1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Evet, siyasal mühendislik değil toplumsal gerçeklik
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Evet, siyasal mühendislik değil toplumsal gerçeklik

15 Eylül 2010 Çarşamba 05:26A+A-

Aylardır tartıştığımız referandum sonuca ulaştı. Herkes konuştu, millet ise kararını verdi. Artık 26 maddesi teklif edilen istikamette değişmiş bir anayasamız var.

Referandum sürecinde siyasetin karakteristik özelliğine bir kez daha şahit olduk. Siyaset, ne olup bittiğini anlama ve anlatma sanatı. Akıl ve dil ilişkisi. "Akıl" derken farklı akılların olabileceğini biliyoruz. Malum, herkes kendi aklını beğenir. Ama siyasette, en geniş kesimleri esas alan bir akletme biçimi ve yine onların beklentilerini duyarlılıklarını anlatan bir dil gerekiyor. Referandum meydanlarda, televizyon ekranlarında, gazetelerde tartışıldı. Lehte aleyhte sözler söylendi. Hararet, tansiyon yükseldi. Sonuçta geniş kesimlerin aklı ve dili, onun temsili tayin edici oldu.

"Geniş kesimler" derken kimden bahsediyoruz? Sosyolojik olarak ortaklıkları olan, siyasette az çok bir arada davranma değerleri bulunan kesimleri kastediyoruz. Kimi zaman siyasi parti tercihleri farklılaşsa bile daha derinde sosyal ve politik değerleri bakımından ortaklıkları bulunan, kritik anlarda bu değerlerin çalıştığı kesimleri kastediyoruz. Bakınız sonuç 58-42. Son otuz yılda önce 60-40, sonra 65-35 olan merkez sağ ve sol ayrımlarına tekabül eden bir oran. Bunu referandum ortamında değiştiren iki unsur vardı: Birincisi MHP'nin kendi müktesebatıyla çelişen bir çizgide davranıp hayır kampına geçmesi, sert bir dille parti asabiyesini çalıştırmaya dönük çabası. İkincisi ise, politik çizgisi solun çeşitli yerlerinde bulunmakla birlikte, merkez sağın bu öncü, demokrat ve özgürlükçü çizgisiyle geçici bir ittifak yapmış olan kesimlerin desteği. Referandum akşamı farklı televizyon kanallarındaki yorumcular MHP tabanından önemli ölçüde evet desteği çıktığını söylerken, kimileri bunu "AKP'nin MHP tabanına yönelik stratejisinin başarısı"na bağladı. Yanlış. Değerlerle örtüşmeyen bir siyasal strateji başarılı olamaz. AKP hususen böyle bir tutum takınmasaydı bile sonuç daha farklı olmazdı. Yakın tarih içinde yüksek bürokrasinin vesayetçi siyasetleriyle başı sürekli derde girmiş, hırpalanmış, kenara alınmış insan coğrafyasında yer alan herkes, aynı zamanda kendi hayat hikâyesinin bir gerçekliği olarak da değişikliğe evet dedi. Böyle bir arka plan olmasa, sadece stratejiyle kimi ne kadar etkileyebilirsiniz ki?

Referandumun tartışılma sürecinde kim ne söyledi, konusu ilginç bir çalışma alanı olmaya aday. Böylelikle hangi tez neyi temsil etti, seçmenin hayatındaki hangi gerçekliklere karşılık geldi, hususları anlaşılır. Zaten geniş kesimlerin ortak aklı da bununla ilgilidir.

Her şeyden önce konu ne ise onun üzerine konuşmanın, ne söylenecekse onun üzerinden söylemenin önemli olduğunu gördük. Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunuluyorsa, onun hakkında konuşacaksınız. Niçin bu anayasa değişikliğini reddetmemiz lazım biliyor musunuz, diye başlayıp, bu iktidar gitmelidir, diye bitirirseniz, inandırıcılığınız olmuyor. İktidar gitsin, istiyorsanız, bunu ağırlıklı olarak referandumla ilgili gerekçelendireceksiniz. İkincisi, ülke sivil diktaya doğru gidiyor, diyorsanız, bunu öylesine söylenmiş bir laf olmaktan çıkartacak sosyolojik şartlarına dair de bir analiziniz bulunacak. Bir ülkede hangi şartlarda sivil diktatörlük ortaya çıkabilir, bunun destekçisi toplumsal kesimler kimlerdir, niçin bunu talep ederler, onların çıkarları bakımından diktatörlüğün anlamı nedir, konularını da ikna edici bir şekilde anlatmanız gerekir. Bunların hiçbirisi yoksa ve siz sadece şurada da şöyle bir laf etti, bakın, diktatör olmak istiyor, derseniz, buram buram polemik kokan bu masalın alıcısı olmaz.

Özellikle son otuz yılda seçmen profili çok değişti. Daha şehirlileşmiş, zenginleşmiş, modern dünya ile bütünleşmiş bir ülkenin seçmenlerini sadece parti bağlılığı üzerinden etkilemek ve yönlendirmek mümkün değildir. Demokratikleşme ve modernleşme, her parti için seçmeni yeniden ve yeniden kazanılması gereken bir konuma getirmiştir. Bu seçmeni kazanma işi de sahih, ülkenin güç ilişkilerine, toplumsal yapılarına, değerlerine, eğilimlere tutarlı bakışla sağlanabilir. Siyasetin kotarıldığı seçkin merkezlerin aynı zamanda halktan kopmaya, kişilerin birbirini etkileyerek ortak hayaller oluşturmaya yatkınlıkları hep hatırlanmalıdır. Bu yerlerde halk adına elitlere çimdik atacak, o Sokratik at sinekliğini yapacak kişilerin varlığı hayatidir.

Referandumun sonucu bize siyasetin iki parametresinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bunlardan birincisi, Kürt meselesi ve bunun çağırdığı ulusalcılık eğilimleri. Bir kez daha gördük ki Kürt meselesi ülkenin dengesini bozuyor. İkincisi ise, laiklik, hayat tarzı siyaseti ve muhafazakârlık arasındaki gerilimli ilişki. O malum sahiller-Anadolu'nun geri kalanı görüntüsünün bu iki parametre tarafından şekillendirildiği anlaşılıyor.

Bu referandumda demokrat, sivil, özgürlükçü değerlerin öne çıkması, şüphesiz Kürt meselesine de damgasını vuracak. Şiddet marifetiyle çözüm arayan eksen, daha radikalleşmiş ve ulusalcı bir savrulma yaşamış bir siyasi ortama "hızlandırıcı ve bilinçlendirici" etkiler atfetmeye hazır görünüyor. Malum, diyalektik ilişkinin çalışması az çok simetri talep eder. Demokratik bir ortam, halkın asli fail haline geldiği bir siyaset, şiddete dayalı çözümü gerekçelerinden mahrum eder. Önümüzdeki dönemde Kürt meselesinin kamusal müzakere ve demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesi istikametindeki eğilimlerin güç kazanması beklenmelidir. Ancak bu yetmez. Bu ekseni temsil eden çevrelerle kurulacak ilişkilerle bu eğilim güçlendirilmelidir. İlişkiler aynı zamanda "Türkiye'nin yaşadıklarını anlamlandırmadaki" çok farklı bakış açılarına da bir bağlam ortaklığı kazandırabilir. Olup bitenleri karşıt uçlarda okuyan iki farklı çevrenin "bölünmek" için ayrıca bir çaba içine girmesine gerek yoktur. Zaten fiilen bölünmüşlerdir. Ülkenin "birliği dirliği" meselesini kuru kuruya bir söylenme olmaktan çıkartacaksak, bu ortaklık için çaba göstereceğiz.

Laiklik hayat tarzı çizgisinde konum almış hatırı sayılır bir kesim var. Unutmayalım ki CHP, bir siyasi parti olduğu unutulduğu zamanlarda bile bu hayat tarzı meselesi yüzünden çok ciddi oylar aldı. Referandumun sonucuna bakan kimi hayırcı vatandaşlar, samimi olarak kendilerini hayat tarzları bakımından baskı altında hissedebilirler, ülkenin geleceğine ilişkin karamsarlıkları artabilir. Bu duyarlılıkları dikkate almak gerekir. Başbakan referandumun hemen ardından yaptığı konuşma ile çok kucaklayıcı, çok demokrat bir tutum sergiledi. Herkese teşekkür etti, toplumun ortaklıklarına vurgular yaptı. Bu tutumu, sadece nezaketle açıklayamayız. Başbakan'ın dili gerçekte temsil ettiği toplumsal kesimlerin dilidir, onların ülkeye bakışlarını yansıtır. Bu toplumsal kesimler, çatışma, gerilim istemiyorlar. Demokrasinin en önemli unsuru olarak muhalefetin oynadığı ve oynayacağı olumlu rolün farkındalar. Aynı zamanda laikçi değiller fakat din, inanç, vicdan hürriyeti ve yaşam tarzı konularında son derece laik bir anlayışa sahipler. Çünkü küresel dünya ile bütünleşmiş bir Türkiye'nin var olma, gelişme, kudret ve nüfuz kazanma mecrası farklılıkların uyum kazandığı bir dünya bakışından geçiyor, bunu görüyorlar. Sanayiden, ticaretten, politikadan, entelektüel hayata kadar her alanda doğrudan kendi yaşadıkları dünya gerçekliği de bu.

Referandumun sonuçları daha çok tartışılacaktır. Türkiye için önemli bir dönemeç aşılmıştır. Referandum öncesi öne çıkan "dil oyunları" üzerinden konuşursak, evet hayrı getirmiştir. Bir cümle ile şunu da belirteyim: Halk iradesinin kayıtlardan kurtulması, asli unsur haline gelmesi önümüzdeki dönemde CHP için de çok hayırlı olacaktır. Esasen Kemal Kılıçdaroğlu ile değişim sancıları açığa çıkan bu parti, aynı istikametteki temrinlerini artıracaktır. Bu da muhakkak, CHP için olduğu kadar ülkemiz ve demokrasimiz adına da bir kazançtır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT