1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Küba’nın Kalbindeki Hançer’de Bin Altı Yüz Gün
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Küba’nın Kalbindeki Hançer’de Bin Altı Yüz Gün

06 Mayıs 2008 Salı 00:50A+A-

“Kardeşim dedim Acılarıma da kardeş olur musun?”

Cahit Zarifoğlu(2000; 427)

Fidel Castro Guantanamo* için “Küba’nın kalbine saplanan hançerdir” demişti. Amerika, 11 Eylül 2001’den sonra ele geçirdiği ve düşman savaşçı olarak tanımladığı yaklaşık 550 kişiyi Küba’daki Guantanamo üssünde her türlü insani ve hukuki sınırı ihlal ederek tutmaya başlamıştı. İmparatorluk görevlileri bu kişilerin çoğunun özel olarak eğitilmiş el Kaide, Taliban’ın birer üyesi olduğunu iddia ederek her türlü hukuki ilkeyi göz ardı etmişti.

Murat Kurnaz, Amerika’nın Küba adasında bulunan Guantanamo üssünde “Düşman Savaşçı” sıfatıyla beş yıl tutuklu kaldı. Bu sıfat terörle savaş kapsamında düşünülüyor. Bunun da anlamı şu: “Bu kişiler Afganistan ya da çevresinde, Amerika ya da Koalisyon güçlerine karşı savaşırken ya da savaşanları desteklerken ele geçirilmiştir.” ABD'nin Guantanamo'daki hapishanelerinde 4 yıl işkence gördü, terörist damgası yedi. 2006 yılında serbest bırakıldıktan sonra da dünya onun gözünden, dilinden Guantanamo'yu, işkenceleri, Pakistan'ı ve İslam'ı tartıştı. Almanya'da yaşayan Sakarya'nın Kuşça köyünden Murat Kurnaz, yaşadıklarını Hayatımın Beş Yılı adıyla kitaplaştırdı.

Murat Kurnaz, sözün ve yazının kudretine inanan insanlardan biri olarak bizi acıların, işkencenin tanıklığıyla örülmüş anıları ile bu kez şahitliği ile okuyucu karşısına çıkıyor. Konuşmak, fark ettirmek, anlamak ve en önemlisi de yaşananları, yaşadıklarını anlatmak istiyor. Guantanamo’ya ilişkin iliştirilmiş gazetecilerin eklemli anlatımlarından farklı, stratejistlerin geometrik bakışlarının toptancılığa karşı, insanın iç dünyasını da hesaba katan, insanın yaşadıklarının öneminden hareket eden bir bakışın yaşanan zulümleri yorulama da bize rehberlik edebileceğinden hareketle oluşturulmuş bin altı yüz günlük bir tutsaklık oluşturuyor anıların ana gövdesini.

Yaka paça tutuklanmak ve üç bin dolara imparator lejyonerlerine satılmak bir örselenmeye uğramaktır. Gündelik hayatın emniyet içindeki kaotikliğinin birdenbire tekdüzeleşmesidir tutuklanmak. Tutuklanmak bu yüzden o kaotik huzur ve emniyetten bir kopuşu simgeler. Tutuklanınca tutulur insanın ama önce nutku tutulur… Tutuklu olmak kişinin önce kendi ayakları üzerinde durma hakkının elinden alınmasıdır aynı zamanda başlayan sistematik işkencenin ‘normalliğine’ katlanmak demektir.

Ölümle hayatın arasındaki sınırların geçişken olmaya başlamasının acıyla fark ettirilmesidir. Bireysel eylemin imkân ve sorumluluklarının sona ermesi demektir. Bir sabah, dilini anlayamadığınız ve simgelerini çözemediğiniz bir kafeste uyanmaktır bu. Başınızın sürekli sıkıştırıldığı binbir belaya uğramaktır. Kimden ve nasıl yardım isteyeceğinizi bilememe halidir. Kafes ev değildir. İşte bu yüzden evde olmak çok güzeldir. Evin aşinalığı, az şaşırtıcılığı, kaygısızlığı…

Başlangıçta ilişki vardı” demiş Martin Buber. Guantanamo ise insanın acılarına ortak kardeşleriyle ilişki kurma arzusunun, insanın içsel ve fıtri özleminin sözel temasının bile engellendiği bir cehennemdir. Murat Kurnaz, vicdanı günden güne karalaşan bir imparatorluğun demir kafeslerinden birinde yaşadıklarını anlatmaya ve kötülük düzenini deşifre etmeye azmetmiş çağın soylularından biri. Bu yüzden anlattıklarının farkında olarak nefret etme hakkımızdan başlayarak başka eylemlilikler içinde olmak gerekiyor. Murat Kurnaz’ın Hayatımın Beş Yılı,  adını taşıyan anıları Nurdan Gürbilek’in deyimiyle “sert metinler”den oluşuyor. Sert malzemelerden yapılmış metinler; su gibi akmaz, dökülmez. Okunurken en akıp giden zamanda bile tutulmuş bir soluğun salıverilmesi gibi yazılmıştır. Acıdan, işkenceden, kazınarak, yontularak, yoğrularak yazılmıştır çünkü bu metinler. Bu ise anıların, koyulaşmış, katılaşmış bir zaman dilimini anlatmak üzere kaleme alınmış olmasından kaynaklanıyor.

Murat Kurnaz’ın Guantanamo yolculuğunun başlangıcı ile Tahran’da bir sette çekilen Guantanamo Yolu filminin şok edici gerçekleri ile benzeşiyor. Guantanamo’ya götürülenlerin hemen hepsi 2001 yılında ABD’nin Afganistan’ı işgalinden kısa bir süre önce yakalanır. Yakalandıkları yer ise genellikle Pakistan’a geçmek için gittikleri Peşaver’dir. (Özdemir; 2007: 24) Kurnaz’da önce Pakistan’da Paşever’de hapsedilir. Ardından 3000 dolara ABD’ye satılır. Mavi bir tulum giydirirler. Başlarına çuval geçirerek Kandahar’daki Amerikan üssüne getirilir. Guantanamo Yolu Berlin Film Festivali’nde yönetmen Winterbottam’a “En iyi yönetmen ödülü”nü kazandırmıştı. Filmin oyuncuları Rizvan Ahmet ve Ferhat Harun da garip bir şekilde filmin galasının yapıldığı Berlin Film Festivali’nden dönüşlerinde Londra’daki Luton Havalanında Terörle Mücadele Yasası uyarınca sorgulanmak üzere gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılmışlardı.

Murat Kurnaz 1982 yılında Almanya’nın Bremen kentinde doğmuş. Kurnaz ailesi, 1971 yılında Türkiye’den Almanya’ya çalışmak üzere gitmiş ve orada kalmış. Murat Kurnaz, Almanya’da gittiği camide Tebliğ Cemaati ile tanışır. Pakistanlı ve Hintlilerin yoğun olduğu Tebliğ Cemaati, Murat Kurnaz’ı İslam’ı daha iyi anlayabilmek ve öğrenebilmek amacıyla Pakistan’ın iyi bir yer olduğuna ikna ederek ve gerekli bağlantıları sağlarlar. Kurnaz anılarının başında Pakistan’a gitmenin iyi bir fikir olmadığını belirtir. Kurnaz, 11 Eylül saldırılarından bir ay sonra,  Frankfurt An Main havalimanından 3 Ekim 2001'de Karaçi'ye uçtu. O tarihte Afganistan’da işgal başlamamıştı. Murat Kurnaz, tutuklanıncaya kadar, altı hafta boyunca Tebliğ Cemaati ile bu ülkeyi dolaşır. Peşaver ve İslamabad’da birçok camiyi ziyaret eder. Orada arkadaşlarıyla Kur’an dersleri ve hadis dersleri yapar. Cemaatin gündelik davranış kodlarını öğrenir Almanya'ya dönmek üzere hava alanına giderken rutin kontrol yapan Pakistan polisi Murat'ı tutukladı. İki hafta işkenceli soruşturma sonunda Afganistan'a Kandahar'a götürüp Amerikan askeri makamlarına teslim ettiler. Orada işkence gördü. Almanya'da bir süre yaşayan 11 Eylül terör eylemlerinin planlayıcısı Muhammed Atta ile ilişkisi olup olmadığını, Usame bin Ladin ile ilişkisi olup olmadığını defalarca üstelik işkence ile sordular. Gazeteci olup olmadığı, Almanya adına çalışıp çalışmadığı türünden türlü sorularla karşılaşır Kurnaz ise bütün bu soruların vizesi ile ilgili olduğunu birkaç sorunun ardından serbest bırakılacağını düşünmektedir. Amerikalıların sorgularına karşı o Lahor’daki Mansura Merkezinde Kur’an öğrenmek için geldiğini ama oradakilerin şu sıra bir yabancıyı kabul etmelerinin çok tehlikeli olacağını belirttikleri için onun bu talebinin karşılıksız kaldığını belirtir. Kurnaz’ın burada kalan diğer tutuklular gibi sesini duyuramadığı, cevaplarının yeterli bulunmadığı anlaşılır. İmparatorluk sakinleri onun cevaplarını kabullenmez ve ona inanmazlar. Vahşi bir cezalandırma biçimi olan işkencenin belirsizliğinde, bilinmezliğin ürkütücülüğünde kabus gibi beş yılın başlayacağından habersiz sorgulu günler geçirir.

Yolculuğa çıkmak her zaman zordur. Üstelik belirsizlik ve bilinmezlikle işkencenin tecritin de o söz konusu olduğu Guantanamo yolculuğu ise hiç kolay değildir. Kargo uçaklarıyla saatlerce Afganistan’dan Küba’ya taşınan bu yolcular sıkıntılı bir yolculukla buraya ulaşırlar. Mola vermeden saatlerce uçan bu yolculardan bir olan Yusuf İkbal bu yolculuğu şöyle anlatır“İnsanlar altlarına işediler. Tek mola Türkiye’deki Amerikan hava üssünde iki buçuk saatlik bir konaklamaymış. (..) Tüm benliğimi kaplayan tek şey ciddi şekilde acı çekiyor olmamdı. Muhafızlar uyumamı söylediler ama kemer böğrüme batıyordu. Sonunda Küba’ya ulaştığımda kanamanın olduğunu fark ettim. Bundan sonraki altı ay boyunca ellerim hissiz kaldı”  (Rose; 2005: 19) Kandahar'daki Amerikan üssünden yıllarını alacak bir hapis yaşamı için Guantanamo'ya gideceğinin farkında değildi. Sakallarını kestiler, saçlarını tıraş ettiler. Başı ustaca sarıldı. Kulaklıklar, yüz maskesi, siyah plastikle kalınlaştırılmış "Goggle" denilen bir dalgıç gözlüğü... Asker kelepçelerini iyice sıktığında bileklerinde dayanılmaz bir acı hissetti. Bütün bu kıyafetlerin anlamı şuydu: Isıramasın, tüküremesin, herhangi bir hastalık bulaştırmasın! Uçak yolculuğu tam 27 saat sürdü. Yere indiğinde, köpek sesleri duydu, kavuran sıcağı hissetti. Adana'ya da ya da Kıbrıs'a geldiğini sandı. Etrafındaki askerler ilk olarak kollarındaki kıllarını yoldu. Ağzına bir tıkaç tıkandı ve parmak izleri alındı. Yeni tutuklu numarası da 61'di artık

Amerikan şahinlerinden Dick Cheney ise burayı allayıp pullamakla meşguldür. Ona göre burası bir ‘tatil köyü’ gibi konforludur. Müttefikleri Tony Blair ise “Guantanamo bir anomalidir” diyerek olayın hiç de tatil köyü ile ilgisinin olmadığını ifade eder. Sadece tespit yapar. Kurnaz ve beraberindekiler Guantanamo Körfezi’nde X-Ray kampına götürülür. X-Ray kampı Guantanamo’yu simgeleyen en önemli kamptır. Diz çökmüş turuncular içindeki tutukluların ilk görüntülerinin çekildiği kamptır bu. X-Ray röntgen ışının İngilizcesidir. Bir ucundan diğer ucuna kadar şeffaf olan bir esir kampıdır. Dar kafesler insanların umutsuzluğunu arttıracak şekilde inşa edilmiştir. Kamp A’dan E’ye kadar sıralanan altı bölümden oluşmaktadır. (Kurnaz; 2007: 84) Guantanamo Yolu filminde anlatıldığı gibi hücredekilerin birbiriyle konuşmalarına izin verilmez. Yemekler berbattır. Mataraların kapakları yoktur. İçine kurbağalar rahatlıkla girebilir. Arka planda ise her zaman şiddet tehdidi vardır. Buranın kuralları keskindi. Kurallara uyduğunda da cezalandırılabileceğinin farkında değildi. Hepsini yaşayarak gördü. İlk gece, battaniyeyi sadece bacaklarının üzerine örteceğini öğrendi. Yan değil, sırt üstü uzanması gerekiyordu. Kafeste ayağa kalkamazdı, dolaşamazdı, gün boyunca oturup, gece boyunca da uzanması gerekiyordu. Dikenli tele dokunulmazdı, konuşmak yasaktı, parmağıyla tozda bir şey çiziktirmek, ıslık çalmak, mırıldanmak, şarkı söylemek ya da gülmek diğer yasaklardı.

Guantanamo Körfezi'ndeki Delta Kampı'nda kaldığı dönemde hiçbir sorgucu Murat Kurnaz'ın ağzını açamadı. Ta ki Türk sorgucularla karşılaştığı o güne dek. O gün Türkiye'den gelen sorgucuları karşısında bulduğunda konuşmaya başladı. Sorgu odasında üç kişiydiler. Biri Kurnaz'a "Nedir bu böyle? Hiçbir Türk'ü karşımda böyle zincirlenmiş göremem! Böyle bir şey olmaz, hemen gardiyanı çağırın" dedi. Murat Kurnaz kitabında bu noktadan sonra Türk sorgucularla arasında geçen diyaloğu şöyle anlatıyor: Nerede tutuklandığımı öğrenmek istedi. 'Pakistan'da" dedim, 'Tutuklanmadım, birkaç soruya cevap vermem için otobüsten inmem rica edildi, ben de indim.' O anda Türk'ün ses tonu değişti. 'Bu da nasıl bir yalan!' Bağırmaya başladı. 'Bu kadar zahmete girip buralara kadar gelelim, daha ilk soruda yalana başlıyorsun, öyle mi? Eğer sana yardım etmemizi istemiyorsan, karar senin. Terörist olmaya nasıl karar verdin?' 'Ben terörist değilim'. 'Tabii, ya nesin? Terörist olmasaydın, burayı boylamazdın! Burada hepiniz teröristsiniz. Adam ayağa kalktı, tehdit edercesine yumruğunu kaldırdı. Oysa beni hiç korkutamamıştı. Tam tersine, öfkeden köpürüyordum. Ertesi gün Bremen'deki Alman arkadaşlarım hakkında birkaç soru sordular. Bremen polis teşkilatında çalışan ikisiyle özellikle ilgileniyorlardı. 'Senin casus olduğundan eminiz' dediler. Gerçekten kızdım. 'Pekala, eğer casus olduğumu düşünüyorsanız, o zaman öyledir. Bununla ne demek istediğinizi anlayamadım ya, ama sizin gözünüzde casusum, o kadar. Artık sorulara cevap vermiyorum' dedim. Biliyordum, bu insanlar, bu hükümet bana yardım etmeyecekti. Asla. 'Pekala, öyle olsun. Burada olmayı hak etmişsin' dedi Türk yetkili ve iki adamı. (Kurnaz,2007:145)

Yazarı kendisine yapılanları çok gerçekçi ve inandırıcı bir biçimde anlattığı için kitap önemli Fakat "Hayatımın Beş Yılı" sadece çekilen acılara ilişkin bir rapor veya Kurnaz'ın suçsuzluğunu kanıtlamaya çalıştığı bir kitap değil. Murat Kurnaz Guantanamo’daki günlük yaşamı çok ayrıntılı bir biçimde anlatıyor: Mahkumlara uygulanan acımasızlık, dayak, izolasyon ve aşağılama. Kurnaz, birbirleriyle konuşmaları yasak olan tutukluların nasıl bir lider seçtiklerini de anlatıyor. Amerikalı askerlerin Kuran'a yönelik tavrı karşısında tutuklular açlık grevine başlamıştı. Kafeslerde yaşamalarına rağmen tutuklular ilginç bir yöntemle de örgütlenip aralarında "Emir" yani lider seçmişlerdi. Kurnaz, "Amerikalıların habersiz oldukları, gizli bir oylamaydı" diye anlatıyor kitabında. 500 tutuklu kendi arasında önerileri toplayıp değerlendirecek 10 kişi seçmişti. Bu 10 kişi üç temsilci seçmiş, üç kişi de liderlerini belirlemişti. Liderin kim olduğunu bu üç kişi dışında kimse bilmiyordu. Emir yani lider de Amerikalılarla konuşacak ve dışarıya karşı "lider" olarak ortaya çıkacak bir başkasını seçmişti. Kurnaz, "Böylelikle gerçek Emir perde arkasında kalabilecekti" diyor. Hatta Kurnaz anılarında, "Amerikalıları yemledik: Sanki bir Emir seçiyormuş gibi yapıp, adını da söyledik. Böylelikle Amerikalılar belimizi kırdıklarına, bundan böyle açlık grevi yapamayacağımıza inandılar" diye de bir itirafta bulunuyor. Oysa kararları arka plandaki lider vermeye devam ediyordu. Kurnaz da bir blokun lideri olmuştu. Amerikalıların muhatabı oydu. Murat Kurnaz, kitabında çok önemli bir itirafta daha bulunuyor. Guantanamo'daki tutukluların liderinin kim olduğunu Amerikalılar hâlâ bilmiyor. Ama ismini Kurnaz biliyor ve de ekliyor: "Hâlâ Guantanamo'da ve hâlâ bütün tutukluların reisi.”

Kamp kamp gezdirildiği dönemde Murat Kurnaz bir şeyi fark etmişti. O kadar ağır işkenceye rağmen Amerikalılar onların ölmesini istemiyordu. Bu durumu da Kurnaz, ABD Başkanı George Bush'un bu yüzden başının sıkıntıya girebileceği ihtimaline bağlıyor. Zaman işkenceyle, sorguyla, dayakla geçiyordu. Kurnaz kafesinden nöbetçi askerlerin "Arkanı dön, ellerini başının üzerine koy" talimatıyla kelepçelenerek çıkarıldı. Duş vakti gelmişti. Duş kafesinin içine soktular onu, kelepçelerini çözdüler, hortumdan ince bir su akıyordu. Sabunu aldı, vücudunu sabunlamaya başladığında, Kurnaz'ı "Üç, iki, bir, bitti" deyip duştan çıkardılar. Bir dakika bile sürmemişti duş. Guantanamo'nun duşları da işkence gibiydi. Kurnaz'ın Guantanamo'da kaldığı dönem en büyük korkusu revire asla düşmemekti. Çünkü ne pahasına olursa olsun revire götürülmek istemiyordu. Revire giden ya parmaklarını ya bacaklarını ya da dişlerini bırakıp geliyordu! Kur naz kendisine yapılanları sanki sadece bedeni yaşamışçasına anlatıyor, birinci tekil şahıs anlatan hemen hemen ortaya çıkmıyor. Kendisine neler yapıldığını bilmiyordu ve bugüne kadar da bunu öğrenebilmiş değil: "Pek çok bağlantıyı hala kuramamış olmama rağmen o zamanlar nasıl uluslararası politikanın çarklarına düşmüş olduğumu ancak anlayabiliyorum. Ama Berlin’de araştırma komisyonu karşısında konuştuktan sonra tekrar hiç istemeden politika çarklarına kapıldığımı da görüyorum." Bu cümle kitabının en sonunda Kurnaz’ın anlattıkları deneyimleri; ruh hali ile daha dramatik bir hal arz eder. Onun anlattıklarını Guantanamo’da kalan ve hala İzmit’de yaşayan, yaşadıklarını yazmakta olan Salih Uyar’ın anlattıkları ile daha da belirgin olacaktır. Bu kitap katlanması zor, ama bir o kadar da okunması gerekli bir kitap.

 

ZARİFOĞLU, Cahit (2000) Şiirler, Beyan Yayınları İst.

ÖZDEMİR, Cüneyt (2007) Cehennem Kafesi, Doğan Kitap, İst

KURNAZ, Murat (2007) Hayatımın Beş Yılı, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Merkez Kitaplar,

GÜRBİLEK, Nurdan (2005) Yer Değiştiren Gölge, Metis Yayınları İst.

ROSE, David (2005) Guantanamo, Amerika’nın İnsan Haklarına Karşı Savaşı, Çev: Şule Gülmen, 1001 Kitap. İst.

 

* “Guantanamo, Küba’nın en doğu ucunda yer alan 116 kilometrelik bir körfez. Üs metrekare olarak çok geniş gibi gözükmese de, tarihi çok geniş.

XIX. yüzyılın sonlarında Küba, Latin Amerika’daki İspanyol sömürgeciliğinden kurutulmak için mücadele veren en son ülkeydi. 1898 yılında Küba, İspanya’dan bağımsızlığını almak için 30 yıldır mücadele ediyordu. Küba İspanyollarla savaşırken, Amerikalı yetkililer, savaşa girmeye ve ülkeyi askeri olarak işgal etmeye karar verdiler.

XX. yüzyılın başlarında, Washington hükümeti, birliklerini adadan bir şartla çekeceğini açıkladı. Küba bağımsızlığını elde etmek için bu şartı kabul etmek zorunda kaldı. Herhangi bir bitiş tarihi belirlenmeksizin bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmayla Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri, gemilerinin yakıt ikmallerini sağlamak üzere iki tane üsse sahip olacaktı. ABD’nin istediği üslerden sadece bir tanesi, -Guantanamo’daki üs- kuruldu ve 10 Aralık 1903 tarihinde faaliyete geçti. 1903–1958 tarihleri arasında, genellikle Amerika ile iyi geçinen Küba hükümetleri, 4 000 dolarlık kira ücreti karşılığı, belirli bir bitiş tarihi olmaksızın, Guantanamo’nun ABD tarafından kullanılmasına ses çıkarmadı.

Fakat 1 Ocak 1959’da Küba Devrimi gerçekleştiğinde Guantanamo’nun hem önemi arttı hem de kaderi değişti. Guantanamo, ABD ile Küba arasındaki mücadelenin arenasına dönüştü. Küba’nın yeni yönetimi anlaşmayı feshettiğini açıkladı ve kira bedelini tahsil etmeyi reddetti. Küba Devlet Başkanı Fidel Castro ABD’nin yolladığı kira bedeli çekini geri yolladı ve yıllardır süren bu işgalin yasadışı olduğunu ve sona ermesi gerektiğini belirterek, Guantanamo’daki torakların iadesini talep etti...

Kiraladığı toprağın parasını almayı reddeden Küba, bununla da kalmadı ve üssün suyunu kesti. ABD bir süre Jamaika’dan su ithal etti. Fakat daha sonra ithal edilen suyla değirmenin dönmeyeceğine kanaat getirip, kendi dönüşüm tesislerini kurdu. Deniz suyunu arıtarak kullanılabilir su ve elektrik elde etmeye başladı.

Üs toprakları ile Küba topraklarını birbirinden daha sıkı sınırlarla ayırmak için mayın döşenmeye başlandı. Şu anda Küba’yla aralarında 75 000 mayından oluşan ve hiç kimsenin giremediği ve dünyanın en büyük ikinci mayınlanmış alanı bulunuyor. (Özdemir,2007,52,53)

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum