suriye’de de görmek mümkün.

Başlarda Beşşar Esed rejimine karşı hareket eden iki ülke, Suudilerin ‘İhvan korkusu’ yüzünden burada da ‘kapışmaya’ başladı.

İsyanın başlarında Suriye İhvanı’nın gücünü hissestirmesi Riyad’ı fazlasıyla rahatsız etti ve Suudiler burada da kendi planlarını devreye soktu.

Nihayetinde, Mısır’da İhvan’ı durdurmak için rejimin düşmemesi kavgasını veren Riyad, Suriye’de hem rejimin hem de İhvan’ı düşürmenin mücadelesini yapıyor.

Al Jazeera’ya konuşan SETA Başkanı Taha Özhan’a göre Suudi Arabistan ve onu destekleyen ülkeler bölgedeki değişim karşıtı politikaları ekonomik güçleri sayesinde belli bir noktaya kadar sürdürebilir ancak statükoyu koruyabilmeleri için siyasi destek ve halk desteğine ihtiyaç duyacaklar ve bunu uzun vadeli sağlamaları mümkün değil.

Özhan, “Suudi Arabistan ve destekçisi olan ülkeler bölge halkları nezdinde büyük bir prestij kaybı yaşıyor. Mısır’da yaptıkları gibi demokrasinin önünü kesme çabalarını kendi açılarından büyük bir zafer olarak görebilirler ancak bunun ne orta ne de uzun vadede işlemesi söz konusu olamaz” ifadelerini kullanıyor.

Al Jazeera

HABERE YORUM KAT