1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Kapı Kulu Aydınlar ve Saray Uleması
Kapı Kulu Aydınlar ve Saray Uleması

Kapı Kulu Aydınlar ve Saray Uleması

“Buti’nin İslami ilimlere vakıf olup olmadığı değil İslami/ahlaki bir tavra sahip olup olmadığını tartışmak daha öncelikli ve önemli olmalıydı.”

28 Mart 2013 Perşembe 15:58A+A-

HAKSÖZ-HABER

Kenan Alpay, bugünkü yazısında Kürt sorununa barış sürecinde Kemalist aydınlarının tutumu ile Suriye’de faili henüz belirlenememiş bir saldırıda öldürülen Ramazan el-Buti’ye şehitlik payesi verilmesiyle başlayan tartışmaları yorumluyor:

Kapı Kulu Aydınlar ve Saray Uleması

Akıp giden zaman, ahlaken ve hukuken kimlerin kazandığını da kimlerin kaybettiğini de daha net olarak belirginleştirecek. Kazanmanın veya kaybetmenin kriterini öncelikle ahlak ve hukuk üzerinden tanımlamaya girişmemenin bizatihi kendisi hüsrandır. Çünkü fert ve toplum kadar devletlerin de bekası ahlak ve hukuka olan sadakatleriyle bire bir bağlantılıdır.

Zorluk ve sıkıntı süreçleri kadar bolluk ve fırsat süreçlerinin de baş döndüren özellikleri kimin neye ve ne kadar sadakat duyduğunu ortaya çıkarıyor. Meseleye iki örnek süreç açısından bakmakta fayda var: Birincisi; Kemalist ideoloji ve kadroların siyaset ve toplum üzerindeki yıkıcı tahakkümlerinin kırılmasına ilişkin işleyen süreçte ortaya çıkan tercihler. İkincisi; Baas/Esed cuntasının katliam, yıkım ve tecavüz politikalarına karşı Suriye halkının direnişini görme biçimi.

Kemalizm’in Aydınları ve Toplumsal Barış

Lafı hiç uzatmadan söyleyelim: Modernleşme döneminde yeni ve ayrıcalıklı bir sınıf olarak tezahür eden aydın (akademisyen, entelektüel ve kısmen de sanatçı) tipi büyük oranda varlığını “sistem içi” ilişkiler üzerinde kurmuştu. İdeolojik çerçevesini aydınlanma ve ilerleme felsefesinin çizdiği “Tük aydını” literatüre gerici/mürteci olarak kaydettikleri Müslüman halka karşı hem resmi ideoloji olarak Kemalizmi hem de iktidar sınıfı olarak bürokratik oligarşiyi “teminat”olarak görmüştür.

28 Şubat sürecinde Refah-Yol Hükümetine, Balyoz ve Ergenekon darbe süreçlerinde AK Parti Hükümetine karşı özellikle sol-sosyalist aydınların takındığı militarist tavrı şöyle bir hatırlayalım. Devrimci ve özgürlükçü aydınlarla Kemalizmin sözcüleri arasında fark göremediğimiz zorlu süreçler maalesef istisnai olmaktan çok uzaktı. Sosyalist aydın ve örgütlerin ideolojik formasyonunu ve insan kaynaklarını askeri cunta faaliyetlerinin inşa ettiği puslu atmosferlerden temin etmeye kalkışmanın bir bedeli olacağı belliydi elbet.

Hem Kemalist orduya hem de Kürt ulusal hareketi PKK-BDP’ye daha bir sıkı sıkıya sarılmak nereden icap etti sanılıyor! Nihayet bu kirli siyaset, işi yarım asırlık Baas-Esed cuntasını sahiplenip savunmaya ve Suriye halkına karşı seferberlik ilan etmeye kadar vardırdı. Sürpriz miydi şahit olduklarımız? Üzücü olabilir ama kanaatimce asla şaşırtıcı değil. Çünkü özünde despotizme duyulan özlem ve toplumsal kökleri olmadığı için despotik iktidarlar tarafından beslenmeye rıza gösteren bir iktidar hırsı yatmaktadır.

Türkiye’de Kemalist oligarşiye karşı, Suriye’de Baas/Esed cuntasına karşı yükseltilen mücadeleyi emperyalist planlara yamamaya kalkışarak meşruiyet elde etmeye çalışmanın çirkinliği gün gibi ortada. Ardı arkası kesilmeyen komplo teorilerinin, emperyalist projeler söyleminin kimleri tükettiğini zaman daha iyi gösterecek. Bugünlerde ‘Akil Adamlar’ rolüne soyunarak popülaritelerini ve entelektüel tahakkümlerini tahkim etmeye kalkışmaları filan kimseyi aldatmasın. Bu kadar falso yapmış, kirlenmiş ve en önemlisi güvenilirliğini yitirmiş kesimler değil siyaseti ve toplumu koyun sürüsünü dahi güdemezler artık.

Konumuza dair bir örnek olması bakımından hatırlarsak, çok kısa bir süre öncesine kadar ‘en prestijli’ haber kanallarından hiç eksik olmayan en kıdemli siyaset ve toplum bilimcilerden biri olarak takdim edilen Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’ydu. Kalaycıoğlu’nun bu hafta başı Cumhuriyet’e verdiği röportaja şöyle bir bakarsak siyaset ve toplum olarak kat edilen mesafe kadar aydınlar ve bürokratik oligarşi adına yaşanan gerileme ve can sıkıntısının farkına varabiliriz. Öcalan’ın Newroz mesajını “her kesime gül uzatıyor, her ağza bal çalıyor” şeklinde yorumlarken asıl probleme şöyle dikkat çekiyor: “Öcalan çözümü dindarlıkta, din kardeşliğinde arıyor.”

Kürt sorununun çözümü yolunda ciddi adımlar atılırken Ersin hoca tespit mi, temenni mi olduğu şüpheli şöyle birkaç cümle kuruyor: “Öcalan’ın mesajını çekilmeyi temin edebilecek bir jest olarak görmekteyim. Ama sorunun kalıcı çözümü sadece onun elinde de değil. Birçok değişken var. PKK’nin Avrupa ve Kandil kanatları var. Irak, İran, Suriye ile olan ilişkileri, başka ilişkileri var. Başka hareketler de çıkabilir. Öcalan çok belirleyici olmayabilir.” Prof. Kalaycıoğlu’nun paragrafın başında “jest” ile kurduğu birinci cümle ikincisinden itibaren kopkoyu bir belirsizliğe hatta çözümsüzlüğe dair sıralanan gerekçelere dönüşüyor.

El Buti ve Baas/Esed’in Uleması

Ulusalcı, Kemalist, sosyalist aydınlara ilave olarak hem uluslararası sermaye hem de TÜSİAD sermayesi tarafından itibar gören Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu gibi isimler şunun için önemli: Aydın ve ulemanın resmi ideolojinin ve iktidar sınıflarının taşıyıcısı, meşrulaştırıcısı ve müdafi pozisyonuna düşmesine hemen her zaman karşı durma iddiasındaki bazı İslamcı aydınların Ramazan el Buti’nin ardından döktükleri gözyaşını bir de bu bağlamda düşünmek gerek. (...)

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

 

HABERE YORUM KAT