1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Konfüçyüs'ün çocukları
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Konfüçyüs'ün çocukları

15 Temmuz 2009 Çarşamba 03:03A+A-

Bilge insan, üstat Konfüçyüs girdi rüyama. Yarı karanlığın içinde yüzünü zorlukla seçiyordum. Bir elini Çin'e doğru uzatıp Sincan bölgesini işaret etti. Gölgeler oynaştı, ellerinde demir sopalar, baltalar, küreklerle güvenlik güçlerinin ilgisiz, hayır hayır, sırtlarındaki üniforma dolayısıyla destekleyici, daha bir tahrik edici bakışları altında Uygurlara saldıran Çinlileri gördüm.

Demir kana bulandı, parçalanan bedenler lincin büyüsüne kapılmış kalabalıklarda vahşi bir coşkunluk doğurdu. Daha fazla kan, daha fazla ölüm için cadde boyunca koşmaya başladılar. Uğursuz bir ırmak gibiydiler.

Üstat, acı ve çaresizlik içinde konuştu: "Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkunç olamaz." Kalabalık akıp giderken baltaya karşı kelimeler, soysuzluğa karşı asalet, vahşete karşı insanlık değerleri bu kadar zayıf kalabilir mi diye düşündüm. Bir yanlışlık olmalıydı bunda. İki bin beş yüz yıldır Konfüçyüs'ün sözlerinin söylendiği, okunduğu, ondan hayat ilkelerinin çıkartıldığı bir toplumla bu resmi üst üste koydum, uyumsuzluğa bir isim bulamadım. İnsanın karanlık yanı, ırk, dil, din farklarını bahane eden çıkarcılığı bir kez daha kanlı çehresiyle kendini ortaya koyuyordu.

Üstat dedim, herkes seni bir Çinli bilge olarak biliyor, şu resme baktığında sen kendini hangi soydan görüyorsun? Üstat, soyun sadece ten rengi, göz biçimi, kullanılan dilden ibaret olmadığını biliyordu elbette. Sözlerini sadece Çinlilere değil bütün insanlığa söylemiş, her vakit adaleti vurgulamış olan Konfüçyüs'ün cevabı açıktı: O şimdi bu resmin karşısında, bu katliamın, bu vahşetin karşısında bütün varlığıyla ve kalbiyle bir Uygur'du. "Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde o şeyden yana çıkmazsan korkaksın demektir." diyen üstat, elbette korkak bir şekilde davranmayacaktı. Bütün olup bitenleri küçük hesapların, çirkin politikanın aynasında gören yöneticiler için de bir sözü vardı: "Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa o yerde güneş batıyor demektir." Sincan'da dökülen Uygur kanı orada batan güneşin kızıllığıyla birleşirken küçük hesapların sığ sularını da sahipleri için tarihte nice örneğinin olduğu bir mezar yerine dönüştürüyordu.

Konfüçyüs ile bir Çin fenerinin altında oturduk. Kâğıttan süzülen sarı ışık gecenin her şeyi örten harmanisi altında yitip giderken sözleri tüketen solgun yansımasında bir Çin tiyatrosunun soluğunu duyuyorduk. Yüzleri siyaha boyalı insanlar bir rüya gibi geçtiler yanımızdan. Bir kırmızı bez, hışırtıyla dolaştı gecenin içine doğru. Yaralı bir gırtlaktan ağır ağır hüzünlü bir müzik yükseldi. Sözler uzak ülkelerin eski kederlerini yeni yaralarla birleştiriyordu. Konfüçyüs, bir Uygur türküsü, dedi, siz uzaktan geldiniz, bilemezsiniz. Yabancılık ve yakınlık zihinde ve gerçeklikte böyle farklı olabiliyordu işte. Ama komşu komşunun kanına girerken çok uzaklardaki ben, Uygur kardeşlerime nefesleri kadar yakındım. Hayatı aynı kelimelerin sırrının içine gömmüştük. Bundan daha ötede, Urumçi sokaklarında yaşananlar dolayısıyla, insanlığı ortak acılarda birleştiren, yakınlaştıran, kardeş kılan bir hali paylaşmıştık.

Çin tiyatrosunun içinde bir Uygur türküsünün anlamı nedir, diye düşünürken, üstadın sesini duydum: Soylu sanat her yerde zayıfın, sesi bastırılanın, acı çekenin dilidir, şimdi burada olduğu gibi. O mu Türkçe konuşuyordu ben mi Çince anlıyordum, yoksa bambaşka bir lisanı mı paylaşıyorduk, çıkaramadım. Sonra bilge insanın eski bir sözünü hatırladım: "Konuşmaya değer insanlarla konuşmazsan insanları, konuşmaya değmez insanlarla konuşursan kelimeleri yitirirsin. Sen öyle biri ol ki, ne kelimeleri ne de insanları yitir." Anladım ki Urumçi sokaklarında Uygur kanı dökenler aslında hem insanlıklarını hem de kelimeleri yitirmiş varlıklardır. Yoksa yerde yaralı yatan Uygur'a en ölümcül darbeyi vurmak için elindeki baltayı kinle kaldırmış olan fotoğraflardaki o Çinli gerçek olabilir miydi? (Orada olmak ve o baltayı tutmak isterdim.) Bir başka köşede yerdeki kurbana bir tekme de kendisi indirebilmek için koşturan Çinlinin insanlığı ya da kelimeleri var mıdır? (Linç tutkusuyla koşturanlar, risksiz bir eylemin konforunda kan dökme hırslarını tatmin etmek isterler. Benzeri bir mukabeleyle karşılaştıklarında ise "gerçeğe uyanırlar" ve onlardan daha hızla kaçacak başka bir korkak bulamazsınız. O korkaklığı görmek ve göstermek isterdim.) Başlarından birer kurşunla vurulmuş Uygurlar, herhalde herkese Çin usulü o resmî infazları hatırlatmıştır. Böylesine profesyonelce cinayetlerin sokaklarda dolaşan ve her cinayete ortak olmak isteyen, üstelik kurbanlarının tüm bedenlerinden kan akıtmak isteyen kalabalıklarca işlendiğini kim söyleyebilir?

Gözümün önünden hiç gitmeyen o katliam resimlerine dalmışken üstat sessizce kayboldu. Kendimi birden çocukluk çağımın bir romanının içine düşerken buldum. Bir yurt odasında otururlarken eski bir kitabın okunmasıyla bir anda bin üç yüz yıl öncesine giden öğrencilerle beraberdim. Kopuzu, çadırı, kılıç yaralarıyla çentilmiş sert yüzleri ben de gördüm. 621 yılının o yaz gecesini hepsiyle birlikte ben de yaşadım. Geniş çayırlara dağılmış atlar, Yüzbaşı İşbara Alp, Onbaşı Yamtar, Çalık, hepsi oradaydılar. Sonra fırtına ve tufanla birlikte sele kapıldığımızda o insanların birbirlerinin hayatı için nasıl kendi hayatlarından tereddütsüz vazgeçtiklerini yeniden hatırladım.

O hüzünlü "Bozkurtların Ölümü"nün girişi böyleydi. Urumçi sokaklarının şahit olduğu gibi bir halkın bastırılmasına, yok sayılmasına dair tüm görüntülerin, çığlıkların, haykırışların, gözyaşlarının aklıma hep o romanı getirmesi tuhaf mıydı? Hayır! Bozkurtların ölümü bir kez daha yaşanıyordu. O romanın ikinci cildi ise bugün dahi birçok çocuğa isim olmuş birisinin, Kürşad'ın Çin sarayını basmasıyla başlıyordu ve adı da "Bozkurtların Dirilişi"ydi. Urumçi sokaklarındaki ölüm de aynı zamanda dirilişi seslenen bir arka planla birlikte hayattaki yerini almıyor muydu?

Bugün Urumçi sokaklarına bakanlar, ölümü takip edecek dirilişin insanlığın vicdanında boy verecek bir diriliş olduğunu düşünüyorlar. Kürşadlar, kılıçlarının keskinliği kadar bilgeliği de uhdelerine alarak yürüyecekler. Onların yol arkadaşlarının arasında ise insanlığın büyük ahlâkçılarıyla birlikte Konfüçyüs'ün çocuklarının bulunması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum