1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Modern ulus-devletin seküler ibadeti
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Modern ulus-devletin seküler ibadeti

11 Kasım 2025 Salı 17:18A+A-

Ülkemiz, her yıl 10 Kasım günü Atatürk’ün ölüm yıldönümü vesilesiyle trajikomik görüntülere sahne olmaktadır. Saat tam dokuzu beş geçe sirenlerin çalınmasıyla beraber ayakta hazır ol vaziyette bekleyen/bekletilen yığınlar, siren sesine aldırış etmeden yoluna devam edenler, Anıtkabir’de gözünden yaşlar süzülürken esas duruşunu bozmayan nöbetçi asker, tören mangasının yürüyüş temposuna ayak uyduran minik karga…

Ulus-devletler, dinin toplum üzerindeki merkezi konumunu zayıflatırken, yeni bir seküler kutsallık alanı inşa etti. Emile Durkheim’ın tespitiyle, modern toplumlar da “kutsal” üretmekten vazgeçmezler; yalnızca kutsalın nesnesini değiştirirler. Dinin yerini alan bu yeni kutsallık biçiminde Tanrı’nın yerini “devlet aklı”, peygamberlerin yerini “kurucu lider”, ibadethanelerin yerini “anıtsal mekânlar” almıştır.

Bu nedenle saygı duruşu, ilk bakışta “anma” ve “saygı” ifadesi gibi görünse de, aslında ulus-devletin kendi kutsalını inşa etme biçimlerinden biridir.

Modern devlet, dini referansların toplumsal meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarıldığı bir dönemde doğduğu için, halkı bir arada tutacak yeni bir kutsallık alanı üretmek zorundaydı. Bu nedenle devlet, vatan, bayrak, lider gibi unsurları seküler kutsallar haline getirerek, bunların etrafında ritüeller geliştirdi. Saygı duruşu, işte bu ritüellerin en tipik olanıdır. Dolayısıyla saygı duruşu, modern toplumun temel “dini ritüellerinden” biridir.

Ülkemizde bu seküler kutsalların nirengi noktası Atatürk’tür. Zira Türkiye’deki Atatürk’ü anma programları salt bir saygı ifadesinin çok daha ötesinde bir hayat tarzının, bir dünya görüşünün, bir ideolojinin sembolik göstergesi olarak işlev görmektedir.

Bu sebepledir ki Atatürk’ü anma merasimleri artık sosyal medya imkanlarının da gelişmesiyle birlikte toplum üzerinde Jeremy Bantham’ın  panoptikon tasarımındaki hapishane gibi bir gözetleme, baskı ve şantaj unsuruna dönüşmüştür. Bir anda milyonlarca insanın hareketsiz kalması, sadece saygının değil, kontrol, baskı ve gözetleme kapasitesinin sonucudur.

Günümüzdeki modern seküler törenlerin en belirgin yanı, gönüllü bir bağlılıktan çok, korkuya dayalı bir itaat üretmesidir. Artık toplum, “inanarak” değil, “gözetlenerek” baskı altına alınmaktadır.

İşin ilginç tarafı, laiklik ilkesinin sağladığı din ve vicdan hürriyetinin Atatürk’ün en büyük mirası olduğunu söyleyenler; toplumun tüm kesimleri üzerinde Kemalist bir baskı kurma hakkını kendilerinde görürler. Sözgelimi kendilerinden başlarını zorla örtmeleri veya örneğin zorla namaz kılmaları talep edilirse dünyayı ayağa kaldıracak olan bu şirret topluluk; hazır ol vaziyetinde beklemeyenleri, aracından inmeyenleri, hareket edenleri büyük bir hafiyelik mahareti ve jurnalcilikle devlete şikâyet ederler.

Dünyanın birçok ülkesinde ulusal anma törenleri yapılır; ancak bazı ülkelerde bu anmalar sadece bir hatırlama biçimi değil, aynı zamanda ideolojik bir dayatmaya dönüşmüştür. Türkiye’de 10 Kasım’da Atatürk için yapılan saygı duruşu ile Kuzey Kore’de Kim Il-sung için yapılan törenler arasında bu yönüyle şaşırtıcı benzerlikler vardır. Atatürk’ün hatırası artık tarihî bir şahsiyetin değil, dokunulmaz bir dogmanın alanı olmuştur. Atatürk’ün devrimleri, yaşantısı, zaafları, çelişkileri tartışma dışı tutularak; sadece ritüeller üzerinden bir bağlılık dayatılmaktadır.

Eğer insanlar bir kişinin hatırası karşısında susmak zorunda hissediyorsa, orada hâlâ konuşulması istenmeyen bir tarih, tartışmalardan uzak tutulmak istenen bir sahte kutsal vardır.

Evet, başkasının değerlerine ve inancına hakaret etmek dinimizce yasaklanmıştır.  Fakat, zorla dayatılan bu ritüellere uymak istemeyen veya inancı gereği Allah’tan başkasına boyun eğmek istemeyenlere “hakaret” suçu kapsamında soruşturma başlatılması, en başta hukuk ve adalet ilkesiyle çelişmektedir.

Aynı şekilde dinimizde zorlama yoktur. Müslümanlar kimseye kendi inancını zorla dayatamaz ama kimsenin de inancını ve değerlerini kendisine zorla dayatmasına müsaade etmez. Onun saygı duruşu, yalnızca Rabbinin huzurundadır. Bu noktada Müslüman’ın tavrı, kör bir reddiye değil, tevhid anlayışının beraberinde getirdiği bir şuur ve farkındalıktan kaynaklanmaktadır.

 İslam, her türlü “ilahlaşma” biçimini reddeder. İster Firavun’un sarayında, ister modern devletin meydanlarında olsun; bir insanın, bir ideolojinin veya bir sistemin kutsallaştırılması, tevhidin en temel ilkesiyle çelişir. Müslüman, sadece Allah’ı tazim eder; zira “O’ndan başkasına boyun eğmeyin”buyruğu, bu çağın seküler ibadetlerine karşı da bir duruş beyanıdır.

 

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum