1. YAZARLAR

  2. Fatma K. Barbarosoğlu

  3. Görücü usulü "mutsuz" evlilik
Fatma K. Barbarosoğlu

Fatma K. Barbarosoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Görücü usulü "mutsuz" evlilik

03 Haziran 2011 Cuma 00:37A+A-

Pazartesi günü gençler neden evlenemiyor diye bir yazıya başlamış, modernleşme ile doğru orantılı olarak gençlerin birbirini bulma güçlüğünden bahsetmiştik.

Pazartesi gününden bu yana mektuplar geliyor. Çok içten çok samimi mektuplar. Bunu aynen yayınlayın diyenler de var, aman benim hikâyemi kimse bilmesin yalnız size anlattım diyenler de.

Çarşamba günkü yazıyı okuyup ne yani gençlere görücü üsülü evlenin mi demek istediniz diyerek aceleyle hüküm verenler de var.

Sakin olunuz efendim. Meseleyi bütün veçheleri ile tarihi arka planını göz önünde bulundurarak ele almak istiyorum. Sizlerden gelen mektupların her biri için dosya açıyor ve kuş bakışı bir resim ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

Gelen mektupları genel olarak değerlendirecek olursak şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Kadınlardan, genç kızlardan gelen mektuplarda hayatın içinden tasvirler yapılırken, erkek okuyuculardan gelen mektuplar kitabi ve suçlayıcı bir dil taşıyor. (Mesela yazılarımda ayet ve hadis zikretmediğim için yüz üzerinden elli vererek değerlendirmeye tâbi tutanlar var.) Arada istisnalar var elbet. Esas dikkat çekmek istediğim husus ise kadınlardan gelen mektuplar her iki tarafa da gayet eleştirel bakarak çözüm önerileri ararken; erkeklerden gelen mektupların büyük çoğunluğu ya görücü usulü evlilik yaptığı için çok mutlu olduğunu belirten satırlardan oluşuyor ya da kariyerist kızların ne kadar laçka olduğundan.

Oysa kariyer yapmış, yüksek lisans ve doktorasını tamamlamış genç kızlar İslami ilkelere azami derecede dikkat ettikleri için hiç taliplerinin çıkmıyor olmasının altını çiziyor. İşte o mektuplardan birisi şöyle diyor:

"İffetine, adına, ailesine leke getirmemek için çaba gösteren genç kıza destek yok.. Çünkü kendi çocukları başka erkeklerle uluorta görüşmekte, arkadaşlık etmekte. Okulunda, doktora yaparken , bir erkekle konuşurken adabına olabildiğince dikkat etmeye çalışan genç hanıma ne yazık ki artık puan verilmiyor. "Nasılsa falanlar tavsiye eder", bir diğeri "nasılsa şu tanıdıkları onlara daha yakın, onlar tavsiye eder", bir diğeri "okumuşsa okumuş, kariyer yapmışsa yapmış bana ne, benim kızımdan üstün mü olsun kendi tavsiyelerimle!"... denile denile genç hanımın evlilik yaşı uzayıp gidiyor."

Bu mektupta da dile getirildiği gibi evlilik konusunda esas sorunun uygun kişilerin birbiriyle tanıştırılmamış olması, büyüklerin iyi bildikleri kişileri tavsiye etme mesuliyetini reddetmelerinde düğümleniyor.

Bu mesele yeni bir mesele değil. Tanzimat modernleşmesi ile başlayan bir mesele. Tanzimat döneminde üst sınıfın meselesi olan durumun, bu gün orta sınıfların, alt orta sınıfların açmazı haline geldiği görülüyor.

Modernleşme tarihimiz, kızlarla erkeklerin eski usul evlenmeyi reddedip yeni usul ile de evlenememelerinin hikâyesi olarak başlıyor. Yeni evlilikler ve "yeni kadınlar" konusunda tıpkı bugün olduğu gibi erkek yazarların kafası bir hayli karışık.

Bu kafa karışıklığı en iyi ifadesini Ahmet Mithat Efendi'nin son eseri olan Jöntürk romanında buluyor. Romanın erkek kahramanları ideal kızı şu cümlelerle ifade ediyor: "Eski fikirlerden çıkmış, yeni fikirlere fazla girmemiş olsun."

Eski fikirlerden çıkıp yeni fikirlere fazla girmemek nasıl bir şeydir?

Eski fikirlerden çıkmak demek, Batılı adabı muaşerete, giyim kuşama uyum sağlamak demek erkek yazarların nezdinde.

Peki yeni fikirlere fazla girmemiş olsun ne demek? Her ne kadar zevcenin Batılı adabı muaşerete uygun davranması, Batı terbiyesi almış olması tercih edilse de eşler arasındaki hukuk söz konusu olduğunda İslami usullerin esas alınması gerektiğini satır arası bir gerçeklik olarak ifade ediyor erkek yazarlar.

Tüm bu kafa karışıklığı içinde 19. Yüzyıl Osmanlı toplumunun üst tabakasında, aşk bir ideoloji olarak hükümran olurken; bu ideoloji günümüzde orta tabakalara kadar yayılmış durumda.

Aşkın bir ideoloji haline gelmesi konusuna daha teferruatlı bir şekilde değinmek üzere bu yazının anlaşılmasını kolaylaştırmak üzere kısa bir tasvir yapalım:

Aşk iki kişi arasındaki karşılıklı ya da karşılıksız yoğun bir duygu olarak yaşanır. Aşkın bir ideoloji haline gelmesiyse tarafların birbirlerine ne kadar âşık oldukları hususunda bütün bir cemiyeti ikna etmek zorunda kalmaları anlamına gelir. Aşk, tüketimin bir nesnesi haline gelmiştir artık.

Osmanlı coğrafyasında bir taraftan Fransızca'dan tercüme edilmiş edebi değeri düşük pespaye romanlar aracılığıyla "bir ideoloji olarak aşk" yaygınlık kazanır. Diğer taraftan Osmanlı kadınları, bürokrat eşi ya da gezgin olarak Osmanlı topraklarında bulunan Avrupalı, Amerikalı kadınlar tarafından evlilikleri üzerinden sürekli sigaya çekilirler. İşte böyle bir ortamda görücü usulüyle evlenmenin ne kadar kötü olduğu teması, ilk olarak Tanzimat edebiyatında, hikaye, roman ve tiyatro eserlerinde karşımıza çıkar. Şinasi "Şair Evlenmesi" adlı oyununu görücü usulü ile evlenmenin açmazları üstüne kurar.

Görücü usulünün açmazları edebiyat üzerinden baskın bir ideoloji olarak ortaya konup üst tabaka arasında "aşk evliliği" önemli olurken günümüzde görücü usulü evlilik dizi filmler aracılığı ile bütün bir cemiyetin nezdinde itibar kaybına uğratılmaya devam ediyor.

Hal böyle olunca gençler yaşlıları Nur Suresi'nin hükümlerini uygulamamak noktasından eleştiriyor, yaşlılar da gençler ne istediğini önce kendisi bilecek ki biz ona göre tavsiyede bulunalım diyor.

Gençler ne istediğini biliyor. Ama istekleri arasında bir sıralama yapabilme kabiliyeti taşımıyor. Bu kabiliyeti taşımadığı için taraflar ya "öteki" tarafından ikna edilmek istiyor ya da ailelerin "ikna kabileyeti"nin devreye girmesini bekliyor.

Aile demişken... Ailelerin kriterlerinin ne kadar etkili olduğuna dair bir mektup paylaşmak istiyorum sizlerle:

"Yaşım 43, işyerinde beni çok az, eşimi de hiç tanımayan ve aile yapılarımızı bilmeyen bir yöneticimin aracılığıyla tanışıp 23 yaşında evlendim. Ailemin onayını çok zor aldım. Tanımadıkları için tepkiliydiler ve çok da haklıymışlar. Gençlik işte...

Bizden önceki nesilde görücü usulü yaygındı. Sonuçlar da fena değildi. Hatta ayrılanlar, sorun yaşayanlar sevip evlenenlerden çıkardı. Bizim nesil hakikatten her konuda hızlı geçişler yaşadı. Görücü usulü de bu arada şekil değiştirdi. Önceden aracı her iki tarafı da iyi tanır ve uyuşma garanti olurdu. Şimdi aracılar tarafları tam tanımıyor ve karşı karşıya gelen gençler kendilerine göre önemli konulardan birbirlerini tanımaya çalışıyorlar. Asıl önemli konular bazen konuşulmuyor, konuşulamıyor bile..."

Mektubun en dikkat çekici bölümü, aracıların eskiden her iki tarafı da iyi tanıdığının belirtildiği satırlar.

Bütün mesele şu: Günümüzde artık hiç kimse kimseyi "iyi" tanıyamıyor.

Evlilik meselesine devam edeceğiz.

Çünkü Türkiye'nin en değişmez gündemi evlilik ve boşanma.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT