1. YAZARLAR

  2. Abdullah Muradoğlu

  3. Füze Kalkanı ve nükleer tehdit!
Abdullah Muradoğlu

Abdullah Muradoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Füze Kalkanı ve nükleer tehdit!

06 Eylül 2011 Salı 05:04A+A-

 "Füze Kalkanı" konusunda kafalar karışık..

Zira önce bir Amerikan projesi olan Füze Kalkanı'na "NATO kılıfı" geçirildi.

Zaten Türkiye'nin bu işe bulaşması NATO üyesi olmasından kaynaklanıyor.

Kalkanın "Polonya" ve "Çek Cumhuriyeti"nde konuşlandırılmasına Rusya "güvenliğime karşı bir hareket olarak algılarım" diyerek karşı çıkmıştı.

Böylece Kalkan'ın bu iki ülkeye yerleştirilmesinden vazgeçilmişti.

NATO, "Soğuk Savaş" döneminden kalma bir savunma örgütüydü ve daha çok Batı Avrupa güvenliğini esas alıyordu.

"Sovyetler Birliği" ise Doğu Avrupa'daki uydusu olan ülkelerle "Varşova Paktı"nı kurmuştu.

Sovyetler de, Varşova Paktı da dağıldı ama NATO devam ediyor.

Varşova Paktı'nda yer alan ülkelerin birçoğu ise şimdi NATO üyesi.

* * *

Anlamadığım nokta, bu Füze Kalkanı'nın hakikaten NATO üyesi ülkeleri korumakla ilgili olup olmadığı.

Mesela dünyanın herhangi bir noktasından NATO üyesi olmayan bir ülkeye gönderilen füzeyi vurmakla mükellef midir?

Radar sisteminin Türkiye'nin doğusunda bir yerlere kurulacağı ihtimalini göz önüne alırsak "gözetleme alanı" bir fikir veriyor.

Bu alandan Avrupa'daki NATO üyesi ülkelere füze gönderilebileceği hususu ise kuşkulu.

Avrupa kıtasındaki NATO üyesi ülkeler İngiltere, İzlanda, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, Lüksemburg, Norveç, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Arnavutluk, Macaristan, Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Slovakya.

Avrupa'daki NATO üyesi ülkelerin ezici çoğunluğu (Türkiye, Arnavutluk ve İzlanda hariç) AB üyesidir.

Avrupa(AB) ise kendi savunma sistemini kuracak güçtedir.

Bir başka soru şudur..

Elinde nükleer füze başlığı bulunduran İsrail dahil ülkelerin tamamı bu füze kalkanının kapsamına girecek midir?

Çünkü İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat nükleer silah üretmediklerini dini gerekçelere dayandırarak kendisini bağladı.

Ama herkes biliyor ki İsrail bir nükleer silah deposu ve "Filistin meselesi" yüzünden bölge ülkeleriyle problemli bir ülke.

Mesela Fransız yazar Alain Minc "Yeni Ortaçağ" kitabında şöyle diyor:

"Kippur savaşı sırasında İsrailliler köşeye sıkıştıkları sırada Negev'deki nükleer füzelerinin başlık kapaklarını casus uyduların gözü önünde açtıklarında bile ne denli soğuk terler döküldüğünü anımsayalım. Sovyetlerin Suriye baskısını yumuşatması için birkaç gün bile gerekmemişti."

* * *

İnsanoğlunun icat ettiği en kötü şey bu nükleer silahlar ama NATO üyesi ülkeler bile üretmiyorlar mı?

Durum böyleyken, kendiniz için tehdit içermediğine inandığınız komşunuzun bahçesini gözetleyen bir kamera yerleştirmek sıkıntı getirmeyecek midir?

Hiçbir ülke kapsam dışı bırakılmadan nükleer silahların üretilmemesi için caydırıcı önlemler alınması gerekirken bu yapılmıyor.

Bunun yerine nükleer silah ürettiğinden kuşku duyulan ülkeler hedef alınıyor.

"Ben yaparım, ama sen yapamazsın" demek, "gücün yetiyorsa yap" demekten başka bir şey değildir.

Asıl tartışılması gereken husus budur.

Bu proje ortak bir güvenlikten ziyade Amerikan silah endüstrisini beslemek için "pamuk eller cebe" hikayesinden ibaret olmasın sakın!

Şöyle bir açıklama olsaydı kabul edilebilirdi:

"Dünyanın hangi ülkesinden olursa olsun ve hangi ülkeyi hedef alırsa alsın nükleer başlık taşıyan bütün füzeler bu kalkan tarafından durdurulacaktır."

O zaman bir anlamı olurdu Füze Kalkanı'nın.

İnsanlık adına sevinebilirdik de.

Doğu Akdeniz bir 'İsrail Gölü' değildir!

"Palmer Raporu" İsrail'in saldırganlığının onaylanmasından başka bir işe de yaramadı.

Üstelik Doğu Akdeniz'in uluslararası sularında gücü yetenin dilediği gemiye saldırmakta elinin serbest olduğunu tescil etti.

Kızıldeniz'de, Somali açıklarında korsanlara bakmaya gerek kalmadı, bu raporla Doğu Akdeniz'de "devlet korsanlığı"nın önü açıldı.

Türkiye Doğu Akdeniz'de 500 yıldan fazla egemen olmuş bir imparatorluğun varisçisidir.

1923'teki "Lozan Konferansı"nda bu imparatorluğun borçlarını ödeyerek mirasçısı olduğunu kabul etmiştir.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi Türkiye Doğu Akdeniz'in en uzun sahildar ülkesidir.

Doğu Akdeniz'de seyrüsefer güvenliğini sağlamak konusunda en fazla hakkı olan bir devlettir.

Sadece Türkiye değil başta "Mısır" olmak üzere "Suriye" ve "Lübnan" da Doğu Akdeniz'in güvenliğini sağlamakta hak sahipleridir.

Mısır Cumhurreisi Cemal Abdülnasır 1950'lerde Türkiye ile birlikte Doğu Akdeniz'de bir güvenlik çemberi kurmak istediğini ifade etmişti.

Dönemin koşulları gereği hayata geçirilememişti bu.

Şimdi koşullar değişti ve Mısır'da İsrail'i kollayan diktatörlük rejimi devrildi.

İlk olarak Türkiye ve Mısır bir araya gelerek Doğu Akdeniz'in bir "İsrail Gölü" olmadığını ilan etmeliler.

Zira 50 yıllık bir devletten çok daha fazla söz sahibidirler Doğu Akdeniz'de.

'Sivil CHP'ye yakışan tavır ne olur?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül demokratik Anayasal kurallar çerçevesinde bu makama oturmuş bir şahsiyet..

İçerde ve dışarıda Türkiye'yi temsil ediyor.

Geçen yıl "Çankaya Köşkü"nde verilen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonuna katılmamıştı CHP yönetimi.

Resepsiyon teke indirilmişti ve Cumhurbaşkanı önceki dönemlerden farklı olarak konuklarını eşli karşılamıştı.

CHP yönetimi 'Cumhurbaşkanının tarafsız olmadığı' gerekçesiyle resepsiyona katılmadığını açıklasa bile halkın algılaması böyle değil.

Halk, Cumhurbaşkanının eşi "başörtülü" olduğu için CHP yönetiminin resepsiyona katılmadığına inanıyor.

Rivayetlere göre CHP yönetimi bu yıl ki Cumhuriyet resepsiyonuna da katılmama kararı almış.

Önümüzde daha vakit var ama CHP yönetimi bu kararını gözden geçirmelidir.

Halkın algılamasını değiştirmesi için CHP'nin önünde böyle bir fırsat var.

CHP, Cumhurbaşkanının tarafsız olmadığı görüşündeyse bunu başka platformlarda rahatlıkla ifade edebilir, ediyor da.

Ama Cumhuriyet resepsiyonuna katılarak Cumhurbaşkanı Gül'ün eşinin dini kanaatleriyle kurumsal bir sorunlarının olmadığını göstermek durumundadır CHP.

CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu 'yenilenmek' ve 'yenileşmek' kudretinde olduğunu göstermek istiyorsa buradan başlaması güzel bir jest sayılacaktır.

Tarladaki başörtülü hanımefendiyle Çankaya Köşkü'ndeki başörtülü hanımefendi arasında fark görmediklerini hissettirmiş olacaklardır.

Sivil bir CHP'ye yakışacak olan da budur.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT