1. YAZARLAR

  2. Muhammed Yıldırım

  3. Kimine şehitlik, kimine şahitlik nasip oldu
Muhammed Yıldırım

Muhammed Yıldırım

Yazarın Tüm Yazıları >

Kimine şehitlik, kimine şahitlik nasip oldu

23 Haziran 2010 Çarşamba 21:24A+A-

Bize bu yolculuğa çıkmayı nasip eden Rabbe şükür ve gerek yolculuk esnasında ve sonrası hastanede bizden dualarını eksik etmeyen tüm kardeşlere şükranlarımı sunarım. Mavi Marmara ya da yeni ismiyle şehitlerin kızıl kanıyla boyandığı için “Kızıl Marmara” gemisinde yer bulup bu kutlu sefere çıkabildiğimiz için Rabbimize ne kadar şükür etsek azdır. Bu sefer, sonuçlarından önce bizzat kendisi önemlidir hatta kanaatimce en az sonuçları kadar önemlidir.

Halis niyetle ve Filistinli kardeşlerinin içinde bulundukları zulme, acılara ölümlere, yoksulluğa ihanete ses olabilmek için atılacak ilk adım doğuracağı sonuçlar kadar önemli olduğu düsturuyla çıkılan sefer yanımızda götürdüğümüz birkaç parça eşyadan çok daha önemliydi. Çünkü Filistin halkı bizim götüreceğimiz birkaç parça eşyadan ziyade gitmemizi, gitme isteğimizi ve samimiyetimizi görmek istedikleri kanısındayım.

Elbette yıllardır açlığa mahkûm edilmiş Filistin halkının çocukların, kadınların, hastaların, en temel insani ihtiyaçlarının karşılanamadığı bir durumda bazı temel insani ihtiyaçların giderilecek olması anlamlıydı. Ancak, bence daha da önemli olan bu zulme dünya insanlarının artık bir son verilmesi gerektiği noktasında ki girişimiydi. Bu girişim başarılı oldu mu olmadı mı bilmiyorum ama mavi Marmara yolcularının halis niyetle canları pahasına bu amaca hizmet ettiklerine şahitlik edebilirim. 

Katil İsrail’ in gemiye saldırmasıyla yaşananlar gerek gemidekiler, gerek onların yakınları gerekse de tüm dünyaya Filistin halkının her gün neler yaşadıkları konusunda en duyarlı olanların bile gerçek manada anlamadığı doğru ifadeyle his edemediği durumu görebilmeleri, anlayabilmeleri noktasında çok önemlidir. Gemide yaşananlar ile ilgili teferruatların filonun asıl amacını gölgelememesi gerektiği kanaatini taşıyorum. Ama orda yaşanan vahşetten hiç bahsetmemek de özgürlük filosunun amacına ulaşması için canını ortaya koyan kanları ile Rabbe ulaşan, Siyonist İsrail’in vahşetinin delili olan aziz ve yiğit şehitlere haksızlık olur. Çünkü orada o zulmü bizzat tanık olarak yaşadım. Onlara şehitlik bize ise şahitlik nasip oldu. Onlar rabbimize Siyonist katillerin kurşunları ile emanetlerini teslim ederken bize bu dünyada bir süre daha misafir kalmanın nasip olacağını kestiremedik.

Ahd ettim. Eğer hayatta kalırsam bu vahşeti bir şekilde insanlara anlatmaya yemin ettim. Hayatım boyunca unutamayacağım acılar yaşadım. Yaşadığım acı kendi yaramın, kendi bedenimin acısından öte yüreğimde hissettiğimdi. Bedendeki bütün yaralar kapanır, acısı geçer elbette. Ancak, kardeşlerinizin kollarınızın arasından alınıp kurşuna dizilmesi, bir saat önce muhabbet ettiğiniz kardeşlerinizin Siyonistlerin kurşununa hedef olması dayanılmaz, tarifi imkânsız bir acı bırakır yüreğinizde.

Ali Haydar ve Furkan’ın şehadet acılarını hayatım boyunca unutamayacağım. Furkan’ın şehadetinden iki saat önce geminin güvertesinde kendisiyle yapmış olduğum kısa sohbetin ses kaydını dinlediğinizde nasıl bir kararlılık içinde olduğunu anlayacaksınız. Furkan, asker değildi. Elinde silah da yoktu. Daha 19’unda gencecik bir fidandı. Direniş de göstermedi. Sadece İsrail zulmünü kameraya kaydediyordu. Yaşananları kameraya çekmekle görevliydi. Ama katiller Furkan’ ın gözlerinden, gözlerinde ki ışıktan, Furkan’ ın cesaretinden korkup savunmasız bir masumu kurşuna dizdiler. Ali Haydar kardeşim bana seslenmişti, O’ na doğru giderken Furkan kardeşimin karşı tarafta yakın mesafeden kurşunlara hedef olduğunu gördüm.

Yaptığımız kısa ses kaydının sonunda Furkan: “Onlardan korkmuyorum. Allah Şehadet şerbetini içmeyi nasip etsin” demişti. İstediği oldu Furkan’ın. Allah şehadetini kabul etsin.

Şehit Ali Haydar kardeşim helikopterden sarkıtılan ipi ele geçirip Siyonistlerin gemiye inmesini engellemeye çalışırken âdete Müslümanların basiretini bağlayan ipin düğümlerini de çözüyor gibiydi. Ali Haydar ilk kurşunu kolundan yediğinde ve yaralandığında ben hala ayaktaydım. Ama Ali Haydar kardeşim düşmüş, yerdeydi. Bana: “kolum koptu.” diye seslendiğinde durumu fark ettim.  Kurşun yağmuru altında Ali Haydar’ a doğru gittim.  Ali Haydar’ ı kurşun yağmurundan koruyabileceğim bir kenara doğru çektim. Bu arada gemiye daha çok sayıda Siyonist inmeyi başardı. Kurşunlardan dolayı ikimiz de bir daha kafamızı kaldırmaya fırsat bulamadık. Ali Haydar kardeş ile kurşunlardan korunmaya çalışırken Siyonist askerler yattığımız yere gelip kafamıza doğru ateş etmeye başladılar. Kurşunlar ikimizin arasında ki 15-20 cm lik boşluğa isabet etti. Bulunduğumuz yere gelen bir başka asker Ali Haydar kardeşime yakın mesafeden önce sırtına kurşun sıktı. Ardından yüzünü çevirip göğsüne kurşun sıkmaya başladı. Ali Haydar’a doğru hamle yapıp O’nu almak isterken bana sıkılan kurşunlardan ikisi can yeleğimi biri de bacağımı parçaladı. Artık ne benim yapabileceğim ne de Ali Haydar kardeşimin yapabileceği bir şey yoktu.  Yaralı halde ellerimiz arkadan kelepçelendi. Ali Haydar kardeşimi sürükleyerek benden uzaklaştırdılar. Siyonist askerlerden birinin kardeşimin göğsüne dizi ile bastırdığını gördüm. Yaralı halde nefes alamayan Ali Haydar kardeşime işkence ediyorlardı.

Uzun süre yaralıları kelepçeli beklettiler ve bu zaman zarfında yaralı kardeşlerimizin yara bölgelerini postallarla eziyorlardı. Basıp geçiyor, zaman zaman da bir yerden bir yere sürüklüyorlardı. Birkaç saat sonra beni kaptan köşkünü doğru sürüklemeye başladılar. O esnada kardeşlerimin durumunu görebilmek için sağa sola bakınıyordum. Ali Haydar kardeşimin cansız bedenini gördüm. Şehadete ermişti. Siyonist askerler ayaklarını bağlıyorlardı.

Siyonistler orada o gün bir kez daha vahşi yüzünü gösterdi. Bizim yardım götürmeyi düşündüğümüz Filistin topraklarında ki, Gazze ablukasındaki kardeşlerimiz bu zulmü her gün yaşamaktadır. Siyonistlerin bu vahşi yüzünü her gün görmekteler.

Hükümetin sağlam duruşu ve Müslümanların büyük bir kesiminin olayı sahiplenmesi neticesinde daha fazla risk alamayan Siyonistler sınır dışı edilmemizi sağladılar. Türkiye geldik, gerek Ankara’daki hastanede gerekse de gittiğimiz memleketlerimizde ki hastanelerde çalışanlar, vatandaşlar ilgilerini eksik etmediler. Herkese teşekkür ederiz.

Bu olay neticesinde Müslümanların bize gösterdikleri ilgi bana İslam tarihinde Uhud savaşında şehit olan Hz. Hamza’nın şehadetinden sonraki bir olayı hatırlattı. Ordu Medine’ye döndüğünde herkes şehit ve gazilerine ağlıyor. Ancak Hz. Hamza’nın ağlayanı, yas tutanı yoktur. Hz. Peygamber bu duruma üzülmüştür.

Biz ülkemizde en iyi hastanelerde, deneyimli doktorların kontrollerinde yeni teknoloji ürünü tıbbi cihazlarla tedavi olurken, Gazze’ deki, Filistin’deki genç yaşlı, çoluk çocuk, kadın erkek Müslüman kardeşlerimiz bizim sahip olduğumuz bütün bu imkânlardan mahrum bir şekilde Siyonistlerin zulmü altında yaşama savaşı vermekteler.

Siyonist İsrail yandaşı kalemşörlerin başlattığı ahlaksız karalama kampanyası İsrail medyasında bile bu denli aşağılıkça değildi. Bu alçak kampanyayı yürütenlere, ‘başımıza bir de İsrail belası açtınız’ diyen faşist Türk milliyetçilerine, ‘Kürdistan’da bu kadar zulüm varken Filistin’de ne işiniz var?’ diyen faşist Kürt milliyetçilerine, olaydan siyasi rant devşirmeye çalışan siyasetçilere, çıkarları için zalimin safında durup alkış tutan tüm zavallılara, devletin sahibi edasından vazgeçmeyen ama her ne hikmetse bu olayda sessiz kalan tüm basiretsizlere doğru ifadeyle ziyanda olanlara şifa diliyorum.

Hükümet, söz konusu olayın takibini ilk günkü gibi kararlılıkla devam ettirmeli. Aksi takdirde olayın başlangıcındaki tavrının samimiyeti sorgulanır. Müslümanların bu ilgisi asıl hedefini şaşırmamalı.

Gazze bu ilgi anaforunda unutulmamalıdır.

Filistin ve Kudüs sorunu iç politikaya malzeme edilemeyecek kadar büyüktür ve kutsaldır.

Dua ile kalın.

KAYNAK: Fitrat.org

YAZIYA YORUM KAT