Ahmet Altan

Ahmet Altan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kriz

10 Ağustos 2011 Çarşamba 17:21A+A-

Şu anda insanlık sıkı bir sopa yiyen boksör gibi.

Ardı ardına şiddetli darbeler iniyor.

Dünyanın “cenneti” kabul edilen Norveç’te bir faşist onlarca genç çocuğu tek tek öldürüyor, demokrasinin beşiği İngiltere’de sokak çeteleri ayaklanıp Londra’yı yakıyor, Libya’da iç savaş bütün şiddetiyle sürüyor, Somali’de her gün insanlar açlıktan hayatlarını kaybediyor, Suriye’nin diktatörü bir yandan kendi halkını katlederken bir yandan tanklarını Türkiye ve Irak sınırına yığıyor, İran Kandil eteklerinde yeni mevziler kuruyor, Yunanistan ekonomik olarak batıyor, İtalya ve İspanya borçlarını ödeyemez duruma geliyor, Amerika maliyesini düzeltemiyor, altın fiyatları patlayıp gidiyor, borsalar altüst oluyor...

Kim dövüyor insanlığı böyle?

Her zaman olduğu gibi insanlığın kendisi...

İnsanlık hiçbir zaman bitmeyen bir gerilimi taşır içinde, bir yanı değişirken, diğer yanı değişime direnir, büyük bir değişimin eşiği aşılırken değişen ve değişmeyen parçalar arasındaki gerginlik bu çekişmeyi taşıyamaz.

Değişen parça da, yeni şartlara uygun yeni bir hayat biçimini hemen oluşturamadığından, bu gerginliği olumlu bir kanala akıtarak çözemez.

Büyük bir kırılma ve kriz yaşanır.

Bugün olduğu gibi...

O kadar çok değişimi aynı anda yaşıyoruz ki her biri ayrı bir krize yol açıyor.

Bir yanda “değişime öncülük” eden gelişmiş ülkelerin kendi başlattıkları değişime ayak uyduramamalarının, eski alışkanlıklarını terk edememelerinin, paralarını ve enerjilerini yanlış alanlara yönlendirmelerinin yarattığı ekonomik kaos var.

Yunanistan, Avrupa Birliği’nden aldığı paraları har vurup harman savurunca battı.

Avrupalı ülkelerin çoğunun kendi oluşturdukları Avrupa Birliği’ne çok fazla güvenmeleri, sırtlarını AB’ye dayayarak aşırı borçlanmaları, “nasıl olsa AB bir şekilde halleder” diye aldırmaz davranmaları, sonunda Avrupa’nın sırtına taşıyamayacağı kadar ağır bir yük yükledi.

Avrupa kendi yükünün altında ezildi.

Amerika ise bir yandan dünya teknolojisinin değişim merkezi olurken bir yandan “parasını kullanma” biçimi olarak geçen yüzyılın alışkanlarını aynen sürdürebileceğini sandı.

Paradan para kazanma sihrinin tekerini boşlukta döndürmeye koyuldu.

Ellerindeki bol parayı hiçbir karşılığı olmayan “mesken sektörüne” yatırdılar, kredileri ödeyemeyecek insanlara kredi verip ev sattılar, sonunda krediyi alanlar borçlarını ödeyemedi, kredileri veren bankalar battı, evler elde kaldı, denge bozuldu.

Amerika “iPad”i icat etti ama “iPad”e uygun bir ekonomik ve sosyal yapıyı kuramadı.

Finans krallarıyla kraliçeleri yirminci yüzyılın alışkanlıklarına göre davranmayı sürdürünce, Amerikan ekonomisi kökünden sallandı.

Gelişmiş ülkeler kendi iç dengelerini koruyamadılar ama gelişmişlerle gelişmemişler arasındaki dengeler de düzelemedi.

Yunanistan bahçesi olmayan hastaneye üç bahçıvan atayıp beleşten para ödeme lüksünü sürdürürken Afrika’da insanlar ölüyordu.

Batılıların yüzlerce yıl, sonuna kadar abanıp belini kırdığı Afrika, fakirliğine bir çare bulamıyordu.

Batılı ülkelere göçmenler gitmeye başladılar.

Max Frisch’in dediği gibi Batılılar “işçi beklerken insanlar geldi” ve o insanlar kendi geleneklerini, kültürlerini Batılı ülkelere taşıdılar.

Hem dünyada üretim tarzı değiştiği ve insan bedeni artık eskisi kadar değerli olmadığı için artan “işsizlik”, hem bu işsizliğin yarattığı rekabetin beslediği kızgınlık, hem de bu kızgınlığı çatışmaya döndüren kültürel farklar, en sakin ülkelerde bile cehennemler yaratmaya başladı.

Ortadoğu’da ise diktatörler değişime direniyorlar ve halklarını alabildiğine ezme “özgürlüğünü” sonsuza dek kullanabileceklerini sanıyorlardı.

Diktatörlükler büyük yolsuzlukları da beslediğinden onların varlığı ekonomik sistemin zaten aksayan gidişatını daha da zora sokuyordu.

Diktatörlüklerdeki halklar, dünyanın da desteğiyle ayaklanmaya koyuldular.

Kaddafi gibi, Esad gibi diktatörler hem kendi halklarına hem de dünyaya meydan okuyorlardı.

Şimdi bütün dünya, her biri bir diğerini tetikleyen birçok çatışmayı birarada yaşıyor, insanoğlu kendi yarattığı değişime ayak uydurmakta zorlanıyor, değişen parçasıyla değişmeyen parçası arasındaki gerginlik kırılma noktasına geliyor.

Dar bir geçit burası...

Ne yazık ki bütün büyük değişimler böyle “dar kapılardan” geçerek mümkün olabiliyor.

Buradan geçeceğiz ama geçerken biraz örseleneceğiz.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT