1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. Erdoğan neden hedef
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

Erdoğan neden hedef

01 Eylül 2013 Pazar 11:35A+A-

 

AK Parti'nin merkeze yürüyen bir çevre hareketi olduğu hep söylendi. Çevre merkeze yürüyorsa, merkezi elinde tutan bir kesim var demektir. 10.5 yılın, ama genelinde son yüz yılın hikayesi de esasen bu 'hareketlenme'nin damga vurduğu mücadeleyi ima eder.

Cemil Ertem ile birlikte kaleme aldığımız Etkileşim Yayınevi'nden çıkan 'Dünyayı Durduran 60 Gün' adlı kitapta, bu mücadelenin yüz yıllık siyasi-ekonomik fotoğrafını çekmeye çalıştık. 1913-2013 dönemini kapsayan yüzyılda, aslında tek bir mücadeleye denk gelen döngü yaşanmıştı çünkü.

Bu kitabı yazmayı bir sorumluluk olarak gördük.

1913'te pozitivist, doğal seleksiyoncu, yani bildiğiniz faşist İttihatçıların yaptığı Bab-ı Ali darbesi ile zehirli bir parantez açılmıştı. Halk –çevre- bu parantezi her kapatmaya yeltendiğinde, vesayet, o günün ittifaklarıyla buna hep engel oldu tarih boyu.

Bu tesbiti benden önce yapan oldu mu bilemiyorum, ancak, 1924 Anayasası da bir darbe ürünüdür. 1921'deki çoğulcu anayasasını kadük ederek, seçkinci elit kurgusu ile cumhuriyetin temeli baştan yanlış atıldı. Bir yüzyıl boyunca 'çevre' o bedeli değişik ve sayısız vesilelerle ödedi.

Bu anlamda, Menderes-Özal ve Erdoğan çizgisi çevrenin siyasi mücadelesini ima eder ve süreklilik gösterir. Çevrede kalan halkın ekserisi her zaman bu çizgiyi desteklemiştir. Halk yaşamla iç içedir. Belanın da, faydanın da nereden geleceğini adeta koklayarak hisseder. Çünkü esas bedeli o ödeyecektir.

Menderes asıldı. Ecevit, Karaoğlan döneminde kontrgerillayı gördü ve geri adım attı. Özal ya cinayet, ya da yıpratılmak suretiyle tasfiye edildi. Erbakan ülke tarihindeki en pespaye darbe olan 28 Şubat'la devrildi. Kudretli paşaları yormak istemeyen beyaz medya, beyaz sermaye, üniversiteler, yargı vesayeti, sendikalar, odalar, STK'lar ve asıl belamız olan vesayetçi bürokrasi, Kürt sorununu çözmek isteyen Rahmetli Erbakan'ı Demirel'in maestroluğunda alaşağı etti. Zeminde ise ekonomik rant paylaşımı vardı.

Ama Erdoğan direniyor.

Kimse martaval okumasın. Gezi'deki gençleri sevdik, çevre duyarlılığına hak verdik, yönetim krizini, ölümleri eleştirdik. Volume I ile bir derdimiz yok. Ama volume II'de, Gezi'nin arkasına gizlenen siyaset-algı mühendisliği, öyle böyle bir kriz değildi. Tüm güç konsantre edilerek bir noktaya biriktirildi ve tek hedefe, Erdoğan'a ateşlendi. Amaç Erdoğan'ı partisinde etkisizleştirmek, ülkeyi yönetilemez hale getirmek ve post-Erdoğan dönemini de facto başlatmaktı.

Gerçekten demokrat olan bir aydın, entelektüel, ne olursa olsun önce bu durumu eleştirmeliydi. Olmadı; ateşe körükle gittiler. Bu yalan cumhuriyette, çoğu şeyimiz gibi, 'aydınlarımız', 'liberallerimiz', 'demokratlarımız' da sahte çıktı.

Vicdanı olan, mahallesinden korkmayan, sınıfsal kibri ile yüzleşmiş, kişisel ünlerini arttırmak için vicdan kuaförlüğüne girişmeye tenezzül etmeyen herkes 'cinayeti gördü.'

'Öteki' olmak zordur, ancak dışlanmanın bir faydası vardır ki, değişim, devrim bu bilinç sayesinde gerçekleşir.

'Öteki'ler gerçeği bilir. Tony Judt'ın dediği gibi, 'Hiçbir şey hakikatten öteye gidemez.'

Çünkü algı mühendisliklerinin hedefi 'ötekiler'in hakları, canlarıdır ve kurgu dışı kalmışlık onların gözlerini açar. Ülkedeki siyasi bilinci yüksek kesimlerin dindarlar ve Kürtler olmasının nedeni budur. Bu yüzden son 10.5 yıllık devrimin taşıyıcısı ve garantisi onlar.

Çözüm Süreci bu durumu konsolide edeceği için 'son büyük savaş' bu zeminde veriliyor.

Yani dert sadece Erdoğan değil. Çözüm Süreci olmasaydı, Erdoğan bu kadar nefret çeker miydi? Şimdi hedef.. çünkü bu süreç sonrasında, rejim gerçekten değişmiş, zehirli parantez kapanmış olacak.

Kürt ve Alevi sorunları aşıldığında, geriye dönüş riski sıfırlanacak. Bunu Erdoğan'ın yapacağını ve yapabileceğini bildikleri için, tüm güçleri ile yükleniyorlar. Demokratikleşme Paketi gibi atılan, atılacak adımları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Biz neyin eleştiri, neyin mühendislik olduğunu çok iyi biliriz.

Şaşırmayın, ama bu son derece doğal. Kimse ayrıcalıklarını öyle kolay kolay terk etmez. Koca bir ülke yüzyıla yakın kendilerine 'tahsis' edilmiş. 'Şak' demişler, 'çat' yapılmış. Ergenekon, Balyoz davalarındaki şaşkınlık da bundan, dünün prestijli eylemleri, birdenbire suç olunca, uyum sorunu yaşadılar, alışırlar.

Benim bir ilkem var ve bunu hep uyguladım. Doğru veya yanlış, vicdanım bana bunu söylüyor. Mesela Mursi'ye darbe yapılırken 'Ama Mursi de şu hataları yaptı canım', Esed binlerce kişiyi zehirlerken ise 'Yüzümüzü artık AB'ye dönelim, bırakalım şu Ortadoğu'yu ayol' diyenleri Sartre'ın bulantısıyla izliyorum. Bir yerde adaletten, demokrasiden ve vicdandan köklü bir şekilde sapılmışsa, o noktada görevimiz, önce o adaletsizliği teşhir etmektir, adaletsizliğe uğrayanı 'sopalamak' değil.

Erdoğan direniyor. Çünkü halk Menderes'in, Özal'ın, Erbakan'ın başına gelenleri biliyor. İşleri artık çok daha zor, ama imkansız değil. Başbakan, Özal kadar yalnız değil, ama halktan başka kimsesi de yok.

'Erdoğan'ı yedirmeyiz' sözü de tam bu bilince denk geliyor.

 

YAZIYA YORUM KAT