1. YAZARLAR

  2. Mehmet Koçak

  3. İbret dolu mücadeleci hayatlarıyla iki örnek şahsiyet
Mehmet Koçak

Mehmet Koçak

Yazarın Tüm Yazıları >

İbret dolu mücadeleci hayatlarıyla iki örnek şahsiyet

02 Ocak 2010 Cumartesi 06:16A+A-

Dürüstlüğü ve doğruluğundan zerre kadar şüphe duymadığım bir şahsiyet. Uzun yıllar onunla beraber olma fırsatı buldum.

Yakın komşu olmamız benim için bir şanstı. Onunla geçen beraberliğimi hayatımın en şanslı ve verimli zamanı olarak değerlendiriyorum. Ondan çok şey öğrendim ve de çokça istifade ettim. İnsana ve insanlara bakışımdaki değişim ve fikir dünyamda kopan fırtınalarda onun rolü büyük olmuştur. En sancılı dönemlerde sabırlı olmayı, duygusal davranışlar yerine gerçekçi yaklaşımlar ve akl-ı selim kararlar almayı ondan öğrendim. Almanya’daki dönemi noktalayıp Türkiye’ye kesin dönüş yaptığımda oradaki dostlarımdan ayrılığıma değil, ondan ayrı kalacağıma üzüldüm. Çünkü diğerleriyle bir şekilde Türkiye’ye gelişlerinde buluşup dertleşiyoruz. Ancak onunla buluşmamız benim Almanya’ya gitmemle gerçekleşebiliyor. Çünkü o, 20 yılı aşkındır ülkesine dönemiyor. Onu en iyi tanıyan yakın dostları çok iyi bilirler ki; o, hayatı boyunca yazılarıyla bir kesime, ilkeli duruşu ve inandıklarını önce kendi nefsinde yaşamayı öğreten, insan sevgisiyle dolu, fevkalade nazik ve kibar bir şahsiyet.

İnandığı değerlerden asla taviz vermeyen, pazarlık konusu yapmayan, bu uğurda 20 yılı değil var olan tüm ömrünü çileyle ve sürgünde yaşamayı peşinen kabullenen bir inkılâpçı ruh. Askerlik dönemi dışında eline silah almayan, hiçbir zaman gizli bir ajanda taşımayan bu yazarımız aynı zamanda fevkaladenin fevkinde bir inanmış, samimi bir mücadele adamı. Okumak, araştırmak ve yazmaktan başka bir suçu olmayan yazarımızın uğradığı bu haksızlığı ortaya çıkaran ne bir siyasetçi ne bir hukukçu ve ne de bir insan hakları kuruluşu çıkmıştır. Peki, nasıl bir suç ki kimse buna yaklaşamıyor veya kimse yardımcı olamıyor. Bu ülkeyi satanlar, mukaddesatımıza küfredenler, vatana ihanet edenler affedildiği halde ve de ülkeye dönüşlerine müsaade edildiği halde ona neden kimseler sahip çıkmıyor veya çıkamıyor?.

Daha dün onun fikirlerinden beslenenler bugün en önemli mevkilerde oldukları halde neden bu kadar duyarsızlar? Kafamda bu sorularla Ankara’da küçük çaplı bir araştırma yaptığımda gördüm ki; eli silahlıdan, vatana ihanet edenlerden ve mukaddes değerlerimize küfredenlerden daha çok onun tehlikeli kişiliğinden bahsediliyor. Onun fikirleri ve yazılarının silahlardan daha etkili olduğundan söz edildi bana. “Fikirlerini değiştirsin ve bunu yazılarına yansıtsın. Sonra en yakın temsilciliğimize giderek bir dilekçeyle şimdiye kadar yaptıklarından pişmanlık duyduğunu belirtsin. Türkiye’ye dönüşe hazır olduğunu ve kendisinin af edilmesini belirtsin” teklifinde bulundular.

Onu çok iyi tanıyan birisi olarak ona böyle bir teklifi getirme cesareti kendimde bulamadım. Her fırsatta söz arasında “Af ederlerse Türkiye vatandaşlığına ve Türkiye’ye döner misin?” şeklindeki soruma, “Ben suçlu değilim ki onlardan af bekleyeyim. İnandıklarıyla ve inancıyla yaşamak istemek suç mu?” cevabına “haklısınız” demek zorunda kaldım. O bu vatana, bu millete ihanet ve küfür etmedi. O insanların barış ve huzur içinde yaşamaları için birbirlerine karşı saygılı ve düşüncelerinin hür olması gerektiğini savundu. O insanlar arasındaki ayırımcılığa karşı çıkmış farklı etnik köken ve geleneklerden olsalar bile bu milleti bu farklılıklara rağmen asırlarca bir arada tutan imanı ve inanç kardeşliğini hatırlattı.

12 Eylül askeri darbesi sonrasında başlayan baskıcı zulüm döneminde İran’a hicret etmek zorunda kalmış. 18 yılını burada geçiren bu büyük yazarımız, yazılarını o sürgün hayatında da ihmal etmemiş. Oradan haksızlıklara ve zulme karşı duruşunu sürdürmüştür. 1996 yılından beri Almanya’da yaşamaktadır. Alman yetkili makamlarının “Ülkemize iltica mı etmek istiyorsunuz” şeklindeki sorularına o “Hayır, ben sadece ülkemde insanların fikirlerinden dolayı yargılanmadığı bir döneme kadar ülkenizde misafir olarak kalmak istiyorum” cevabını vermişti. Almanya’nın Köln şehrinde tertiplenen ‘Kudüs Gecesi’nde bir Alman gazetecinin “Yahudiler yok edilmedikçe dünyaya barış gelmez” sözlerine daha sonra kürsüye davet edildiğinde “Hiçbir Yahudiye düşman değiliz. Ancak İslam ve Müslüman düşmanı Siyonist katillere ve işgalcilere karşıyız. Bu noktaya dikkat edilmelidir” diyerek bir hatanın tekrarlanmaması konusunda uyarılarda bulunmuştu. Bir yazısında “Türkiye’de zorla başörtüsünü açtıranlarla İran’da zorla kapattıranlar aynı baskıcı düşüncenin sahibidirler. Baskılarla bir yere varılamaz. İnsan özgürlüğünü baskı altına alan kim olursa olsun ve nerede olursa olsun yanlıştadır” demiştir. Yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılan insana saygıyı önemseyen ve zalimliklere karşı duruşunu hiç çekinmeden ortaya koyan net fikirli bir yazar.

İran denilince veya bir mecliste İran konu olunca aklıma hep o gelir.

O, İran’ı en iyi bilen ve oradaki olayları en iyi değerlendiren bir fikir adamıdır. İran’da yaşananlar konusunda her zaman inandığı ve doğru bildiğini söylemekten ve yazmaktan geri durmamıştır. “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyen merhum Akif’in çizgisini ilke edinmiştir. İran’da İslam inkılabının ruhuna ve ilkelerine uyulması konusunda zaman zaman uyarıları ve tavsiyeleri olmuştur. Bazı dostları onu bu tutumundan dolayı eleştirse de o zalimliğin her türlüsüne karşı duruşuyla bilinen İmamı Azam yolunu ve onun tavrını sürdürmüştür. Bu nedenle İran İslam İnkılabı’nın en büyük mağdurlarından biri olan Muntazeri’yi her zaman takdir etmiş ve savunmuştur. Kendisiyle sohbetlerimizde bize yakın zamanda rahmeti rahmana kavuşan İran’ın en derin ve en değerli fikir adamlarından, âlimlerinden biri olan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri’yi örneklerdi. Onun ilmi derinliği, zindan hayatı ve ilkeli duruşunu şu şekilde özetler: “İktidarı elde tutmayı değil, inandığı temel değer ve ilkelerin korunmasını esas alan ve bu uğurda, en yakın yol arkadaşlarına bile o değerler sisteminin temel ölçüleri içinden imbikleşmiş eleştirileri hemen daima yaparak, sorumluluğunun idrakinde olan bir çetin ceviz İslam âlimi örneği.”

Yazısının devamında rahmetli Ali Muntazeri’nin geçmişten günümüze mücadele hayatını, inandığı değerlere sadakatini, doğrulardan taviz vermeyen ve yanlışlara karşı dik duruşunu, bu tutumuyla uğradığı haksızlıkları ve ona yapılanları sıralıyor. Onun rahmetli Muntazeri ile alakalı yazdıklarını okudukça ben kendisini ve yaşadıklarını hatırladım. Her ikisinin hayatlarındaki kesitleri bir araya getirdiğimde büyük benzerliklere şahit oldum. O da rahmetli Muntazeri gibi doğru bildiğinden taviz vermeyen, çıkar ve menfaat gözetlemeyen ve inandığı değerler uğruna her türlü çileyi peşinen kabullenen, sabırlı ancak kararlı bir kişiliğe sahip. Evet bu iki örnek şahsiyetten biri rahmeti rahmana kavuştu ve bir diğeri hâlâ hicret hayatı yaşıyor. İşte o kişi, Selahattin Eş ağabeyimizdir. Yazımın bu son kısmında o örnek şahsiyet ve derin âlim Ali Muntazeri’ye Allah’tan rahmetler diliyorum. Mekânı cennet olsun. Onun mücadele ruhu ve anlayışının bir örneği olarak tanıdığım Selahattin Eş Çakırgil ağabeyimize, hocamıza ve üstadımıza sağlık, sıhhat ve selamet diliyorum. O ve onun gibi haksızlığa uğrayan tüm fikir ve düşünce suçlularının ülkelerine kavuşmaları ve sevdikleriyle kucaklaşmaları sağlanmalıdır. Çünkü ‘fikir ve düşünce’ suç olmaktan çıkarılmadan ‘Demokratik açılım’ gerçekleşemez.

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum