1. YAZARLAR

  2. Uri Avnery

  3. İki Neanderthal bir kuyuya taş attı...
Uri Avnery

Uri Avnery

Yazarın Tüm Yazıları >

İki Neanderthal bir kuyuya taş attı...

19 Ocak 2010 Salı 08:48A+A-

Klasik Yahudi fıkrasını anlatmamak için kendimi tutmaya çalıştım, fakat olan bitenler makul bir mazeret oluşturdu. ‘Bir Türk öldür ve dinlen’ deyişini neredeyse her Yahudi bilir. Hikâye şöyle: Çarlık Rusyası’nda Yahudi bir oğlan Türklere karşı savaşa çağrılır. Gözü yaşlı annesi oğlunu uğurlarken şunu söyler: “Kendini çok fazla yorma! Bir Türk öldür, sonra dinlen. Sonra bir tane daha öldür ve yine dinlen...” Oğlan sözünü keser annesinin: “Peki anne ya Türkler beni öldürürse?” Anne gözleri şaşkınlıktan faltaşı gibi açılmış halde sorar: “Seni öldürmek mi? Niye ki? Sen ona ne yaptın?” Yahudi fıkraları Yahudi gerçekliğini yansıtır.

Velhasıl yukarıdaki fıkra da bu hafta gerçeğe dönüştü. Ne yazık ki bizim hakkımızda bir fıkra bu. O da şöyle oldu:

Türk televizyonu gayet ilkel bir dizi yayımladı: Mossad ajanları Türk çocuklarını kaçırıp İsrail büyükelçiliğinde saklar. Yiğit Türk ajanları çocukları kurtarır ve kötü yürekli büyükelçiyi öldürür. İnsan böyle berbat bir hikâyeyi görmezden gelebilir veya kibarca itiraz edebilir. Fakat meşhur dışişleri bakanımız bunun, artık herşeyi sineye çeken perişan getto Yahudileri değil, yeni bir onurlu, başı dik Yahudi nesli olduğumuzu göstermek için doğru vakit olduğunu düşündü.

İsrail diplomasisi raydan çıkıyor

Böylece Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon Türk büyükelçisini, dikkatle hazırlanmış bir ulusal onur gösterisi için makamına çağırdı. Büyükelçi geldiğinde mekânın gazeteci kaynadığını görüp şaşırdı. Hatırı sayılır bir süre bekletildi ve ardından odaya alınıp alçak bir koltuğa oturtuldu. Bununla da tatmin olmayan Ayalon, gazetecilerin dikkatini İbranice konuşarak oturulan yerler arasındaki yükseklik farkına, masada Türk bayrağının olmamasına, yanı sıra İsraillilerin el sıkışmadığına ve gülmediğine çekti.

Türkiye’nin tepkisi elbette sert oldu. Türkler ulusal onurlarına en düşkün milletlerden biridir (yaklaşık bir asır önceki Ermeni katliamına dair iddialara verodikleri tepkilere bakın mesela); haliyle altüst oldular. Tabii ki Ayalon, bakanı, akıl hocası ve parti başkanı Avigdor Lieberman’dan kayıtsız şartsız destek ve bol bol övgü aldı. Lieberman birkaç hafta önce dünyanın dört bir köşesindeki bütün İsrail büyükelçileriyle bir toplantı yapmıştı. Onları İsrail‘in onurunu doğru düzgün savunmadıkları için haşlamış ve yeni bir radikal politika ilan etmişti: Şu andan itibaren bir İsrail büyükelçisinin başlıca görevi ülkesinin onurunu savunmak, İsrail’i eleştiren herkese saldırmak ve hiçbir hakareti cevapsız bırakmamaktı.

Onu dinleyenler arasında kimse, ki hepsi gayet tecrübeli diplomatlardı, ayağa kalkıp İsrail’in yabancı hükümetlerle ilgili daha mühim menfaatleri olabileceğine, askeri ve istihbari ilişkilerin, yanı sıra ekonominin önem taşıdığına dikkat çekmeye cesaret edemedi.

Lieberman koltuğa oturalı daha bir yıl bile olmadan bir sürü diplomatik bağlantıyı kırıp attı bile. Birçok dost hükümete hakaret etti. Norveçlileri, Nazilere sempati duymuş olan ulusal yazarları Knut Hamsun’u andıkları için azarladı. Bir gazetedeki önemsiz bir yazarın, İsrail askerlerinin organlarını çalmak için Filistinlileri öldürdüğü gibi saçma sapan bir suçlamada bulunduğu makalesini açıkça protesto etmediği için İsveç hükümetine saldırdı. Lieberman’ın bu abartılı tepkisi, meseleyi dünya çapında dolaşıma giren bir haber haline getirdi.

Başbakan Binyamin Netanyahu Lieberman’ı dışişleri bakanlığına atadığında kimse kulaklarına inanamadı. Daha saçma bir atama düşünülemezdi. Fakat başbakanın ona ihtiyacı vardı ve vekaleten kendi başına yönetmek istediği Hazine’yi ya da Ehud Barak’ın kişisel mülkü olan savunma bakanlığını öneremezdi. İsrail’de pek az insanın ciddiye aldığı dışişleri bakanlığı tek alternatifti. Bu yüzden Netahyahu bu iki Neanderthal’i (Lieberman ve Ayalon) ve acayipliklerini eleştiremedi.

Fakat Barak küplere bindi. İsrail ve Türkiye savunma kurumları arasındaki ilişkiler azami ölçüde yakın. İki ordunun komuta kademeleri arasında belli bir ideolojik yakınlık (ikisi de kendisini ulusal değerlerin muhafızı sayar ve siyasetçilere tepeden bakar) olmasının yanında, iki ülkenin generalleri gerçekten ahbap. Türkiye’nin yıllık 1 milyar dolara varan siparişleri de İsrail savunma sanayi için büyük önem taşıyor.

Son dönemde İsrail’in tedarik ettiği insansız uçaklarla ilgili bazı ihtilaflar ortaya çıktı ve ilişkiler kötüleşti. Bu yüzden Barak’ın Türkiye ziyaretine büyük önem atfediliyordu. Bazı İsrailli yorumcular bütün bu Ayalon vakasının, Lieberman’ın kabinedeki rakibini sabote etmek için kurduğu çok da gizli olmayan bir kumpas olduğuna inanıyor.

Ne olursa olsun, İsrail devletinin tamamı Ayalon’un aptalca oyununun büyük zarar verdiğinin farkındaydı. Geri adım atmaya mecbur kaldı ve bunu son derece kaba, gönülsüzce yaptı. Ve giderek infiale kapılan Türkler açık ve somut bir özür talep etti. Bu talep bir ültimatom gibi bildirildi. Aksi takdirde büyükelçi çekilecek ve ilişkilerin seviyesi düşürülecekti. Netanyahu’nun süngüsü düştü. Ayalon bir kez daha, bu kez kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde özür diledi ve Türkler özrü nezaketle kabul etti. Bu çocukça hikâyenin ardında Türkiye-İsrail ilişkilerine yönelik daha ciddi bir sorun var.

İsrailliler 1492’yi unuttu

Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan bu hafta İsrail’e, Türkiye’nin Yahudileri her zaman sıcak karşıladığını hatırlattı.

Tarihin İsrail’de hiçbir zaman tam olarak kabul edilmeyen bir bölümünden söz etti: Katolik İspanya 1492’de yüz binlerce Yahudi’yi sürdüğünde, çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmişti. Hıristiyan Avrupa’daki Yahudiler engizisyonun işkencelerine uğrarken ve Holokost’la zirvesine ulaşan inanılmaz sürgünler ve katliamlara maruz kalırken, Müslüman Osmanlıların müşfik yönetimi altında asırlar boyu gelişip büyümüşlerdi.

Bu tarihi anılar, 20. asrın başında Filistin’deki Türk yönetimiyle kısa Siyonist ilişkiler döneminde ne yazık ki silinip gitti. İsrailli çocuklar sevgili Sarah Aharonson’u öğreniyor; 1. Dünya Savaşı’nda Britanya yanlısı casus ağının üyesi olan bu kadın, Korkunç Türkler’in işkencesi sonrası intihar etti. Samimi ilişkiler, ancak İsrailli turistlerin Türkiye’ye gitmeye başlaması ve sıcak karşılandıklarını görüp şaşırması sonrası yeniden devam etti.

Lobi ve silah ilişkileri bozulmaz

Peki şimdi olan ne? Bütün Müslümanlar gibi Türkler de geçen yılki Gazze savaşından hayal kırıklığına uğradı. İyi bir siyasetçinin yapacağı gibi bu hassasiyetleri gözeten Erdoğan, İsrail politikalarına çeşitli vesilelerde saldırdı, ortak askeri tatbikatları iptal etti ve Devlet Başkanı Şimon Peres’le açık bir tartışmayı burnundan soluyarak terk etti.

AB’ye üyelik sürecinde küstürülen Türkiye yüzünü Arap komşularına ve İran’a dönüyor, Batı’yla Doğu arasında arabulucu rolü üstlenmeye çalışıyor. Ayrıca İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk yapmaya da başladı, ta ki İsrail hükümetinin barış yapmak gibi bir niyeti olmadığını anlayana dek.

Türkiye-İsrail ilişkileri eskisi kadar sıcak olmasa bile, muhtemelen normale dönecek. Türkiye’nin Washington’daki İsrail yanlısı lobiye ihtiyacı var. (Geçmişte bizzat Ayalon, Ermeni soykırımının tanınması çabalarının bertaraf edilmesine yardımcı olması için ABD’ye gönderilmişti.) İsrail’in de Türkiye’ye bir müttefik ve silah müşterisi olarak ihtiyacı var. Tekrar başa dönersek: Mevzu bahis fıkra bize Türkleri tahrik etmenin her zaman iyi bir fikir olmadığını hatırlatsın. (ABD merkezli internet sitesi, 18 Ocak 2009)

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT