1. YAZARLAR

  2. Abdullah Muradoğlu

  3. Kral İdris ve Albay Kaddafi..
Abdullah Muradoğlu

Abdullah Muradoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Kral İdris ve Albay Kaddafi..

29 Mart 2011 Salı 17:30A+A-

"El Kuds'ül Arabi" yazarı Abdülbari Atwan bir yazısında Libya halkının Kaddafi rejimine karşı ayaklanmasının nedenlerini sıralamıştı.

Atwan, Kaddafi'nin petrolden elde ettiği 200 milyar doların üzerinde oturduğunu, yanısıra Libya hazinesine yılda 50 milyar doların girdiğini de eklemişti.

Arap dünyasını iyi tanıyan Atwan sözkonusu yazısında şunları söylemişti:

"Halihazırdaki Libya devrimi ekonomik sebeplere dayanmıyor. Tamamen siyasi sebeplere dayanmaktadır. Nüfusun yüzde 52'sini oluşturan (25 yaş altı) gençler, babalarının kırk yıldır kabullendikleri aşağılanmayı ve baskıyı kabullenmeyeceklerdir. Bu yüzden sosyal adalet, gerçek demokrasi ve servetin eşit paylaşımı için köklü değişim talep ediyor."

İslam dünyasının nüfusunun büyük bir kısmı gençlerden oluşuyor ve maalesef bu dünyada yer alan ülkelerin çoğunda tek parti rejimleri, diktatörlükler ve monarşiler egemen.

Bu noktada Libyalı siyaset bilimci Prof. Mansur Ömer el-Kahya'nın "Libya'nın Kaddafisi" başlıklı kitabında, 1969'da Kral İdris'in neden kolayca devrildiğine ilişkin olarak yer verdiği açıklamalarına değinmek istiyorum.

Tabii ki Kral İdris'in Kaddafi ve 10 arkadaşının liderlik ettiği "Hür Subaylar" tarafından alaşağı edilmesinde Arap dünyasını baştan aşağı saran popüler Arap milliyetçiliklerini temsil eden "Nasırcılık" ve "Baasçılık" ideolojilerinin büyük payı vardı.

Ama tek neden bu değildi ve bugün Kaddafi rejimini sona yaklaştıran nedenlerle de ilgisi var.

Prof. Mansur Ömer Kahya da bu sebeplere dikkatimizi çekiyor kitabında.

***

1950'lerin başında İtalyan sömürgesinden kurtularak bağımsızlığını kazanan Libya petrol üretimiyle birlikte zenginleşmişti.

Libyalı gençler Batı'da eğitim almaya başlamışlardı ve bu ülkelerdeki siyasi özgürlükleri kendi ülkelerinde de görmek istiyorlardı.

Kral İdris'in bütün iyi niyetliliğine rağmen, yönetici sınıf bu değişim isteğine cevap verecek nitelikte değildi.

Prof. Mansur'un ifade ettiği gibi ülkenin geleneksek yönetici sınıfı aynıydı ve ayrıca yeni oluşan orta sınıf ve aydınlar tarafından talep edilen siyasi reformlar monarşi yönetimi tarafından sürekli reddediliyordu.

Yönetici sınıf geniş tabanlı bir siyasi katılıma izin vermemekte direniyordu.

Bakın Prof. Mansur ne diyor:

"Libyalı gençler tıpkı dünyanın diğer yerlerindeki gençler gibi hayata başkaldırmak ve hayatı büyüklerinin talimatlarıyla değil yaşayarak tanımak istiyorlardı, fakat başlarındaki kısıtlayıcı yönetim bir türlü buna izin vermiyordu. 1968 yılında, gençlerin düzenledikleri gösterilerde en sık duyulan sloganlardan biri 'Şeytanın idaresi İdris'inikinden iyidir' idi. Çıkardıkları tüm kargaşaya rağmen aslında Libya halkının istediği devrim değil, değişimdi."

Genç nesil hükümetin adaletsiz gelir dağıtımına karşı da tepkiliydi, bu nedenle devrim gerçekleştiğinde genç neslin büyük çoğunluğu ve çok sayıda orta sınıf devlet memuru yeni rejime destek verdi.

***

1970'lerin başında Libyalı gençler için Kaddafi "değişim" isteğini temsil ediyordu.

Kaddafi'nin siyasi katılımı artıracağına, ekonomiyi düzene sokacağına ve ülkeyi daha demokratik bir siyasi sistemle yöneteceğine inanmışlardı.

Aradan 41 yıl geçti ve Libyalı gençlerin beklentisi yerini büyük bir umutsuzluğa terketti.

1969'daki devrime büyük bir coşkuyla omuz veren gençler şimdi Libya'nın yaşlıları..

Torunları ise yeni bir devrim ve değişim için Kaddafi'yi ülkeden göndermek istiyorlar.

Yani, Kral İdris'in vermediğini Kaddafi de vermediği için oluyor bütün bunlar.

Yazık, Kral İdris'in akıbetinden ders çıkaramamış Kaddafi.

Başına gelenleri haketmediğini kimse söyleyemiyor bu yüzden.

Küresel değişim ve acziyet..

Küresel çapta uyanışın ve değişimin farkında olmayan diktatörler saltanatlarını kendi iradeleriyle terketmeye yanaşmıyorlar. Değişimin farkında olsalar bile on yıllar boyunca kurdukları baskı sistemi sayesinde ayakta kalmaya devam edeceklerini zannediyorlar. Mevcut halleriyle uluslararası camiada aklanmak için çil çil altınlar, pardon, çil çil petrol, yanı sıra kirli anlaşmalar dağıttılar. Ve aslında 1989'da "Berlin Duvarı"nın yıkılmasından sonra gitmeleri gerekirken bu sayede bir yirmi yıl daha uzatmış oldular saltanatlarını.

Zaten kendisi de paramparça olan, etkinliğini ve itibarını yitirmiş olan uluslararası sistemin bu rejimleri sırtında taşıması artık mümkün değil. Çünkü bu rejimlerle birlikte uluslararası sistemin aktörleri de küresel değişimin dip dalgalarının önünde sürüklenme tehlikesi içinde olduğunu farkettiler. Amerika'nın ve diğer bazı Batılı ülkelerin Hüsnü Mübarek ve Zeynelabidin Bin Ali'yi yüzüstü bırakmalarını başka türlü açıklayamayız. Daha düne kadar Kaddafi'ye etmediği şirinlik kalmayan Sarkozi'nin Kaddafi'ye iğneyi ilk sokanlar arasında yer almasını, siz isterseniz bir fırsatçılık olarak görebilirsiniz, durum değişmiyor. Fransa'yı iki yüzlü siyasete zorlayan nedenler aynıdır.

Açıkçası küresel aktörler, dipten gelen dalganın anlamını kavradılar ve en pratik yolun bu dalganın karşısında durmak yerine üzerinde sörf yaparak dünyayı yeniden biçimlendirmenin yollarını aramaya başladılar. Bu noktada İslam dünyasının önüne, kendini yenilemesi ve değişen dünyaya evrensel çapta bir cevap vermesi için tarihi bir fırsat çıktı. Eğri oturalım doğru konuşalım, bu cevabı verebilecek durumda mıyız? Bu konuyu bir başka yazıda tartışmak üzere noktalayarak halk devrimleriyle ilgili bir kafa karışıklığına dikkat çekmek istiyorum.

Her olayda Batı'nın çifte standartlarına dikkat çekiyoruz ama bu sızlanmaların ve suçu başkalarına yüklemenin sonu yok. Mevcut sorunlara çözüm getirmiyor bu mantalite. Batı Libya'ya müdahale ettiğinde "Mısır'a, Tunus'a, Bahreyn'e, Suriye'ye niye etmediniz" diye bir feryat, bin figan.. Bu tavrı anlamakta zorluk çekiyorum ve söyleyecek kelime bulamıyorum. Buluyorum elbette, "acziyet". Belki de üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gereken şey, budur. O halde "Neden aciz kalıyoruz" sorusuyla başlayabilliriz işe, belki o zaman haysiyetli bir çıkış yolu bulabiliriz. Çünkü acziyet kafalarda başlıyor ilkin. Zihinsel acziyetlerimizi aşmadıkça bir baltaya sap olamayacağımız gün gibi aşikar.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT