1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Medyanın patricileri ve plepleri
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Medyanın patricileri ve plepleri

07 Şubat 2011 Pazartesi 03:08A+A-

Bundan birkaç gün önce Aksaray'ın Ihlara beldesinde bir baba ve 9, 16 yaşlarında iki kızı öldürüldü.

Hatırlayınız, yakalanan katil de uçuruma atlayarak intihar etti. Olaya ilişkin haberlerin birinde "Ne olur babamı öldürmeyin," diyen küçük kızın çığlığı da yer almıştı. Öyle midir, yoksa hayal gücü mü işin içine girmiştir, bu ayrı bir bahis, fakat olay arkasındaki yürek burkan hikâyesiyle birlikte unutuldu. Çünkü haberler akıyordu, yeni cinayetler, dramlar söz konusuydu. Ankara Ostim'de peş peşe iki patlama oldu. 17 kişi öldü. İsimleri bir yerlerde çıkmış olmalı, fakat kimlerdir, ne yaparlar, bize kendi hayatımızla bağ kurduracak ne tür özelliklere sahiptirler, bunlara değinilmedi. Küçük sanayiye ait bir yerde işçiler olarak ölmüşlerdi. Bu genelleştirici ifadeyi aşmak için haberciler bir çaba göstermediler. "İşçiler" sözünün yeteri kadar açıklayıcı ve aydınlatıcı olduğunu düşünmüş olmalılar. Onları zaten hepimiz tanımıyor muyuz, sabahları erkenden kalkarlar, yollara düşerler ve çalışırlar. Hayatlarında ötekileri ilgilendirecek başka ne olabilir ki?

Son zamanların günlerce süren olayı, bir nehir roman gibi her gün yeni ayrıntıları, tanıklıkları, tekrar tekrar gösterilen çekimleri ile anlatılan, gösterilen Defne Joy Foster'ın ölümüydü. O bütün diğer olayları gölgede bıraktı. Manşetlere çıktı, televizyon haberlerinde başköşeye yerleşti, hikâyenin kimi alacakaranlık alanlarına çok girilmese de neredeyse her şey didik didik edildi.

FOSTER HABERLERİ NİÇİN GÜNLERCE SÜRDÜ?

Dışarıdan bakıldığında hepsi ölüm... İnsanlığın en eski travması. Medyayı bu ölüm olayları içinde en fazla hareketlendiren, belli birisini diğerlerinden ayırarak öne çıkarmasını sağlayan saik nedir? Niçin Foster haberleri günlerce sürdü de Ostim'de 17 kişinin ölümü bir iki günde anlatıldı ve geçildi? Burada medya dünyasında teşekkül eden bir hiyerarşi, tıpkı Romalılarda olduğu gibi yeni Patriciler ve Plebler mi söz konusu? Foster, Patricilerin bir üyesi olduğu için mi öne çıktı, diğer fukaralar ise Plebyan dünyanın derinliklerinde hayatlarını sürdürürken bir an ölümleriyle ilgi çekip yeniden aynı karanlığa mı geri döndüler?

İnsanın dünyayı görme biçimine ilişkin, ideoloji tartışmalarında da karşılığı bulunan "seçici algı"dan bahsedilir. Maddi ve zihin dünyamızı oluşturan veriler aynı zamanda "dışarıyı" görmemizi de sağlayan unsurlardır. Görmek basit bir nesne ve göz ilişkisi değildir, gözün sahibinin ilgileri, dikkatleri, vurgulamaları, tonlamaları işidir. Bir restoran sahibi ile bir öğretmen aynı caddede birlikte yürüseler, caddeyi, kenardaki dükkânları, insanları aynı şekilde görmezler. Meslekleri, birikimleri, hayat karşısında oluşturdukları dilleri onların görme biçimlerini de birbirinden ayırır. Birisi öğrencileri, kırtasiye dükkânlarını görür, diğeri ise lokantaların doluluğuna bakar, müşterilerinin profilini, kaldırımlarda yürüyen insanların tüketim tutumlarını görmeye çalışır. İnsanlar gibi kurumların da seçici algısı vardır. Onlar da kendilerini oluşturan müktesebat üzerinden "dışarıya" bakarlar ve okumalarını yaparlar. Bir kurum olarak medyanın haberciliğinde de medyaya has ilgiler, kitle ile kurduğu ilişkilerden edindiği öğrenilmişlik söz konusudur. Elbette bunlara bir de medya cemaatinin üyesi olma değerini, buradan kaynaklanan bağların varlığını eklemek gerekir.

Foster haberini öne çıkartan unsurlara bakalım: Bir kere medya cemaatinin üyesi. Kimi köşe yazarları "inanamıyorum" diye başlayan yazılar kaleme alıyorlar. Tanıdıkları, bildikleri bir insanın "beklenmedik ölümü" karşısında kendilerine düşen insani pay üzerinden konuşuyorlar. Tanıyorsanız, öyledir. Hele medyada adeta etkili bir eğilim olarak kalem sahiplerinin özel hayatları üzerinden hikaye etme hallerini düşündüğümüzde, bu heyecanlı yaklaşım "tuhaf" değildir. İkincisi, Foster, televizyondaki bir dans programı dolayısıyla "kitlelere de" mal olmuş birisi. Ortak ifade "kıpır kıpır, canlı birisi" olduğu... Bir arkadaşı "o enerjiyi toprak nasıl alabilecek?" demiş. Ölümle kıpır kıpır canlı hayat arasındaki karşıtlık, üzerine konuşulmaya ve yazılmaya değer bir alan açıyor. Sık sık televizyonlar dans programındaki performansıyla onu gösteriyorlar. Böylelikle izleyici ortak bir yerden yakalanıyor: "Demek bu kadar hayat dolu, bu kadar canlı olan bu kız şimdi öldü, öyle mi?"

Üçüncüsü, hikâyedeki estetik unsur kullanılmaya, kitlelere takdim edilmeye uygun görülüyor. "Çekici, güzel bir kız." Schopenhauer'e gönderme yaparak, Foster estetik formu itibarıyla öne çıkartılacak özelliklere sahip olmasaydı, bu kadar gündeme gelir miydi, diye sorabiliriz? Öte yandan kitlelerin istikrarsız bilinçdışı alanlarının "güzel insanların ölümü"ne gösterdikleri karanlık tepkinin medya için kullanım değeri, üzerinde uzun uzun durulması gereken bir husus. "Bak gördün mü, sonuçta herkes ölüyor"un eşitleştirici düşüncesindeki dünyevi farklılıklara yönelik kahır ve sitemden öfke ve acıma duygusuna kadar her şeyi kucaklayan karmaşık duygusal set, medyanın dokunduğu mühim bir yer.

Dördüncüsü "Foster", melez birisi, baba Amerikalı, anne Türk. Garp ile Şark'ın karışımı. Tefekkür dünyasında iki yüzyıldır gerçekleştiremediğimiz bir yan yana gelme halinin somut karşılığı. Defne ve Foster isimleri birlikte anıldığında Garp-Şark anlatıları ile dolu kolektif muhayyilenin hangi yaralarına sesleniliyor, düşünmek lazım.

Beşincisi, hikâyenin çözümlenmesi gereken, tıpkı televizyon dizileri gibi, karanlık bir yanı var: Olay tuhaf, nasıl oldu, sorusu hayati. Merak öğesi güçlü bir durumla karşı karşıyayız. Evli, on sekiz aylık çocuğu olan bir genç kadın bardan bir erkek arkadaşıyla samimi bir pozla çıkıyor, onun bekâr evine gidiyor ve orada ölüyor. "Alnındaki ince sıyrık"a gösterilen ilgi buradaki karanlığa bir ışık tutma girişimi. Ancak ürkek, tedirgin bir hamle... O sorulmayana ilişkin Hıncal Uluç bir yazı yazıyor ve bu defa başlı başına orada söylenenler tartışma konusu haline geliyor.

Altıncısı, 32 yaşa ait bir ölüm, nüfusunun büyük çoğunluğu otuzun hemen altı olan bir ülkede ayrıca "demografi üzerinden sosyolojik, psikolojik" bir yan anlama sahip. Büyük bir kesimin üç dört sene sonraki "geleceği"ne ilişkin bir örneğin hayatı, arayışları, hayal kırıklıkları ilham verici bir alan. Her teferruat, gazetelerdeki burç anlatılardan daha fazla ilgi çekebilir.

MEDYANIN HİYERARŞİSİ OLUR MU?

Kitle iletişim kuramları arasında 72'de M. McCombs ve D. Shaw tarafından dillendirilen "gündem kurma" (Agenda-setting theory) diye bir yaklaşım vardır. Burada denilir ki, medyanın gücü insanların düşüncelerini biçimlendirecek ölçüde değildir, yaptığı ne üzerine düşünmeleri gerektiğine ilişkindir. Medya gündem oluşturur ve "herkes" onun üzerine konuşur. Medya neye göre gündem oluşturur? Onu ne hareketlendirir? İşin karmaşık iktidar ilişkileri alanı, çıkarlar, ideoloji, hegemonya vs. kısımları elde var bir. Fakat bir cemaat olarak medya gündemi oluştururken yeni bir Patrici ve Pleb yapısı doğuruyor. Dışarıdaki hayatın akışı içindeki olaylar medyanın dünyayı hiyerarşik bir tahayyül üzerinden gören gözünde yeniden biçimlendiriliyor. Foster öne çıkıyor, on yedi kişi bir sayı olarak orada öylece kalıyor. Aksaray'daki küçük kızın çığlığı Patrici vicdanında bir an yanıp sönen bir ışık. Malum, baykuş geceleri tüm ayrıntıları görür, köstebek ise kördür. Medyada kimi olaylara baykuş gözüyle bakıyor, kimilerine ise köstebek gözüyle. Patricilere yönelik bu baykuş gözü, kitlelerin kendi hikâyesi ile medyanın anlatısı arasındaki yarılma dolayısıyla gelecekte ne tür problemler doğuracak, göreceğiz. Belki bugün seyirlik gibi gözüken unsurlar, kitlelerin bilinçaltında tavan arasını daha da yüklü hale getiriyor. Belki her şey, ölümler dâhil, yeni bir form kazanıyor gibi gözüken "eğlence" dünyasına ait. Vicdan, gözyaşları, boğazımızdaki düğüm ya da sevinç, heyecan, mutluluk... Duygularımız ve duyarlılıklarımız belki anlık bir efekte, muhayyel dünyaya ait bir varsayıma dönüşüyor...

Paul Virilio'nun bahsettiği hız dünyasında belki bir parça soluklanıp, gerçekten ne oluyor, ona bakmak lazım. [email protected]

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT