1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Kendi Olmaya Cesareti, Başkası Olmaya Becerisi Yok
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Kendi Olmaya Cesareti, Başkası Olmaya Becerisi Yok

11 Haziran 2019 Salı 10:07A+A-

Özü sözü bir olmak, içi dışı bir olmak muhataplar nezdinde her zaman güven telkin etmiştir. Söz ve davranış arasında açılan makas sadece şüpheyi değil öfkeyi de büyütmüştür çoğu zaman. Söz ve davranışlar arasındaki çelişki gibi zamana ve zemine göre sarf edilen sözlerin birbirini tutmaz oluşu da toplumsal ilişkilere fayda değil her zaman zarar getirir.

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” tavsiyesinin sadece seslendirilmesi ve işitilmesi değil yaşanır olmaktan çıkmasının üzerinden de epeyce zaman geçti.  Eskilerin “içten pazarlıklı” diyerek ayıplayıp kınadığı davranış modelleri şimdilerde “profesyonel pr çalışması” kategorisinde görülüp takdir ediliyor. Bütün basitliği ve fırsatçılığı içinde “zaman sana uymuyorsa sen zaman uy” modelinde hareket etmek mutlak başarının büyük sırrı gibi benimseniyor.

Sadece siyasi ve iktisadi davranış biçimleri değil itikadi, ahlaki ve hukuki ilkeler dahi bu omurgasızlık ikliminden nasiplendiği için bolluk içinde yokluk, konfor içinde güvensizlik hissi büyüdükçe büyüyor. Bereket niçin azaldı, huzur ve sükûnet neden kayıp, dostluk ve komşuluk nasıl da hızla çürüyor sorularına ciddi ciddi kafa yorup cevap aranamadığı için yaygınlaşan depresif ve saldırgan tutumları, artan ırkçı eğilimleri, iyiden iyiye keskinleşen politik kamplaşmaları izah etmek hiç kolay olmuyor.

Belaya Dönüşen Şifre Merakı

Gerileme ve çöküş süreçlerinden çıkış yolunu hata ve günahlarımızla yüzleşme, yanlışlarımızın özeleştirisiyle temin etmek yerine sürekli bir biçimde kimi gerçek kimi hayali, kimi orantılı kimi abartılı düşmanlara yükleyerek sorunlarımızı kronikleştirdik maalesef. Kronikleşen sorunların hemen tamamı kangrene dönüştü ve büyük acılara, devasa yıkımlara maruz kaldık. Tarih boyunca maruz kaldığımız fesat, bozgun, kıtlık, sıkıntı gibi toplumsal felaketler için Kur’an-ı Kerim pek çok uyarının yanı sıra bir de şu ayetle bizlere yüzleşme çağrısı yağar: İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmını Allah onlara böylece tattırıyor.” (Rum Suresi-41) Kendi ellerimizle işlediğimiz cürümler üzerine muhasebeye girişmektense, bireysel ve toplumsal günahlarımızla hesaplaşmaktansa en kolay ve fakat en baştan çıkarıcı yollardan birine tevessül ettik: Komplo teorileri.

600 yılı aşkın bir zaman diliminde üç kıtaya kudret ve adaletle hükmetmiş bir cihan devletinin yıkılışını gizli Yahudi-Mason örgütlerinin faaliyetleriyle izaha yeltenmiş bir gelenek durduk yere oluşmadı. Evet, İngiltere, Fransa ve Rusya dört bir koldan saldırıyordu. Ama içeride de korkunç bir fitne kazanı kaynıyordu. Saltanat tümden çürümüş, İttihat ve Terakki çözüm diye Almanya’nın ileri karakolu mesabesindeki Türkçü-Turancı bir askeri modelle sadece çöküşü hızlandırıyordu. Balkanlarda yükselişe geçen Bulgar, Sırp, Yunan milliyetçiliklerine karşı sarılınan Türk milliyetçiliği Arap ve Arnavutlar milliyetçiliğini kışkırtmaktan başkaca bir işe yaramıyordu. Üstelik Kemalizme devredilen Türk ulusçuluğu Sümer ve Etiler’de köklerini ararken Milli Mücadele’yi veren hemen bütün etnik unsurları tek etnik kimliğe, Türk kimliğine indirgemeye kalkışıyordu.

Hayali bir Türklük kimliği, devletin bütün imkânları seferber edilerek zorbaca yöntemler ve mantık dışı telkinlerle bütün bir topluma deli gömleği misali giydiriliyordu. Tek Adam/Tek Parti dönemi Türklük gurur ve şuuru tarihle, toplumla, coğrafyayla, lisanla, kılık kıyafetle yani fıtrata dair hemen her şeyle savaşıyordu, bir Don Kişot misali. Ama bu savaş hiç komik olmadığı gibi bir asırdır bütün bir halka neredeyse kendi hayat tarzını haram etmişti.

Etnik ve Coğrafi Kimliğe Düşmanlık Olmaz

Peki, bu zorlu dönemde toplum ve toplumu temsil eden siyasetçiler, aydınlar, kanaat önderleri itirazlarını nasıl yükselttiler? Zulmü ve zalimleri nasıl tanımladılar? Devleti ele geçirmiş ve topluma karşı bitimsiz bir seferberlik ahdiyle topyekûn bir savaşa girişmiş iktidar sınıfını ve resmi ideolojiyi açıkça karşısına alabildi mi? Çok riskli hatta ölümcül düzeyde tehlikeli görüldüğü için bu yol uzun bir zaman tercih edilmedi İyi ama hiç mi geçmedi bu risk ve tehdit? Hiç geçmedi, hiç geçmeyecek zannedildiği için Yahudi-Mason komploları üzerine, masonik semboller ve seremoniler üzerine olur olmaz hikâyelerle tarih ve toplum değerlendirmeleri tefrika edildi durdu.

Düşman hep gizliydi, şifrelerini çözmek büyük maharet isterdi. Tehdit algısı gizli Yahudi, kripto Ermeni ve nihayet Sabetaycılık gibi ırka, soya-sopa dayalı unsurlara teşmil edildi. Kan bağı, soy ağacı, memleket bağlantısı gibi Avrupa’dan ithal edilen faşist ve Nazi yöntemleriyle hareket etmekte bir beis görülmedi. İsimlerin, soy isimlerin aldığı ekler üzerinden Sabetaycıların izni sürerken yıllar geçti. Beyaz Türklerin Sırrı’yla profesyonel vesvese en yakına hatta derinlere kadar sokuldu. İmanın, inancın, amelin belirleyiciliğine değil etnik ve mezhebi kimliğin değişmez, değiştirilemez özelliklerine göre ilişkilerin tanzim edilmesi öne çıkarıldı. 

İslami kimliğe, İslami kimliğin öğütlediği dosdoğru imana, salih amele, müşfik ve cömert, adil ve kuşatıcı siyasete talip olmak gerekiyor. Buradan şu ya da bu gerekçelerle uzak duruluyor. Yerli ve milli gibi bir takım süslü fakat nifaka çok uygun maskelerle Kemalist ve ulusalcı çizgiye göz kırpılıyor, gülücükler atılıyor ama bu da çok iğreti duruyor. İslami kimliği kuşanmak ve bu kimliğin öngördüğü vasıflarla hareket etmek hem fıtrata uygun hem de toplumsal bir karşılığı var. Ancak en önce cesaret ve sabır, azim ve fedakârlık, tevazu ve şeffaflık istiyor sahiplerinden.

Ne kadar gayret etseniz de Kemalist olamazsınız, olmaya çalıştıkça da daha çok batarsınız. ‘Roj baş’ diye selam vermek ayıp değil bilakis kardeşlerimize karşı gösterdiğimiz saygının bir tezahürüdür. Kürdistan veya Lazistan tehdit değil tarih ve coğrafyadan gelen güçlü bir dayanaktır. Pontus’la savaş ve Pontusçularla kavga gibi uyduruk gündemler hiçbir zaman için Sabetaycılıkla mücadeleden, Tapınak Şövalyeleriyle savaştan daha mantıklı ve kazançlı olmayacaktır. Bu bataklıktan hızlı ve keskin bir çıkıştan başka seçenek görünmüyor önümüzde. Kendi olmak cesaret ister, başkası olmak ise kendinden bir an olsun vaz geçmeye bakar.

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum