“İrtica ile savaş” örtüsü...
Devlete borç veren kredi kaynakları bu hizmetlerine karşılık kendilerine ödenen faiz hadlerinin yükseltilmesini istiyorlar...
Durumdan kendileri için mama çıkartma peşindeki kaynakların devlete dayattıkları “yersen”in Hazine-Maliye ve piyasa hattı üzerinden millete aktarılarak yedirilmesi kaçınılmaz...
“Durum”u kısaca açalım. Hazineyi borçlandırma suretiyle iktidarları ayakta tutan kredi kurumlarına ödenen faiz hacmi, bütçe gelirleri arasında yer alan “vergi gelirleri” kaleminin yarısını kesip götürüyor.
Devletin önümüzdeki yıl yapacağı yüklü borç ödemelerinin meydana getireceği boşluğun doldurulması için 100 milyar liralık yeni bir borç kaynağına ihtiyacı olacak.
Hazine’ye para temin eden yerli-yabancı bankalar, devletin bu kritik durumundan istifadeyle, yıllardır millete gösteregeldikleri “karagün dostluğunun” kıymetinin bilinmesini istiyorlar. Bu isteğin dışa vurumu da, kendilerine ödenen faizlerin yükseltilmesi biçiminde tecelli ediyor...
•
Geçenlerde Kon-Tv’nin sabah haberlerinde dört ayrı “sağlık şirketinin” sağlık sıhhat hizmet satışıyla ilgili reklamları kulaklarımızda patladı. İkisi üniversite hastanesi, birisi özel şirket, bir diğeri de bir vakfın hastane ticarethanesi.
Çalışamayan, çalışıyor ise kendisini kayıt altına aldırtamayan, kayıtlı olmasına rağmen yıllardır hiç değilse bordrosunda “asgari ücretli” görünmekten kurtulamayan milyonların eğitim ve sağlık gibisinden temel hayati ihtiyaçları için yüksek bedel ödemeye zorlanmaları neden ve ne anlama geliyor?..
Yabancı kılıklı yerli bıyıklı Türkiyelilerin de aralarında yer aldıkları “seyyar sermayenin” sıcak para olarak içeriye girip çıktıkça Hazine’ye temennah çakarak son dokuz yılda kâr ve kazanç adı altında dışarıya götürdüğü “Türkiyelinin hayat iksiri”, dokuzbuçuk milyar dolarlık...
Damarlarımızdan emerek götürülen dış dünyanın emeklisine, köylüsüne, işçisiyle fabrikatörü ve kamu görevlilerine zerkedilen bu kan az geliyor ve Türkiye’den daha fazlası talep ediliyor...
Ben böyle bağımsızlığın, böyle istiklâlin, böyle Cumhuriyet ve Atatürkçülüğün ve böyle şeref ve haysiyetin içine tüküreyim...
Bu kepazelik neden, niçin?..
•
Thomas Paine, bir İngiliz... Korsanlıktan politikaya atılır. 1790 yılında ilk baskısı yapılan kitabının adı “İnsan Hakları”, maymunluğu reddeder, yaradılış ekolünü benimser ve der ki;
“Sivil hükümetin görevi adam asmaktan ibaret değildir. Tersine, gençleri yetiştirecek, onları haylazlıktan, yaşlılara yardım ederek onları ümitsizlikten elden geldiği kadar kurtaracak tedbirleri almaktır. Böyle yapılacak yerde, bir memleketin kaynakları bol bol krallara, saraylara, uşaklara, ikiyüzlülere ve kahpe kadınlara israf ediliyor; hatta fakirler bile, çekmekte oldukları bütün yoksulluklara rağmen kendilerini cendereye sokan bu sahtekârlığı desteklemeye mecbur ediliyorlar...”
Atatürk’ten bir asır önce yaşayan Thomas Paine, ondan yine bir asır önce görüp ilân etmiş Türkiye’nin “tersanelerine girilmişlik” gerçeğini...
Tersanelerine girilmiş bir ülkede devletin memur ve işçilerine verebileceği fazla mesai zammı da, beş kuruşluk olabilir ancak... Saatine yalnız beş kuruş...
Atatürk’ü öğretildiği kadar, kapitülasyonları kaldıran devlet adamı biliriz... Yerli kapitülasyonları onların yerine örtülü imtiyaz ve dokunulmazlık niteliğinde ikâme edenler de, muhafazakârı ve liberaliyle birlikte Atatürkçüler... Mürteciye siyaset yasak...
Çankaya’nın mobilya, mefruşat ve dekorasyonunda yenileştirmeye hayati ölümcül bir zorunluluk var mıydı?..
FAKS: (0212) 632 83 06
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT