1. YAZARLAR

  2. Murat Yılmaz

  3. Etik siyasetin temsilcisi mi?
Murat Yılmaz

Murat Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Etik siyasetin temsilcisi mi?

14 Şubat 2009 Cumartesi 04:34A+A-

Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Belediye başkanı adayı olarak Başbakan Erdoğan hakkındaki tuhaf iddialarıyla yeniden gündeme geldi. Fakat Kılıçdaroğlu'nun son çıkışı, kendisini açıktan destekleyen ve kendisiyle paylaşan Doğan medyasındaki İsmet Berkan ve Taha Akyol gibi aklı başındaki isimleribile isyan ettirecek nitelikteydi.

Belge iddiasıyla dedikodu ve imalarla gündem tayin etme çabasının artık ters tepmeye başlaması, siyasi kültürümüzde bir olgunlaşma işareti olarak algılanabilir. Uzunca bir süredir gündemi tayin eden Kılıçdaroğlu'nun neyi temsil ettiği sorusu, siyasetin yeni veçhesini anlamamıza da yardım edebilir. AK Parti'ye yönelik açılan kapatma davasının neticelenmesi ve Ergenekon davasıyla Türkiye'de siyasetin önünün açıldığı yeni bir döneme giriliyor. Bilhassa cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde laiklik ekseninde bir kriz yaratma çabası, işba noktasına ulaştıktan sonra adeta anlamını ve kullanım değerini yitirdi. Laiklik cepheleşmesinden "yorgun siyaset", kendisine sığınacak bir liman aradı. Liman ihtiyacı bilhassa, AK Parti'yi yenemediklerini düşünen cephede hissediliyordu. Bu liman apolitik olmalıydı ama politikanın yeniden üretildiği duygusunu ve imajını da vermeliydi. Liman belki milliyetçilik olabilirdi. Ancak bu konu çok kullanıldığından inandırıcılığı kalmadığı gibi, AK Parti de bu meselede ön almış ve milliyetçi bir üslupla siyaset yapmaya başlamıştı. Yeni siyasi hat, AK Parti'yi iktidara getiren dinamikleri bozacak bir hat olmalıydı. 2002 öncesinde yaşanan iktisadi krizler ve yolsuzluk iddiaları da düşünülünce, yeni hat da bulundu: Yolsuzluk ve yoksulluk üzerinde etik siyaset. Yolsuzluk ve yoksulluk söylemiyle AK Parti'nin elinden söylemi alındığı gibi, AK Parti tabanı ideolojik kutuplaşmayla sabitleştirilmeden yerinden sökülebilecekti.

Muhalefetin, bilhassa CHP'nin inşa ettiği bu hat CHP-AK Parti kutuplaşmasının altında ezilen MHP'yi de, AK Parti'yi kapatmayı başaramayan ve girdiği mücadeleden ağır hasar alarak çıkan bürokrasiyi de, AK Parti ile girdiği tartışmalarda AK Parti'yi yıpratacak yeni bir argüman bulan TÜSİAD çevrelerini de, AK Parti'nin reformcu kimliği dolayısıyla kimlikleri ellerinden alınan "demokrat"ları da, kendileri yolsuzluktan yıkılmış merkez sağ siyasetçileri ve medyayı da ziyadesiyle memnun etti. Hatta tuhaftır siyaset yapmamayı tercih eden ve ancak muhalefetin zorlamasıyla siyaset yapan "yorgun siyasetçi" AK Parti de siyasetin bu yeni hatta oturmasından çok rahatsız görünmüyordu. Sıradan vatandaşlar arasında bu yorgunluktan payını alanlarla "aman bir tatsızlık çıkmasın"cılar bu gelişmeden hoşnuttular.

Bu stratejinin iki ayağı vardı. Birincisinde AK Parti'nin yolsuzlukla ilişkisi olduğu kanaatini kamuoyuna mal etmek hedefleniyordu. İkincisinde AK Parti'nin yoksullara yardım marifetiyle yoksullarla kurduğu ilişkiyi koparmak amaçlanıyordu. İşte, Almanya'da başlayan Deniz Feneri davası bu iki hedefin bir arada gerçekleşmesine hizmet edecek olağanüstü bir fırsat olarak görüldü. Lakin ölçü o derece kaçırıldı ki, kamuoyundaki inandırıcılık zayıfladı. Davanın bir anda siyasileştirilmesi, belki kendi haline bırakılsa bu hedeflere hizmet edebilecek gelişmelerin dahi önünü kesti. Üstelik meselenin bir dava marifetiyle takdimi, zaten davalardan ve mahkemelerden bıkmış vatandaşların beklendiği ölçüde dikkatini çekmedi. Üstelik halihazırda yürüyen Ergenekon davasının ve başarısız kapatma davasının bir tür rövanşı izlenimi veren Almanya Deniz Feneri davası arzu edilen neticeyi vermedi.

Masuniyet karinesi sadece Ergenekoncular için mi?

Almanya Deniz Feneri davasını takiben açılan yoksullara yardıma yönelik "sadaka kültürü" tartışması da fiyaskoyla neticelendi. Yoksullarla da, sıradan vatandaşlarla da nasıl konuşulacağını bile bilemeyen bir bakış açısından bir etik çıkarmak mümkün değildir. Umberto Eco'nun dediği gibi, "Etik, ancak ötekinin sahneye girişiyle mümkün olabilir". Ötekinin meşruluğunu kabul etmeyen, kamusal alana çıkartmayan ve kendi dışındaki bütün ötekileri hiç kimse haline getiren bürokratik vesayet ise, zaten başka türlü bakamaz. Bakamadığı için de bu ufkun ötesini göremez.

Almanya Deniz Feneri davası ve sadaka kültürü tartışmalarının başarısızlığına rağmen yolsuzluk tartışmalarına devam edildi. Üstelik CHP'nin etik siyaset anlayışı, CHP'li Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ın ifşaatlarıyla zedelenirken... Bu seferki proje, dürüst ve mütevazı imajıyla hesap uzmanı kökenli eski bürokrat yeni siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden geliştirildi. Kılıçdaroğlu rolünün hakkını veriyor, basın kendisini olağanüstü destekliyordu. Elinde "belgeler", sakin sakin konuşuyordu. Rakipleri kızdığında uygar bir biçimde tartışmak istediğini, aksi halde üzüldüğünü söylüyordu. "Eroin kaçakçısı" dediği şahsın kendisinin değil, firmasının anlaştığı bir başka firmada çalışan yüzlerce şoförden birinin şahsi olarak eroin kaçakçılığı yaptığı ortaya çıkınca da sakindi o. Rakipleri ise bu kadarcık bir iddia karşısında dahi kızan ve uygarlık çizgisinden kayan kişilerdi. Doğrusu, böyle bir tartışmayı seyredip, bak burada aşırı kaçtı ama diğer söyledikleri belgelere dayanıyormuş rahatlığıyla futbol yorumu gibi konuşma zevkine kapılan seyirciler de bu projenin başarıları arasındaydı. Ergenekon davasında masuniyet karinesi şiarıyla insan hakları aktivisti kesilen bu kesimlerin, konu ötekiler olunca masuniyet karinesinden ne kadar kolay vazgeçebildikleri bu şekilde görülüyordu. Ancak Kılıçdaroğlu tartıştığı isimlerin partideki görevlerinden istifa etmesi ve en son Melih Gökçek'in Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne yeniden adaylığının açıklamasının gecikmesinin Kılıçdaroğlu ile tartışmasıyla ilişkilendirilmesiyle siyasette bir yıldız haline geldi. Proje tutmuş muydu? Kılıçdaroğlu'nun başarısı bir anda siyasete tahvil edilmek istendi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday ilan edildi. Halbuki memur ve üniversite şehri Ankara, Kılıçdaroğlu için daha uygun olurdu. Üstelik, Melih Gökçek karşısında avantajlı olarak yarışa başlayabilirdi. Murat Karayalçın faktörü, Ankara adaylığını mümkün kılmadı.

Son günlerdeki CHP'nin çarşaf açılımı ve Kur'an kursu açılımı ile bu eksikleri fark etmeye başladığını söyleyebilir miyiz? Kılıçdaroğlu'nun İsmailağa cemaatini ziyaret ederek neden kendilerine oy vermediklerini soracaklarını söylemesini de bu cümleden sayabiliriz. Ancak CHP hâlâ bir akort tutturabilmiş değil. "Kılık kıyafet zaptiyesi değiliz" deniyorken Kılıçdaroğlu'nun seçim arabası "Kara peçe yakışmıyor kullara" türküsünü çalıyor. Bir yandan Kılıçdaroğlu "yeni belgelerim var" diye rakiplerini tehdit ediyor, diğer yandan hakkında çok ağır ithamlar olan CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen'le beraber seçim kampanyası yürütüyor. 29 Mart'taki mahalli idareler seçimleri, kapatma davasından sonra AK Parti'yi sıkıştırmak için denenen yolsuzluk ve yoksulluk üzerinden siyaset anlayışının sonu olacaktır. "Etik siyasetin" başarısı ise sahneye öteki girdiğinde takınılacak tavra bağlı olacaktır. Bu bakımdan CHP'nin çarşaf ve Kur'an kursu açılımlarının ötekileri ikna etme başarısı tayin edici olacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT