1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Korku imparatorluğu
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Korku imparatorluğu

10 Kasım 2010 Çarşamba 00:17A+A-

Kılıçdaroğlu, Sav'ı tasfiye ederken "Parti içindeki korku imparatorluğunu bitirdik, Türkiye'deki korku imparatorluğunu da bitireceğiz." dedi.

İlk bakışta heyecan verici bir söz olarak görülebilir. Ağır ağır, kendinden emin bir şekilde hedeflerine doğru yürüyen bir lider... İktidara giden yolları partinin içi ve dışı demeksizin döşeyen bir irade... Kararlı bir duruş vs. Öteden beri Sav'a karşı alerjisi olan, onu statükonun temsilcisi tahtına oturtan çevreler muhakkak bundan büyük memnuniyet duymuşlardır ve söylenen sözü, eylemin parıltısı yanında çok fazla tahkik etme lüzumunu hissetmemişlerdir. Ancak siyasetin belkemiğini beyanlar oluşturur. Söylenen her söz farklı bağlamlarda değerlendirilir ve bir yerde doğru gibi gözüken başka bir yerde büsbütün yanlış olabilir. Kendisini destekleyen çevrelere karşı ne söylese alkışlarla mukabele edileceğini bilen kişi, bu bağlam farkına, sözün başka bir yerde taşıyacağı tuhaf anlama kafa yoramaz, bunu yapmaya zamanı olamaz. Burada da benzeri bir durumun olduğu ortadadır.

Sadece "atfedilen vasıf dolayısıyla" Sav bakımından değil, sözün sahibi olarak genel başkan açısından da bu ifadenin doğurduğu problemler şunlardır:

CHP'ye genel başkan olurken bu durumu bilmiyor muydunuz? Partinin etkili ve yetkili makamlarında bulunduğunuz süreç içinde bunu fark etmemiş olmanız düşünülebilir mi? Eğer Sav bir korku imparatorluğu oluşturmuşsa, genel başkan olmak için siz bu korku imparatorluğu ile işbirliği mi yaptınız? Korku imparatorluklarıyla "gerekirse" stratejik işbirlikleri yapmak gelecekteki bu türden imkânlar için de benzeri yaklaşımları doğurabilir mi? CHP, iç iktidar ilişkileri ve süreçleri itibarıyla nasıl korku imparatorluğuna izin vermiş, o kişinin yıllarca o koltukta oturmasına seyirci kalmıştır? Bu sadece korku imparatorluğunu kuran kişinin iradesine mi bağlanmalıdır yoksa ona rıza gösteren, imkân veren daha temel bir yapısal problem mi söz konusudur? CHP korku imparatorlukları kurulabilen bir parti ise, bundan sonraki parti içi iktidarlar da bundan faydalanma yoluna gidebilirler mi?

Aslında bu soruları uzatmak mümkündür. Kasıt polemik yapmak değil, polemiğe dayalı bir yaklaşımın nasıl beraberinde başka spekülasyonları çağırdığına dikkat çekmektir.

Aslında Genel Sekreter Sav ve onun etrafında yaşanan gelişmeler, Türkiye'deki merkez sol siyasetin çok temel bir yapısal problemini, kolektif akletme biçimini karakteristik bir şekilde ortaya koymuştur. O da, daha önce tıpkı Baykal'ın genel başkanlığı döneminde yaşandığı gibi, siyasi başarısızlığı ağırlıklı olarak bir kişiye havale etmek, onun bir tıkaç rolü oynadığını iddia etmek, o kişi tasfiye edilirse iktidara yürüneceğini zannetmektir. Baykal genel başkanlık yaparken CHP'nin içinden dışından kimi insanlar partinin iktidara gidişinin bizzat genel başkanın siyasi tavrı, üslubu, tutumu sebebiyle engellendiği kanaatini ileri sürüyorlardı. O gitsin de kim gelirse gelsin, bundan kötüsü olamaz, diyenler bile vardı. Sonuçta Baykal gitti, yeni genel başkanla birlikte, "Acaba iktidar kapıları açılabilir mi?" duygusu şöyle bir ortalıkta dolaştı. Bu atmosferin teşekkülünde kimi basın yayın organları önemli rol oynadı. Ancak böylesi bir rüzgârla etkiyi bir yere kadar taşımak mümkündü. Bugün, CHP oylarının başlangıçta biraz yükseldiği sonra tekrar eski yerine döndüğü kanaati daha baskın. Elbette her tür kanaatin arkasında yayınlar ve kimi saha araştırmalarının sonuçları yer alıyor. Şimdi Sav üzerinden "Korku imparatorluğunun tasfiye edildiği, artık CHP'nin ayağındaki prangaların çözüldüğü, daha serbest bir şekilde siyaset yapılacağı ve toplumla buluşulacağı" propagandası yapılıyor. Bununla yeni bir rüzgâr sağlanabilir ve muhayyel düzlemde de olsa oy oranlarına ilişkin yükseliş şayiaları gündeme gelebilir mi, yaşayıp göreceğiz.

TABAN DEĞİŞMEDEN SİYASET DEĞİŞMEZ

Siyasette "rüzgâr estirmek, umut vermek, geniş kesimlere yönelik temsil edici bir dil kullanmak" elbette önemlidir. Ancak bunların sonuç verebilmesi için ikna edici bir sahihliğe yaslanması, sürekli olması, efektin ötesinde parti siyasetine nüfuz etmiş bir nitelik taşıması gerekir. Burada da yapılanlar için, "partinin yeni iktidar elitlerini destekleyen tabanının" kanaatleri, eğilimleri, alkışı değil, dışarıda olan, partiye dahil edilmeye çalışılan kenardaki, uzaktaki seçmenlerin yorumları, değerlendirmeleri önemlidir. Onlar, doğru, bütün bunlar gerçek bir yapısal değişimin işaretleri, bu parti bizi daha iyi temsil ediyor, diyebilmelidirler.

Öncelikle Sav'ın CHP içindeki yeri genel sekreterlik makamından ibaret değildir. Sav varlığıyla, duruşuyla, siyasetiyle, dünya görüşüyle CHP'nin içinde önemli bir kesimin temsilcisidir. Şimdi "gelenekçiler ve değişimciler" diye adeta ikiye ayrılmış gibi gözüken CHP'de geleneğin yanında yer alan anlayış Sav'da tecessüm etmektedir. Sav gidebilir ama bir partinin tabanındaki ana mecralar bir kişinin koltuğunu yitirmesiyle birlikte tasfiye olmazlar, siyasi çizgilerini etkin kılma mücadelesini sürdürürler, olmadı kenara çekilirler. Yeni yönetime de şu mesajı verirler: Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olacaksın. Sana rüyasında bile oy vermeyi düşünmeyen çevreleri kazanmaya çalışırken senin sadık takipçilerini yitireceksin. Uzun yıllar boyunca partiye karakterini verecek kadar güçlü olan bu mecranın sadece Sav'ın siyasi kariyeriyle ilişkili bir kader yaşayacağını zannetmek ancak safdillik olabilir. Böylesine önemli bir kesimin Sav gibi gönül rahatlığı içinde kenara alınması mümkün olmaz. Bir parti kendisini yeniden ihya etmeye kalkıştığında, riskleri ve imkânları ikna edici, etkileyici, karizmatik bir önder üzerinden zafere çevirebilir. CHP Genel Başkanı henüz bu çapta bir siyasi role hazır gözükmemektedir.

CHP için temel problem, biraz önce de değindiğimiz gibi, 'Parti niçin başarılı olamıyor?' sorusunun ve eleştirisinin, analitik bir çözümleme yerine kişilere dayalı kolaycı çözümleri öne çıkartmasıdır. Mesele isimler değildir, bu partinin ilişkili olduğu toplumsal kesimleri ve onların kolektif aklını, siyasi ortaklığını temsil meselesidir. Taban değişmeden siyaset değişmez. Aradaki bu diyalektik ilişkiyi ıskalayarak sadece yönetimin mesajları ve kimi sembolik girişimler üzerinden daha geniş toplumsal kesimlerle buluşulduğu etkisini doğurmak mümkün değildir. Açılım yapılmak istenilen çevrelerden birilerinin yakalarına parti rozeti takmak yetmez, onlar parti yönetimine katılmalı, akıllarını ortak aklın içine yerleştirebilmelidirler.

Dün CHP'nin iktidara yürümesini engelleyen Baykal'dı, bugün Sav olduğu söylendi. Aynı kulvarda gidildiği takdirde gelecekteki kurbanın kim olacağını tahmin etmek için kâhinliğe gerek yok. O zaman yeni iktidar sahibinin de bir başka korku imparatorluğundan bahsetmesi kimse için şaşırtıcı olmaz.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT