1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Gözyaşı korkusu
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Gözyaşı korkusu

26 Temmuz 2010 Pazartesi 00:05A+A-

Aslında bu gecikmiş bir yazı. Daha o manzarayı gördüğüm anda yazmayı düşünmüştüm gözyaşı korkusunu.

Yıllardır milletvekilliği yapan bir adam verip veriştiriyordu eski Meclis Başkanı Bülent Arınç'a. Neymiş? Adam ağlıyormuş. Yanılmıyorsam Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği'nin bir ödül töreni idi. Bülent Bey'in ödül vermesi söz konusu olunca Kamer Bey, kameralar karşısında adeta krize girmiş bağırıp çağırmıştı. Arınç'tan haz almaması doğal karşılanabilir; ama ısrarla 'Ağlayan adam' demesi tuhaf bir tepkiydi. Adam, söylediklerinden tatmin olmuyor, tekrar ber tekrar 'Adam ağlıyor yav!' diyordu. Ona göre ağlamak çok büyük hata, affedilmez bir kusurdu. İşte o zaman karar vermiştim gözyaşı üzerine birkaç satır yazmaya. Heyhat! 'sıcak gündem maddeleri' o hoyrat bakıştan hareketle merhametin kalbine seyahat etmeyi (en azından denemeyi) geri plana itti. Yine de içimde bir ukde olarak kaldı gözyaşı düşmanlığı. Zira bu bakış, sadece bilmem kaç dönemdir Tunceli milletvekilliği yapan ve ağzından çıkanı çoğu kez kulağı duymayan bir şahısla ilgili değil; bazı çevrelerde sıkça rastlanan bir yaklaşımdır.

Son olarak Başbakan Erdoğan kendini tutamayıp kürsüde ağlayınca gözyaşı düşmanları hep birlikte Başbakan'a çullandı. Oysa yadırganacak bir durum yoktu ortada. Başbakan yaklaşık 30 yıl önce sırf denge olsun diye asılan genç bir adamın veda mektubunu okuyordu. Darağacından Rabb'ine kanatlanan Mustafa Pehlivanlıoğlu, anasına, babasına, ailesine veda ediyor, onları Allah'a emanet ediyordu. Dönemin darbe komutanı Kenan Evren 'Bir soldan bir sağdan asın' diye emir buyurduğu için 'bağımsız yargı' harekete geçmiş, hukuk (!) işletilmiş, Mustafa öbür âleme kanat çırpmıştı. Son mektubunda nişanlısına da mutluluklar diliyordu. Başbakan tam buraya geldiğinde dayanacak takatı kalmamıştı ve ağladı. Nasıl dayanabilirdi ki! Gencecik bir adam, yıllar sonra okunan bir son mektup, acılı bir aile, Allah'a emanet edilen bir nişanlı. Hangi baba, hangi devlet adamı, hangi insan o dokunaklı mektubu okur da gözyaşlarına teslim olmaz ki!

Bizde ulusalcılık 'İsrail yapımı insansız hava araçları'na benziyor. İçinde mutantan çok laf var da insan yok. İnsan olmayınca şefkat yok, merhamet yok, adalet yok, sevgi yok, saygı yok... Bu nedenle en sağından en soluna kadar hiçbirinde insan özüne dokunan bir duyguya rastlayamıyorsunuz. Bir yığın komplo, akla hayale gelmeyen iftiralar. Nefret yayabilmek için uydurulmuş onlarca yalan dolan. Bu kadar kara propagandadan vatanperver bir kitle zuhur eder mi? Asla! Çünkü ülke sevgisi, bayrak aşkı, vatan hasreti gibi mefhumlar insan kalbinden alır gücünü. İçinde insan olmadıktan sonra ne vatanın kıymeti kalır ne vatanı ayakta tutan mukaddes değerlerin. Bunu anlayamadı ulusalcılar, bunu idrak edemedi kızıl elmacılar. Sandılar ki 'ülke elden gidiyor' demekle millet sokaklara dökülecek, bayraklara sarılacak ve onca komplonun kirletilmiş bilgileri içinde yok olup gidecek. İnsanî olanı göz ardı ettiler. O yüzden gözyaşlarından rahatsız olmalarını hiç ama hiç yadırgamadım. Sağcı gözükenin öfkesi de solcu gözükenin nefreti de aynı yere çıkıyor zira: Gözyaşı korkusu! Çünkü biliyorlar ki gözyaşı yağmur gibidir; sadece etraftaki çer çöpü süpürüp götürmez, içimizdeki karanlığı da aydınlatıverir aniden ve bizi yaklaştırır birbirimize...

Gözyaşı düşmanlığının en büyük mağduru şüphesiz Fethullah Gülen'dir. Kendine ulusalcı diyen ama 'ulus'u sadece Ankara'da bir semt ismi sanan bir ittifak, Hocafendi'ye de yıllardır gözyaşlarından dolayı saldırıp durmakta. Bu nasipsiz koroya bazen kendine gazeteci ve yazar sıfatı yakıştıran kişiler de iştirak etmişti maalesef. Ayıpladıkları manzara, Hocaefendi'nin gözyaşlarıydı. Kâh sahabenin fedakârlığından bahsediyordu Hocaefendi, kâh çağımızın fedakârlarından. Ve iki uzak çağı yaklaştırıyordu birbirine. Ortaya çıkan manzara karşısında zaman zaman gözyaşlarına hakim olamıyordu. Ne acıdır ki bu fıtrî manzara kalbi kararmış, yüreği kasvet bağlamış, gönlü karanlıklara mahpus kalmış bazılarını ciddi rahatsız etti, ediyor. Oysa gözyaşından korkulmaz ki!

Necip Fazıl merhumun şu narin mısrasına hep hayran kalmışımdır: 'Ağlayın, su yükselsin, belki kurtulur gemi'. Bu, bir ufuk meselesi. Evet, kurtuluş ağlamakta! Akif'in "Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem, dili bağlı kalbimin, bundan çok bîzarım" demesi, o ıstırabı anlayanlar için ne kadar büyük bir hakikattir. Bir zamanlar 'milliyetçiler' 'Ağla gönlüm ağla hicran yaraşır/Kur'ansız vatana zindan yaraşır' der, deruni hisler içinde o insanların gözleri nemlenirdi. Şimdi ulusalcılar gözyaşı düşmanlığı üzerine vahşi söylemler geliştirdi. Rahmetlik Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül darbesinin işkence dolu zindanlarından kurtulduğunda 'Gözyaşı Geceleri' adı altında programlar yapmıştı. İsabetli bir tercihti. Zira, gözyaşından mahrum bir kitlenin yeni bir medeniyet hecelemesi imkânsızdı. Kendini solcu diye tanımlayanların önemli bir kısmı yıllarca Ahmet Kaya'dan 'Ağladıkça bozkırlar yeşerecek göreceksin' şarkısını dinlemişti. Şimdiki ulusalcı solcular gözyaşı düşmanı kesildi...

İnsaflı olmak, vicdanlı olmak gerekiyor. Gözyaşından korkulmaz. Gözyaşını kaybeden insanlığını kaybetmiştir. Siyaseti (daha geniş manasıyla hayatı) merhametten tecrit etmek, şefkatten koparmak, saygıdan ayırmak insan gerçeğinden uzaklaşmaktır. İnsansız siyaset, yalan makinesiyle yapılan parıltılı ama neticesiz bir maceradır; başka bir şey değil. Gözyaşından kaçtığınızda ne iktidar olup ülkeyi yönetmenin bir manası kalır; ne muhalefet olup icraat denetimi yapmanın. Darbeler vasıtasıyla ömrü heder edilen kayıp nesillere ağlamayacaksan niye siyaset yapıyorsun ki! Siyasetçi olsan da bu böyledir, gazeteci olsan da. Gözyaşından korkan, kendinden korkuyor demektir...


Genelkurmay'ın iletişim problemi

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, iletişime büyük önem verdi. Sık sık konuştu, çeşitli vesilelere başvurarak halka, hükümete; hatta bazen devam eden davalarda yargı mensuplarına mesajlar verdi. Ne var ki seçilen mekânlar, kullanılan üslup, zamanlama gibi iletişimin önemli parçaları hep unutuldu. Hafta içinde bu yanlışlar bir kez daha perçinlendi. Keşke doğru iletişim konusunda daha ehliyetli ve birikimli bir kadrodan destek alsaydı.

Heronların kendi askerimiz tarafından vurulmak istenmesi, bazı subayların PKK militanları için 'Bizimkiler' diye bir tabir kullanması haftaya mührünü vurdu. İddiaya göre olayı MİT tespit etmiş, askerî yetkililere meseleyi rapor etmişti. MİT'in bilgi verdiği kişi bizzat İlker Başbuğ idi. Korkunç iddialar üzerine onlarca haber yapıldı, yorum yazıldı, tartışma yaşandı. Genelkurmay'dan günlerce ses seda duyulmadı. Korkunç bir sessizlikti bu! İlker Başbuğ konuşmuyordu, Genelkurmay kapılarını sımsıkı kapatmıştı.

Hafta içinde nahoş bir iddia daha dile getirildi. Bu seferki iddia kurumsal bir suçlama içermiyordu. Çok önemli bir görev ifa eden bir askerî yetkilinin oğlunu PKK ile irtibatlı gösteriyordu. Bu habere sayfalarımızda yer vermedik. Bir arkadaş meclisinde çekildiği söylenen fotoğraf üzerinden söylenecek çok fazla laf yoktu. Zaten yıldırım hızıyla Genelkurmay bir açıklama yaparak meseleye izah getirmeye çalıştı....

Manzara bu olunca akıllarda şu soru hep kalıyor: Şahsî bir meselede anında cevap veren Genelkurmay 'ihanet konuşmaları' hakkında günlerce neden susuyor? Böyle bir soru işaretinin doğması, başlı başına bir iletişim hatasıdır. Ve maalesef bu hata ilk defa da yapılmıyor...


Referanduma doğru

SORU: AKP'li değilim. Hatta partinin politikalarına olumsuz bakıyorum. Referandumda önerilen değişiklikleri olumlu buluyorum; ama evet oylarının yüksek çıkmasından AKP'nin siyasal bir zafer kazanmasını istemiyorum. Nasıl bir yaklaşım içinde olmalıyım?

CEVAP: Şu gerçeği ısrarla söylüyoruz: Referandum ayrı genel seçim ayrı. Bir partiyi tutabilir, bir diğerine kızgın olabilirsiniz. Ancak, referandumda partizanca oy kullanmak ülkeye zarar verecektir. Önemli olan referandumda nelerin oylandığıdır. Ve açıkça söylemek gerekirse bu referandumdaki konular ülkemiz için faydalı, isabetli ve ufuk açıcıdır. Şayet 'ille de AKP'yi cezalandıracağım' diyorsanız çok beklemenize gerek yok. Referandumdan 10 ay sonra genel seçim var; o zaman hangi partiye isterseniz o partiye oy verin. AK Parti'ye kızıyorum diye referandumda hayır demek ve bu şekilde bazı kazanımları yok etmek, ülkesini seven bir insanın yapacağı bir tercih olmasa gerek...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT