1. YAZARLAR

  2. Yıldız Ramazanoğlu

  3. Kırdım kaderin bilindik aynasını
Yıldız Ramazanoğlu

Yıldız Ramazanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Kırdım kaderin bilindik aynasını

30 Haziran 2009 Salı 02:21A+A-

Taş atan çocuklar dendiğinde aklıma ilkin bir cinayet haberi geliyor. Çoktan unutulan olay için 'cinayet gibi kaza' mı demeliyim acaba güncel medya diline uymak için?

Çok eski zamanlarda M.Ö. 2008'in başlarında, karşıdan karşıya geçerken ehliyetsiz bir sürücünün çarpmasıyla küçücük bedenleri etrafa saçılan, yaşları üç ile dokuz arasında değişen beş çocuktan söz ediyorum. Bir iki cümleye sığıyordu hayatları: Kayseri'nin arka mahallelerinden birinde yaşayan, Nizip'ten göçmek zorunda kalıp bu zenginler şehrinde şansını denemek isteyen Zurnacı ailesinden beş çocuk. Çocuklardan, birlikte okula ve işe gidenlerden kuzenler diye bahsediliyor sonra. Biraz daha satır aralarına bakınca yaranın kabuğu çıt diye kalkıyor ve içi görünüyordu başımızı döndürerek bakar kör gözlerimize doğru.

Sabahın erken vaktinde karınlarını doyurmak için Sosyal Hizmetler Bakımevi'nin çöplüğüne gelmiş bu çocuklar, hepimizin henüz hayatta olduğumuz bir çağda, biz yaşarken, bilmez duymaz ve aldırmazken, burada ve hayattayken. Bir şeyler bulup yemeye çalışırken bir yandan da annelerini sevindirmek için çöp poşetlerinden taşan sağlam marulları toplamaktaymışlar, ta ki bir görevli elinde sopayla onları caddeye doğru kovalayana kadar. Caddenin onlara çarpması, hadlerini bildirmesi sonra.

Biraz büyüme şansları olsaydı, mâkus talihleri değişir miydi, yoksa haksızlıklara, adaletsizliklere, bu derin eşitsizliklere karşı ergenleştikçe umutsuzluğa kapılıp kırılır, kırıldıkça bilenir, bilendikçe kinlenirler miydi? Neredeyse Hindistan'daki kast sistemi gibi kimsenin kendi sınıfından kolayına çıkamadığı, ülke zenginliğinin hakça paylaşılamadığı bir düzen kökten ele alınıp sorunsallaştırılamıyor, nedense hiç kimseyi yeterince kaygılandırmıyor bu toplumsal uçurumlar. Üzerine bir de kimliklerin reddi, on yıllardır süregiden asimilasyon politikaları, inkâr edilse de aslında sinsice var olan, zehirli gaz gibi hissedilen etnik ayrımcılık.

Gösterilere katılıp taş atmaktan sebep 37 seneye varan ceza talepleriyle yargılanan üç bine yakın çocuktan en az 250'si hapishanelerde. Bir çocuğun asla maruz kalmaması zor şartlarda tutulup, kötü muamele ve aşağılamaya uğrayarak derin yara alıyorlar. Adana valisi, bir seferinde ailelerin de yeşil kartları iptal edilerek, yardımlar kesilerek cezalandırılacağını söylemişti. Tehdit, baskı, gözdağı dışında bir yol bulunamaz mıydı sanki? Ailelerle ve çocuklarla buluşup anlama, dinleme ve şefkat toplantıları yapamaz mı bir vali? Taleplere kulak vererek, gösteri yapanların da güvenliğinden sorumlu olduğunu bilerek davranması, polisle beraber itirazı olan vatandaşları da kucaklaması mümkün değil midir bir emniyet müdürünün? Neticede verilere bakıldığında bu çocukların çoğu ağır koşullar yüzünden çocukluklarından vazgeçmeye zorlanan, ekmek parası için çalışan emekçiler. Aynı zamanda okula gittikleri söyleniyor ama Dicle Üniversitesi hocalarından Burak Buluttekin'in Diyarbakır'da yaptığı bir araştırmaya göre (Radikal İki, 23.12. 2007) çalışan çocukların yüzde 45,9'u okul dışı tüm zamanlarda, yüzde 78,2'si yılın tamamında, yüzde 34,5'i haftada 7 gün ve yüzde 83,2'si günde 5-10 saat çalışıyor. Bu çocukların annelerinin yüzde 79'u, babalarının yüzde 36'sı okuma yazma bilmiyor ve aylık hane kazançları 300 TL'nin altında. Bu çocuklara en büyük sorunları sorulduğunda yüzde 32'si gelirin düşük olmasından, yüzde 31,9'u çalışırken mevsimsel şartların zorluğundan muzdarip. Sadece yüzde 57,9'u geleceğin bugünden daha iyi olacağını düşünüyor ve yüzde 91,2'si gün boyunca yalnızca simit/çörek yiyerek besleniyor. Milyonlarca çocuk gülüp oynar ve keyif yaparken başka milyonlarca çocuğun üzerine yoksulluğun, şiddetin, umutsuzluğun karabasan gibi çökmesi karşısında dehşete kapılmak, adalet için bütün dinamiklerimizi harekete geçirmek yerine, acıların şiddetle bastırılmasına destek veriyoruz alenen ya da zımnen. Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları'nın tutukluların anne-babalarıyla yaptığı görüşmelerden yansıyan kelimelerin her biri kurşun gibi sersemletici, öldürücü. Taşlar polise değil, boşluğa atılıyor aslında. O boşluk adaletsizliğin bıraktığı büyük, karanlık bir uçurum, derin bir yarık. Yakılan köyler, göç acıları, intihar eden sayısız genç kadın, koruculuk teklifleri, gidilen yerlerdeki mahrumiyet, aşağılanma, yok sayılma, derin mi derin eşitsizlikler, dağlarda iki taraflı ölümlerin kararttığı yürekler, sahipsizlik, darp, baskı... Uğur Kaymaz cinayetindeki gibi olaylarda billurlaşan vicdan sızıları, daha adını anamadığım nice kötülük. 20 Kasım 1959'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen Çocuk Hakları Bildirgesi'nde çocuğun özel olarak korunmasından, sosyal güvenlik çemberinden, eğitimine destekten ve daha birçok haktan söz ediliyor ama beni en çok heyecanlandıran, "Çocuk her koşulda koruma ve kurtarma olanaklarından ilk yararlananlar arasında olmalıdır" denmesi.

Varlıklı ve statü sahibi ailelerin çocukları dışındakilere değer vermeyen bir sistemle karşı karşıyayız. Çocuk, candan kopan bir parçadır ve değerini Allah'ın emaneti olmasından alır, koptuğu canın dünyevî imkânlarından değil. Tutuklu yargılanan çocuklarımızdan 12 yaşındaki Hebun Akkaya'nın ablasının bir internet sitesine yazdığı mektup çok manidar. "Hani derler ya çocuklar ana-babaların ciğeridir, birisi evladınızı aldı mı ciğerinizi sökmüş olur, bizde kardeşler de öyledir. Hem öyle söylenenin aksine, sevgimiz azalmaz sayımız arttıkça, bölündükçe artar ve arttıkça her birinin acısı ciğerimizi daha çok dağlar".

Türkiye'nin cezaevlerinde, aylardır adaleti, bir şefkat elinin değmesini bekleyen çocuklar var. Verilmek istenen ceza neredeyse bu dünyada yaşadıkları yılların iki katı.Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları, milletvekillerine bir mektup yolladılar, özetle söylenen şu: "Doğu'da ve Güneydoğu'da güvenlik güçlerine taş attıkları gerekçesiyle yüzlerce çocuğun hayatı karartılmakta ve geleceği yok edilmektedir. Çocukların çektiği bu acıların sorumlusu hepimiziz. Ama yasama yetkisinde bulunan sizler, hepimizden daha fazla sorumlusunuz. Uygar bir toplumda amaç çocuğu cezalandırmak değil, çocuğu topluma ve kendisine kazandırmaktır. Hiç olmazsa çocuk konusunda tek bir ses olmanızı istiyoruz. Terörle Mücadele Kanunu'nda çocuk haklarına uygun değişiklikler yaparak bu sorunu daha fazla gecikmeden, yaralar geri dönülmez bir şekilde genişlemeden çözmenizi bekliyoruz." Yüzümüze utanmadan, korkmadan bakabileceğimiz bütün aynalar kırılıp parçalanmadan her kesimden ülkeyi umuda boğacak büyük adımlar atmanın zamanı geldi de geçiyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT