1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. Neler Oluyor?
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

Neler Oluyor?

25 Nisan 2009 Cumartesi 23:16A+A-

ETÖ…

Ergenekon terör örgütüne (ETÖ) ilişkin 12.dalga nihayet vuku buldu..

Haberlerden öğrendiğimiz kadarı ile emniyet birimleri tarafından her zaman olduğu gibi erken saatlerde eşzamanlı olarak farklı noktalarda birçok akademisyen vs. derdest edilip gözaltına alınmış ve ÇYDD, ÇEV, ADD gibi vakıf/dernek binalarında arama çalışmaları yapılmıştır.

Zaten ETÖ’ne özgü olarak dalga sayısını artıran operasyonların olacağı günler öncesinden beri yazılı ve görsel medyada haber niyetine işleniyordu.

Sanki bu tür operasyonlarla ilgili birilerinin kulağına sufle yaptığı izlenimini veren Gazeteci Şamil Tayyar son operasyona ilişkin yorumunda  “dikey değil yatay” ifadesini kullanarak bundan sonra da yeni gelişmelerinin olabileceğinin adeta ipuçlarını vermektedir.

Nitekim Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkan Vekili Bülent Orakoğlu’nun da Ş.Tayyar’ın dikey-yatay ilişkisini doğrularcasına bundan sonraki operasyonun kamuda devam edeceğini ve son durağın parlamento olacağına dair öngörüsü ve bu operasyonun Türkiye’nin yetmiş yıllık tarihinin temizlenmesi olarak görülmesi gerektiğini vurgulaması önümüzdeki sürecin çok ilginç şeylere gebe olduğunun göstergesidir.

Operasyon çerçevesinde gözaltına alınıp yargılananların ulusalcı, Kemalist, Atatürkçü vb. çizgide olması muhalifler açısından bu süreci manidar kılmaktadır. Bu durum aynı görüşe mensup köşe yazarlarınca ve tabii ki siyasetçilere göre bir hesaplaşma, intikam alma ve hatta karşı devrim olarak değerlendirilmektedir.

Gelişen bu olayların akabinde kerli ferli insanların (asker-subay, işadamı, akademisyen, bürokrat vs.) zanlı duruma düşmesi ile beraber demokrasinin (!) vazgeçilmezliği, insan hakları, hukuk, evrensel değerler vs. hatırlanmış; operasyonların saat olarak başlangıç zamanları, zanlılara yapılan muamele eleştirilmiş ve haliyle bütün kabahatler fırsat bu fırsat dercesine muktedirliği tartışmalı AKP hükümetine yüklenmiş/verilmiştir

Hâlbuki yakın geçmişte buna benzer muameleler İslamcı/Müslüman insanlara da uygulanmıştı. Yolda/sokakta ailelerine bile haber verilmeden zorla sorgulamaya alınan ve kendilerinden günlerce haber alınamayan Müslüman/insanlar için o zamanlar bu tiplerden ses seda çıkmamıştı. Nezarethanelerde işkence yapılan, aileleri taciz edilenlerin insanı üzen ve kahreden hikâyelerini çok okuduk gazete ve kitaplarda.

Yine herkes bilir ki, bu topraklarda iktidarın ideolojik yapısına ve konjoktürel şartlara göre bazen İslamcı, bazen Kürt/Kürtçü, bazen ülkücü, bazen solcu/komünist diye çok canlara kıyılmış; çok aileler mağdur edilmiş, birçok çocuk öksüz/yetim bırakılmış, ölen/öldürülen insanların dava dosyaları faili meçhul safsatası ve kolaycılığıyla rafa kaldırılmıştır. Şimdilerde bas bas bağıranlar o mazlum ve mağdurlar için en azından kendilerinin biçimlediği insan haklarını bile hiç gündeme getirmedikleri gibi ihbarcı, ortalığı daha da gerici üslup tercih etmiş ve adeta “oh olsun” demişlerdir.

Şimdi ne hikmetse(!) bizim için “oh olsun” demek bir tarafa süreç tersinden işlemeye, rüzgâr ters yönden esmeye başlamış gibidir.

Gibidir… Demek durumundayız, çünkü davalar henüz sonuçlanmamış ve denildiği üzre yeni operasyonlar beklenmektedir.

Jurnalcilik ve İTC..

Bütün bu gelişmelerin zemini küçük bir hatırlatma yaparsak kanaatimizce, yakın tarih açısından kısmen II,Abdülhamit tarafından  ihdas edilen “hafiyecilik ve jurnalcilik” müessesesinin faaliyetlerine dayanmaktadır.Eğer rivayetler doğruysa(!) o zamanlarda da çok canlar yakılmış,birçok insan mağdur edilmiştir.Öyle ki, II.Abdulhamit sürece dur diyememiş ve adeta kendi sonunu hazırlamış gibidir.

Sonra, etki-tepki misali onun iktidarına muhalif olmak amacıyla 1889’larda gizli olarak

Askeri Tıbbiye Mektebi'nde İttihad-ı Osmanî Cemiyeti kurulmuş, yaşanan bir takım siyasi kargaşaların akabinde cemiyet İttihat Terakki olarak 1908’de resmi hüviyet kazanmıştır. İttihat Terakki cemiyetinin faaliyette bulunduğu süre içerinde gelişen olaylar herkesin malumudur. II.Abdulhamit tarafından maalesef kendi iktidarını koruma niyetiyle oluşturulan hafiye/jurnalcilik müessesine alternatif muhalif bir zeminde geliştirilen bu cemiyet işlevselliği açısından fikir olarak muarızı ama işleyiş tarzı itibariyle muadilinden  farklı bir tavır ortaya koymamış ve o günden bu güne katı/devletçi, din karşıtı, ihbarcı, fişlemeci, suikastçı, ulusalcı, ırkçı ve daha bir dolu İslam düşüncesinin tasvip etmediği karakteristik özelliklere sahip olan kötü bir miras bırakmıştır.

Kutsal devlet anlayışını adeta korku imparatorluğu kurarak sürdürmek isteyen malum cemiyetin bugünkü temsilcileri, iddianamelerde yazılıp çizilenlere bakılırsa görünen o ki eskileri/atalarını neredeyse rahmetle(!) andıracak işlere soyunmuşlar. O demlerde cemiyetin faaliyetlerini yürütenler için kullanılan “ricalül gayb” bugün başka bedenlerde enkarne olmuş gibidir. Telefon ve gizli kamera gibi teknolojik imkânlar nedeniyle bugün bunların bir kısmı deşifre olsa da daha güçlü olanlar komplo teorilerine ve Kurtlar Vadisi(!) öğretisine göre hala hayatta ve ayaktadırlar.

ETÖ için elde var oniki,bu sayı artar mı ve hayra yormak gerekir mi bilinmez ama genel kanaat sayının daha da zamlanacağı şeklinde.Bilindiği gibi bu davayla ilgili yaklaşık iki yıldır iddianameler hazırlanıp duruluyor.Fakat, birilerinin ayranını kabartmak istercesine henüz zanlılar hakkında hüküm verilmiş değil.Bu belirsizlik doğal olarak herkesi germekte ve haliyle  yarına dair kuşkular taşınmasına sebep olmaktadır.

AKP

İktidar pozisyonunda milli görüşçü/İslamcı olduğu iddia edilen bir parti var. ETÖ operasyonunda gözaltına alınanlar ve sorgulama sonrasında çeşitli sebeplerle serbest bırakılanlar başlarına gelen bu olayın sorumlusu olarak iktidarı görmektedirler. İktidara muhalif olan her kesim çağdaşlık, laiklik, Atatürkçülük vs.adına ETÖ zanlılarını sahiplenip askeri cenahı da baskı altına almaya çalışarak darbe çığırtkanlığı yapmaktadır.

Bu durumda akla birçok soru gelmektedir.

1-İktidar yani AKP gerçekten güçlü mü ve hukuk alanı bu doğrultuda iktidarın manipüle edebileceği bir yer mi?

2-Ayrıca bu operasyonlar çerçevesinde sıkça adı geçen bir başka “F” tipi bir örgüt mü bu işleri tezgâhlıyor?

3-Yoksa mirasyedi ittihatçılar, “ricaül gayb” fazla deşifre oldukları için kendilerini revize mi ediyorlar?

4-Veya küresel güçler kendilerine yeni alan/pazar oluşturma noktasında gelecekte yeniden iktidar kılma vaadiyle AKP’yi kendileriyle anlaşmaya mı zorladılar?

5-Daha da ilerisi, yeni bir darbe için zemin mi hazırlanıyor?

Bu soruları çoğaltmak tabii ki mümkündür.

AKP’nin bu sürece doğrudan müdahale edebileceğini düşünmek geçmişi yok saymak demektir. Muhalif taraf, yani medya, siyaset ve buraları manipüle eden kesim bu durumun farkındadır ki aksi olsaydı herhalde şimdiye kadar çoktan yer yerinden oynardı. Aslında birileri bir yerleri tatmin etmek için miadı dolmuş anlayış, kurum/kuruluş ve onların etrafında çöreklenmişleri tasfiye, kendi kabulleri doğrultusunda tezkiye ve terbiye ediyor görüntüsünü fragmanlar halinde seyircilere gösterip durmaktadır. AKP’nin küresel güçlerle kendi iktidarının bekası için anlaşıp anlaşmadığını bize zaman gösterecek. Yazılanlara bakarsak durum vahim!

“F” tipi örgütlenme…

“F” tipi organizasyon için çok şeyler söylemek mümkün. Muhalif kanadın her dem ve fırsatta aslında herkesin anladığı/bildiği bir şahsa ve ona bağlı cemaate gönderme yapması acziyetlerini kendi dillerinden itiraf etmelerinden başka bir şey değildir. Artık kabul edelim, küresel ölçekte yeni bir fenomenimiz var(!)…

Öyle ki bu fenomen küresel gücü yine onun merkezinden olmak suretiyle yönlendiriyor ve biçimlendiriyor. Sanırsınız ki Obama’yı da buraya o gönderdi. Ona bağlı haber sitelerinde, yazılı ve görsel medyada ABD Başkanını neredeyse mehdi ilan eden yazılar okuduğumuza göre bu zannımız herhalde abartılı kaçmaz!

Seçim, Obama’nın ziyareti, ETÖ ve ayrıca DPT operasyonlarının akabinde TSK Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un gerçekleştirdiği basın açıklamasında cemaat-ler-e vurgu yaptıktan sonra din gerçeğini vicdana sıkıştırıp demokrasi, laiklik ve hukuk devleti tanımını yeniden hatırlatma ihtiyacını hissetmesi düşünülmesi gereken bir reflekstir. Hatırlatmalara bu demde ihtiyaç duyulması aba altından sopa göstermekten başka hangi gerçeklikle izah edilebilir?

Askeri cenahtan halen görevde olan alt gurup subayların ve emekli olmuş generallerden bazılarının ETÖ iddianamesi çerçevesinde zanlı duruma düşmelerine mahsusen başka birilerinin “Hala, niye darbe yapmıyorsunuz?” diye çığırtkanlık yapmaları ve buna rağmen darbe tarihinin tekerrür etmemesi de düşündürücüdür. “Askeri cenah kendi içinde revizyon yapıyor ve aslında bu çerçevede güç topluyor” diyen iddia sahiplerine bakarsak yeni bir darbe sürecine doğru gidişat var gibidir.”Ben zaten dediydim,  sizi uyarmıştım, zaten olacağı buydu!” demek için bekleşenler zümresine göre durum böyle. Kim bilir, belki biz de bu zümreye dâhil olanlara benziyoruzdur!

Yaşayanlar görecek…

---Küresel güç/dengeler buna fırsat verir mi?

---Global kriz büyük büyük devletlerin ekonomisini sarstığına göre bu vasatta darbe hiç olacak iş mi?

Sürece müdahale edemeyenlerin beklemekten başka çareleri yok nasılsa.

Hülasa…

Buradan bakıldığında durum pek iç açıcı değil gibi görünüyor. Belirsizlik, hukukun karar veremez duruma gelmesi ve bu kararsızlığını neredeyse yeni dalga boyutlarıyla tescil ettirmesi garip kaçmaktadır.

Sistem kendisini adil olmayan bir zeminde inşa etmişse ki öyle, ondan adalet beklemek herhalde safdillikten başka bir şey olmaz. Orakoğlu, yetmiş yıllık bir kirliliğin temizlenmesinden bahsetmiş ama satır aralarında kısa da olsa örnek aldığımız yakın tarih kesitlerine bakarsak kirlilik iyi niyetle yüzyıl öncesine dayanmaktadır. Ta o zamanlarda şimdiki devletin sağlam temelleri atıldığına göre bu temelin ister oniki, isterse yirmiiki dalgayla olsun sarsılacağına; İslamcı/liberal kesimlerin yorumlarından yola çıkarsak kendisini din ve dinin öngördüğü insan hakları merkezli restorasyona tabi tutacağına inanmak akıllı insanların işi olmamalıdır.

---Türkiye’nin üyesi olmaktan şeref(!) duyduğu, Varşova paktına alternatif kurulmuş ama komünist blog çöktüğüne göre artık feshedilmesi gereken, fakat; İslam coğrafyasını baskı altında tutmak gibi yeni bir görev yüklenmiş NATO zirvesinde Danimarka Başbakanı Rasmussen’e karşı karikatür krizinde geliştirdiği tavırda ısrarlı olamaması, akabinde sadece söz olarak verilen vaatlere kanarcasına Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına rıza göstermesi…

---ABD’nin çiçeği burnunda taze Başkanı Obama’nın seçimden hemen sonra Türkiye’yi ziyaret etmesi…

---Obama’nın ziyaretine ilişkin tartışmaların yaşandığı bir vasatta Ergenekon operasyonunun 12.dalgasının gerçekleşmesi…

---ABD Başkanının kendilerine kıymetli (!) zamanlarından yedi dakika ayırdığı DPT’lilere ilişkin bir dizi gözaltı, sorgulama, arama sürecinin başlaması…

Ve daha bir dolu örnekler gelişen hiçbir şeyin -ki herkes de farkındadır- çok masum olmadığının bir göstergesidir.

Fakat yine biz biliyoruz ki:

“Al-i İmran/54. Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

Anlaşılacağı üzre İslami hassasiyetleri merkeze koyarak olayları değerlendirmeye çalışanların kriterleri bellidir.

Biz her durumda hak ve adaletin savunuculuğu yapmak durumundayız. Hak ve adaletin işletilmediği her vasatta mücadele ederken bir başka adaletsizliğe zemin hazırlamak da bizim işimiz değildir.

5/8. Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.

Kirli bir sürecin içinde nefeslenmeye çalışıyoruz.

Sevdiğim bir final cümlesi..

Müteyakkız olalım ve müteyakkız kalalım..

YAZIYA YORUM KAT