1. YAZARLAR

  2. Mustafa Şentop

  3. İleri bir adımı geri almanın sorumluluğu kime kalacak?
Mustafa Şentop

Mustafa Şentop

Yazarın Tüm Yazıları >

İleri bir adımı geri almanın sorumluluğu kime kalacak?

04 Temmuz 2009 Cumartesi 04:14A+A-

TBMM'de kabul edilen, askerî yargının görev alanıyla ilgili düzenlemeler onay için Cumhurbaşkanlığı'nda beklemektedir. Yapılan değişikliklere niçin karşı olduğunu tam olarak açıkla(ya)mayan muhalifler bir baskı havası oluşturarak, değişiklik kanununun Cumhurbaşkanı'nca iadesini önermektedirler.

Genel Kurul'dan karşı oy olmaksızın geçen bu değişikliğin, birkaç gün sonra tartışılır olduğunun algılanması manidardır; değişikliğe muhalefetin gerçek amacını sorgulamayı gerektirmektedir.

Değişiklik kanununun ertesi gün anlaşılan ve tartışılmaya başlanılan maddesi, aslında, uygulamaya yansıyabilecek yeni bir hüküm de getirmiyor. Eski DGM'lerin, yeni adıyla ve yapısıyla özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren çoğu suç bakımından, özellikle de "darbecilik suçları" bakımından askerî mahkemelerin yetkili olmadığı uygulamada kabul görmektedir. Böyle olması gerektiği, yani askerî yargının görev alanının mümkün olduğu kadar daraltılması gerektiği ise hemen hemen bütün hukukçular tarafından benimsenmektedir. Nitekim kanun değişikliğine itiraz edenler de, prensip olarak askerî yargının görev alanının daraltılmasına taraftar olduklarını, itirazlarının değişikliğin yapılması sırasında izlenen tarz ve yönteme yönelik bulunduğunu belirtmektedirler.

Mademki uygulamada genel bir eğilim var, o halde bu değişikliğe neden ihtiyaç olsun, denilebilir. İhtiyaç, Türkiye'nin öngörülemez şartlarından ve sürprizlerinin zenginliğinden doğuyor. Şemdinli davasını hatırlıyoruz; meydana gelen olaya özel yetkili ağır ceza mahkemesi elkoymuş, savcılık soruşturmasını yapmış, davasını açmıştı. Mahkeme de yargılama sonucunda, sanıklara, 39'ar yıl hapis cezası vermişti. Bu karar temyiz edilince, Yargıtay tarafından, dava konusu fiillerin "askerî yargının görev alanına giren suç" olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bu gerekçeye dayalı bir bozma kararı, hukuken beklenmeyen bir karardır. Zira Yargıtay, kendi kararıyla kendisinin dâhil olduğu adli yargı düzeninin görev alanını daraltmayı seçmektedir. Daha sonra, aynı hukuk kurallarını uygulayan askerî mahkemenin, ağır ceza mahkemesinin daha önceki kararlarıyla çelişen kararlar verdiğini görmekteyiz. Yani, aynı hukuk kuralları (sivil) adli yargı tarafından farklı, askerî yargı tarafından farklı uygulanmaktadır. Bu farklılıklar da, temyiz mercileri ayrı olduğundan bir türlü düzeltilememektedir. Hukuk ve siyaset hayatı bakımdan önemli davalarda yaşanan ve kamuoyunu tereddütlere düşüren uygulamalar, yorumda sınır tanımayan bazı yargı mercilerinin marifeti olarak karşımıza çıkabilmektedir. Yargı kolları arasındaki görev sınırlarıyla ilgili, objektif olarak yorumlandığında sorun teşkil etmeyen hukuk kuralları, "hukuka karşı hile" üretmenin mazeretine dönüşebilmektedir. Bu sebeple, beklenmedik yorum farklılıklarının önüne geçilebilmesi için daha açık hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.

Askerî yargı tartışmasında yanlış bilinen hususlardan en önemlisi şudur: Askerî mahkemeler, sadece askerlere ve askerî disipline mahsus hukuk kurallarını uygulayan yargı mercileri değildir; çoğu davada sivil yargının da esas aldığı hukuk kuralları uygulanmaktadır. Başka bir ifade ile vatandaşların geneli için uygulanan hukuk kuralları asker vatandaşlar için ayrı bir mahkemece uygulanmaktadır. Sanıldığı gibi, sadece askerliğe ve askerî disipline dair davalara bakmamaktadır askerî mahkemeler. Örnek verelim; askerî olmayan bir mekânda, mesela çarşıda kavga eden ve birbirine müessir fiil uygulayan iki muvazzaf askerîn davası askerî mahkemede görülmek zorundadır. Yine, askerî mahal kabul edilen bir mekânda, mesela bir lojmanda eşine karşı şiddet uygulayan bir askerîn fiili askerî mahkemede yargılanmaktadır. Görevli olarak askerî mekânlar dışında sivillere karşı da olsa bir suç işlemiş olan asker kişinin askerî mahkemede yargılanması gerekmektedir. Nitekim bu son husus Şemdinli davasının askerî mahkemede görülmesinin sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Askerî yargının görev alanının bu kadar geniş ve keyfi yorumlarla daha da genişletilebilecek şekilde düzenlenmiş olması, özellikle Türkiye tarihi bakımından çok önem taşıyan darbecilik ve darbe suçları konusunda da askerî yargının bir yorumla devreye girmesine imkân verebilecektir. Darbe veya siyasete müdahale planları yapan muvazzaf subaylar, bir yorumla, sicilleri kendileri tarafından doldurulan hakimlerin oluşturduğu mahkemelerde yargılanmayı seçebilirler. Tartışılan son düzenleme, yürürlüğe girebilirse, belki de en çok bu ihtimali bertaraf etmiş olacaktır. Şunu belirtmek gerekir ki, askerlere bazı ceza davalarında sivil yargı yolunu açan kanun değişikliği, bazı kesimlerce dile getirildiği gibi, Anayasa'ya aykırı da değildir. Kanuni hâkim ilkesine aykırılıktan söz etmek zaten mümkün değildir; ortada kurulan yeni bir mahkeme yoktur, sadece mahkemelerin görevine dair bir düzenleme söz konusudur. Değişiklikte, Anayasa'nın 145. maddesindeki çerçeve ile de çelişen bir yön bulunmamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinde belirlenen suçlar askerî suç veya askere karşı işlenmiş bir suç ya da askerlik görev ve hizmetiyle ilgili bir suç niteliğinde değildir, olamaz. Anayasaya aykırılık sadece askerî mahallerde işlenmiş suç olma bakımından tartışılabilirse de, ilgili maddede belirlenen suçların münhasıran askerî mahallerde işlenemeyecek suçlar olduğu, suç konusu fiillerin askerî mahaller dışında da devamlılık ve bütünlük arz etmesi gerektiği düşünülmelidir.

Kanun değişikliğinin Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesi Cumhurbaşkanı'nın onayından ve yürürlüğe girmesinden sonra mümkün olacaktır. Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olması yolunda önemli bir adım olarak değerlendirilebilecek bu değişikliğin önünü kesmek, gerçekleşmesine engel olmak Cumhurbaşkanı'nın siciline yazılmamalıdır. Kanun değişikliğini TBMM'ye iade etmek, tatil döneminde bulunulduğu için, konuyu çözümsüzlüğe havale etmek anlamına gelecektir. Kanun yürürlüğe girdikten sonra iptal davası açıldığında ise Anayasa Mahkemesi'nin tutumu ne yönde olursa olsun, önceki kararlarında demokratik hukuk devleti ilkesine verdiği önceliğin ne olduğu dikkate alınırsa, şaşırtıcı olmayacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT