FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

Yazarın Tüm Yazıları >

Güle Güle!

03 Ekim 2008 Cuma 12:49A+A-

Kucağın sevgi, rahmet ve bereket dolu ümitlerle geldin kapımıza. Yaşamımıza sığdıramayacağımız güzellikler, yarınımıza yatırım olacak nice vaatler sundun yüreklerimize. İyilik, fedakârlık, hoşgörü, merhamet, sabır ve tatlı sözden başkası değildi bizden beklediklerin. Rabbinin bir sözü olarak, aydınlatmak üzere gelmiştin karanlık gecelerimizi.

“Müminler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki, takvalı olabilesiniz” (Bakara- 183)

Yalanın, kötü sözün, gıybetin, zulmün, haksızlığın, cinayetlerin, hırsızlıkların olmadığı, yaşlıların, çocukların, dul ve yetimlerin, yolda kalmışların, açların ve açıkta kalanların bir süreliğine de olsa hatırlandığı, kapıların Allah misafirlerine açık olduğu, misk-i amber kokan ağızların daha sık ‘Allah’ dediği günlerdi görmek istediğin. Yani kendimizi tutmak, her nevi kötülüklerden frenletmek adına çalmıştın kapılarımızı. (Oruç/savm: tutmak/frenlemek)

Bizleri takva sahibi kılmaktı gayen. Allah’a bilinçli saygı duyanlardan eyleyebilmek. Dünya ve ahiretimiz için korunmamızı sağlamak. Şeytanın zincirlere vurulduğu bu ayda, doyasıya Rahmanı ve kullarını memnun edebilmemizi sağlamak.

“Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” (Müslim)

“O Ramazan ayı ki, insanları doğru yola ileten, apaçık hidayet delillerini içeren ve doğru ile yanlışı ayırt eden Kur’ân onda indirildi. Bu aya erişenleriniz orucunu tutsun. Hasta veya yolcu olanlar ise, o günlerin sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük dilemez. Bir de, oruç günlerini tamamlamanızı ve size hidayet nasip ettiği için Allah’ı her şeyden büyük tanımanızı diler ki, siz de böylece şükretmiş olursunuz.” (Bakara, 185)

Peygamberin sünneti ve tavsiyesi gereği seni çocuklarımıza sevdirelim, anlatalım, onları, yarın üzerlerine farz kılındığında, bu nimetin güzelliklerine hazırlayalım, üzerimize düşen görevi hakkıyla yapıp, Rabbimizin karşısına çıktığımızda alnımız açık, başımız dik olalım istedin.

Ama olmadı Ya Ramazan!..

Hakkıyla yapamadık vazifemizi. Yazıktır, dersleri var, aç kalmasınlar diye kaldırmadık sahura. O insana haz veren duyguları, sevinçleri yaşatmadık çocuklarımıza. Aç kalan kardeşlerinin hallerini bir nebze de olsa anlamalarına fırsat vermedik. Evimizde pişirdiğimiz yemekten bir kap komşumuza götürme büyüklüğünü gösteremedik. Orucun gayesini unutup, nefsimizi şad edecek sofralar kurduk her iftar saati yaklaşırken.

Değil kötülükleri örtüp arınmayı öğrenmek, yolsuzluk, hırsızlık fistanları giydirilmeye çalışıldı Müslümanlara. Fertlerin açgözlülükleri ve hataları yüzünden, milyonlarca Müslüman boynu bükük, dili kısa ve yüreği yaralı kaldı senin misafir olduğun günlerde. Kıskançlık, nefret, kötü sözler uçuştu gökyüzüne, adeta bulutları ağlatırcasına.

Zulmün olmamasını temenni ederken, Müslüman kanlarıyla sulandı topraklar. İhanetler, iftiralar, haksızlıklar aldı başını gitti. Renginden, ırkından ve düşüncesinden dolayı kanları helal kılındı Müslümanların. Demokrasi ve özgürlük adına, yine özgürlükleri alındı genç kızlarımızın elinden.

Müslüman kanını haram kılan Rabbimin ayetlerine inat, sadece senin varlığında değil, haram aylarda (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep) dahi akıtılmaya devam edildi kanları.

“Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve Allah'a ortak koşanlar nasıl sizinle top yekün savaşıyorlarsa siz de onlarla top yekün savaşın ve bilin ki Allah (günahlardan) korunanla beraberdir. Haram ayı içinde savaşmak yasaklanmıştı. Bu ayda savaşmak için haram ayını başka bir aya ertelemek, küfürde daha ileri gitmektir. İnkâr edenler onunla saptırılır. O (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığının sayısını çiğneyip, Allah'ın haram kıldığını helâl yapsınlar. Yaptıkları işin kötülüğü kendilerine süslü gösterildi Allah kâfirler toplumuna yol göstermez.” (Tevbe, 9/36-37)

Sevgi yerine nefret, umut yerine çaresizlik, güneş yerine karanlıklar ekildi yüreklere. Ve sen, onca bolluk ve bereketle geldiğin dünya insanlarından, hayal kırıklıkları içinde kopuverdin sessizce. Ama çoğumuz, bu gidişindeki hüznü bile anlamayacak kadar dalmıştık dünya zevklerine.

Ve ‘Bayram’ geldi ardından. Sanki hak etmişiz gibi sevinçle karşıladık onu. Ancak Ramazanın, yani orucun, yani senin kıymetini bilmeyen bizler, bayram içinse heyecanlandık. En güzel kıyafetlerimizle hazırlandık ve hazırladık çocuklarımızı. Kimimiz zorunlu olarak kaldığımızdan dolayı gerçekleştirdiysek de akraba ziyaretlerini, pek çoğumuz tatil amaçlı kullandık sevgili bayramı.

Ya hiç kapımız çalmadı, ya da kapıları çalanlardan ol(a)madık. Kendimiz için en iyisini düşünürken, ‘komşu çocuğu ne giyer acaba?’ diye aklımızın ucundan dahi geçirmedik. Yoğunluğumuzdan ve yorgunluğumuzdan (bayram telaşı ve hummalı temizlik çabaları), sadece kendimize ayırdık bayramı.

Kafamızı yorup neler yapabileceğimizi düşünemedik yeterince. Yıllardır, adeta soykırıma uğrayan Müslüman kardeşlerimizi getiremedik aklımıza. Çoğu kez namazlarımızda veya dualarımızda dahi yer vermedik onlara.

Aynı İlaha inanan, aynı topraklarda yaşayan, aynı havayı soluyan ve aynı kaygıları taşıyan kardeşlerimizi anlama, kendimize tanıdığımız hakların aynını onlara da tanıma zorunluluğunu sindiremedik körelmiş kalplerimize.

Ve, bir bayramı daha geçirdik içimiz rahat, nefsimiz mutmain bir şekilde.

Bizler sıcacık evlerimizde eğlencenin alasına burun kıvırıp nazlanırken, üzerlerine düşecek bombanın dehşetiyle sarsılırken kardeşlerimiz.

Şekerlerin, lokumların, tatlıların her nevi çeşidiyle ödüllendirirken midelerimizi ve çocuklarımızı, toprakları işgale uğramış ülke çocuklarının cepleri mermilerle doldurulurken vahşice.

Bizler analarımızın, eşlerimizin yanında ertesi günün bayram sabahını beklerken güven içinde, eşinin veya çocuklarının cesedine sarılanların çığlıkları göklere yükselip asılı kalırken…

Hayır!..

Aslında yaptıklarımızın yetersiz olduğunun farkındayız hepimiz. ‘Bir dahaki sefere’ diyerek hep teselli etmeye çalışırız kendimizi. Bu kez ve diğer seferlerde olduğu gibi. Çünkü yerleştirememişiz henüz kalplerimize uzak sandığımızın yakınlığını. Ölümü, cennet ve cehennemi, ahiret alemini, hep sonsuza kadar veya kendimize uzak sanırız. Bu yüzdendir ki erteleriz habire üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirme işini…

“Her nefis, ölümü tadıcıdır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (21-35)

“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (62-8)

Ancak, gerçekten iman edenler bunların farkına varabilirler. Gerisi ise, ‘Bir başka bahara, daha iyisini yaparım inşallah’larla teselli etmeye çalışır kendisini. Ve böylece, ‘Güle güle Ey Ramazan ve Bayram!’ der. Sanki başka bahara çıkmasının garantisi varmış gibi.

“Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: 'Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl’e itaat etseydik.” (Ahzab -66)

Selam ve dua ile.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum