1. YAZARLAR

  2. Gülay Göktürk

  3. Kerpiç evler meselesi
Gülay Göktürk

Gülay Göktürk

Yazarın Tüm Yazıları >

Kerpiç evler meselesi

12 Mart 2010 Cuma 00:30A+A-

Elazığ depreminde yıkılan kerpiç evlerin Çatalhöyük'teki dokuz bin yıllık evlerle bire bir aynı olması gerçeği karşısında sarsılmamak mümkün değil.

Dokuz bin yıldır babalar üst üste koydukları kerpicin altında ezilip gitmiş, oğullar babalarını enkaz altından çıkarıp gömer gömmez, aynı yere aynı evi yeniden yapıp içine girmiş. Yeni bir deprem o evi de yerle bir edene kadar orada yaşamış. Çimentonun, inşaat demirinin icat edilmediği bir dünyada yaşarcasına, evini atasından-dedesinden gördüğü gibi yapmaya devam etmiş.

Durum gerçekten ibret verici. Ne var ki bu sarsıcı gerçekten alacağımız ibretin ne olduğu da çok önemli.

Depremden bu yana, kerpiç evler meselesinden söz açanların kullandıkları dile bakıyorum; esas olarak bir devlet eleştirisi dili... Sanki devletin bütün vatandaşlarına sağlam ve yaşanası evler yapmak gibi bir sorumluluğu varmış gibi, o evlerin bunca yıl olduğu gibi kalmasından, yenilenmemiş olmasından devlet sorumlu tutuluyor.

Ben bunun, devlete yapılmış bir haksızlık olması bir yana, son derece de zararlı bir fikir olarak görüyorum. Çünkü bu fikir, kalkınmayı hâlâ toplumun değil devletin işi olarak gören bir fikir...

Asıl soru şu olmalı: Bu insanlar nasıl oluyor da, bin yıllardır aynı teknikle, aynı malzemeyle, aynı evleri yapıyorlar? Bunu sadece yoksullukla açıklayabilir miyiz? Peki o zaman yüz yıldır aynı kilim motiflerini, aynı çömlekleri, aynı işlemeleri tekrarlayıp durmalarını nasıl açıklayacağız?

Köylü kızlarımız halı-kilim tezgâhı başına oturdukları zaman, analarından öğrendikleri, aslında analarının da analarından, onların da analarından öğrendikleri aynı motifleri, aynı renklerle tekrarlamıyor mu? Elli yıllık çömlek ustası, elli yıldır her gün, döner tezgâhının başına oturduğunda kör değneğini beller gibi dedesinden öğrendiği o birkaç formu yeniden ve yeniden üretip durmuyor mu? Neden bir gün de, "Hadi yeni bir şey deneyeyim, kulpu oradan değil de şuradan takayım" demiyor? Neden kendine çeyizlik kilim dokuyan genç kız, bir kez olsun "O boynuzlu motif yetti artık" deyip bambaşka bir motif yaratmıyor?

Bizim gibi dışarıdan bakanlar açısından, o çömleği, o halıyı ya da kilimi değerli kılan "kültürel devamlılık", o ürünü üreten açısından hiç de övünülecek bir durum değil.

Çünkü çocukluğundan beri aynı motifi tekrarlayıp duran tahta oymacısı ya da çömlekçi, bunu "tarih bilinci" gereği öyle yapmıyor. Ne kendi kültürünü gelecek kuşaklara aktarmak gibi bir misyon peşinde ne de başka bir şeyin. O sadece, başka türlüsünü hayal edemediği için, başka bir şey denemeye üşendiği için, atasından, dedesinden öyle gördüğü için; yani yaratıcılık eksikliğinden öyle yapıyor.

 Yüz yıldır aynı motifi ve rengi tekrarlayan zihniyetle, bin yıllardır aynı kerpiç evi yapan, yüz yıldır aynı toprağa aynı ürünü ekip aynı yöntemlerle çiftçilik yapan zihniyet birbirlerinin devamı ve biz eğer "kerpiç evler" meselesini konuşacaksak, kolayına kaçıp devleti suçlamak yerine bu durağanlığın sebebini konuşmalıyız.

Devlet bir bölgeye trilyonlar akıtıp yollarla, okullarla, sağlık ocaklarıyla donatabilir. Sübvansiyon politikalarıyla yıllar yılı bölge halkının karnını doyurabilir. Ama o bölge insanı güçlenmedikçe, o bölge insanı üretici hale gelip kendi ayakları üstünde durmaya başlamadıkça, kendi başını soktuğu evi daha sağlam ve daha güzel yapmak için harekete geçmedikçe bu gerçek bir kalkınma değildir. O yüzden temel perspektif, "insanın kalkınması" olmalıdır.

Peki insan nasıl kalkınır?

İnsanlık tarihi bize bireyin ve toplumların güçlenmesi, yaratıcılığının ve üreticiliğinin gelişmesi için en temel faktörün özgürlük olduğunu gösteriyor. Ancak özgür olan, kendisi hakkındaki kararları kendi verebilen, kendi kaderini tayin hakkına sahip olan insan kendi hayatının sorumluluğunu taşıyıp onu iyileştirmek için bütün üreticiliğini ve yaratıcılığını harekete geçirebiliyor.

Bunun tersine, hayatını bir koruyucunun kanatları altında geçirmeye, kendisi için iyinin ne olduğuna o koruyucunun karar vermesine alışmış olan insanın yaratıcığı ve üreticiliği de dumura uğruyor. Kendi karnını doyuramaz, başını sokacağı evini bile yapamaz hale geliyor. İşte ekonomik liberalizmle siyasi liberalizm arasındaki kopmaz bağ burada ortaya çıkıyor. Siyasi olarak cendereye sokulan, otoriteye boyun eğdirilen toplumların ekonomik girişimcilikleri de felç oluyor. Ve tabii tersi de doğru: Ekonomik olarak özgür bireyin var olmadığı bir iklimde özgürlükçü bir siyasi sistem de kolay kolay kök salamıyor.

Dolayısıyla, eğer kerpiç evler meselesinde devletin bir sorumluluğundan bahsedeceksek asıl bundan bahsetmeliyiz. Onun suçu vatandaşlarına yeni evler yapmamak değil; vatandaşlarına özgür bireyler gibi davranmamak; izlediği politikalarla onların kendi hayatlarının sorumluluğunu taşıyacak ergin bireyler haline gelmelerini engellemek...

BUGÜN

 

YAZIYA YORUM KAT