1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Emine Erdoğan’ın anlatmadıkları...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Emine Erdoğan’ın anlatmadıkları...

04 Şubat 2010 Perşembe 06:42A+A-

TRT’deki programda anlattı Tayyip Erdoğan… Eşi Emine Erdoğan’ın aile dostları Nejat Uygur’a yapacağı hastane ziyaretinin nasıl siyasi bir krize dönüştürüldüğünü…

Bir Başbakan eşinin, kendi ülkesinde bir hastaneye kabul edilmeyişi macerasını… Sırf kıyafeti sebebiyle, sırf inançlarından dolayı başını örtmüş bir kişi olması sebebiyle… Zinde güçlerce hastanede oluşturulan teyakkuz ve Başbakan eşi dahi olsa, bir kadının kendi ülkesinde bir yakınını hastanede ziyaret edemeyişini, ilk ağızdan hep birlikte dinledik…
Hani “yok artık bu kadar da değil” deniyor ya ortaya dökülen akıl dışı nice plan ve krokiye bakılarak. Zoraki bir tebessüm, dudak bükmece veya duruma yeni vakıf olmuşlara has bir itirazı andıran masaları yumruklamacalar, “bu nasıl vicdansızlık, ordumuzun bunu yapabileceğini nasıl düşünebilirsiniz” şeklinde etkileyici beyanatlar…
Yok işte! Bu kadarı da oluyormuş işte.
Bu sayfada yıllardır yaşanan nice benzeri dramı hatta daha felaketlerini ama hep sıradan kadınların ve sıradan kızların acılı yaşam öyküleri olarak okudunuz. Başındaki tülbent dolayısıyla diyalize sokulmayıp da kapıda bekletilirken vefat eden ninelerden… Örtüsü dolayısıyla üniversitelerden atılan doçentlerden… Bir lokma helal ekmek için ev temizliğine gitmek, çocuk bakıcılığı yapmak zorunda bırakılan iktisat doktorlarından, terzilikle geçimini sağlayan mimarlardan, servis şoförlüğü yapan ilahiyatçılardan… Ve onların üzerlerine örtülen kalın mermerlerin altından, birer kardelen misali pırıl pırıl çıkardıkları hayata duyduğum saygıdan… Hep söz etmeye çalıştım yıllarca size…
Ama bugün bambaşka bir öykü ile yeniden gündeme geldi yaşadıklarımız. Aslında yaşamadıklarımız, yaşatamadıklarımız… Çünkü her anlatılan öykünün, uzun ve saklı kalmış nice anlatılmayan kısmı, belki kefenlerimizde takılı olarak karışacak toprağa. Uzun bir ahh… Hiçbir tartının ölçmeye güç yetiştiremeyeceği kadar kısa ve aynı zamanda hayat kadar uzun bir ahh…
Emine Erdoğan, anlattıklarıyla değil belki anlatmadıkları, anlatamadıkları ile “Türkiye Modernleşmesinin Kadın Kimliği Üzerindeki Dayatmaları” hakkında yapılacak uzun bir araştırmanın, en canlı tanıklarından…
Peki Emine Erdoğan niçin susmuştur, bu olayı niçin anlatmamıştır?
Yaşadıklarını, tabi tutulduğu hukuksuzlukları, ayıpları, kabalıkları niçin kendisi dile getirmiyor? Yakın arkadaş çevresinden Nejat Uygur olayını bilen kalemlerden biri olarak bu olayı niçin yaşandığı zamanlarda dile getirmedim kendime de soruyorum… Şimdi eşi, yani Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı dile getirdiği zaman gazetelere, köşe yazılarına konu olabiliyor bu hadise, hatta hadiseler… Peki biz kadınlar niçin ve hangi şartlar altında susarız? Bu önemli ama dikkate alınmayan bir sorudur…
Benzeri olaylara değişik zamanlarda, irkilerek tanık olmamış mıydık? Hayrunnisa Gül’ün üniversite sınavlarında kazandığı fakülteye örtüsü sebebiyle kayıt olamayışı ve ardından açılan davalar, derken Strasbourg’a kadar dayanan muhakeme safahatının, eşinin siyasal kimliği (o zamanlar Dış İşleri Bakanıydı) dolayısıyla akim kalışı… Veya Münevver Arınç’ın yine eşi sebebiyle protokoldeki varlığının tartışma konusu haline gelişi… Keza uzun yıllar yaptığı öğretmenlik ve kamusal tecrübesine rağmen, kahvaltı masasındaki konumuyla tersinden bir ikincillik tartışmasına hapsedilen Semiha Yıldırım… Eşinin genel başkan kimliği sebebiyle öz hikayesi hep arkada tutulan Doç.Dr.Sevgi Kurtulmuş…
Adını saydığım tüm bu hanımefendiler, “eş dolayısıyla” susmuş, bizim de suskun bıraktığımız hayat öyküleridir aslında…
Dikkatinizi çekmek istediğim şey; çift yönlü bir basınçtır. Yani bir yanıyla resmi ideoloji ve uluslaştırma projeksiyonunun ağır baskısıyla görünürlükleri kabul edilmeyen aynı kadınlar… Eşlerinin siyasal konumları yüzünden ikinci bir basıncı daha yaşayarak, görünmez, anlatılmaz, ifade edilmez bir buzlu cama daha tabi tutulmaktadırlar…
Yukarıda bir kısmının ismini zikrettiğim hanımefendilerin, kadına dair geleneksel edilgenlik bağlamında sustuklarını hiç sanmıyorum. Zira başta Emine Hanım olmak üzere, her birisi de hakları konusunda duyarlı, etkin, toplumsal tecrübeyi haiz kişiliklerdir. En önemli özellikleriyse, tüm baskılara rağmen, inandıkları gibi yaşamaya devam etmeleridir. Onların yaşadığı çifte standardı, ayrımcılığı ve maruz kaldıkları kabasabalığı anlatmayışlarını, tedirginlikle, bastırılmışlıkla değil belki sabır ve fedakarlıkla tesbit etmek daha manalı olacaktır…
Bununla birlikte, siyasete atılmış erkeklerin eşleri üzerinde yol açtığı büyük sorumluluk duygusu ve susmaya dair kadim siyasi gelenek, ne yazık ki yaşadıklarımızı içtenlikle anlatabilme konusunda ciddi bir engel haline gelmiştir…
Başbakanımızı TRT’de dinlerken, sık sık karşımıza dikilen şu soruyu da hatırlamadan edemedim. “Uzun yıllar devam eden başörtüsü eylemleriniz şimdi nereye gitti?” Bu soruyu işittiğimde başım zonkluyor. Evet bu soru art niyetlidir, haksızdır, çünkü hukuk girişimleri ve protestolar eskisi kadar yoğun olmamakla birlikte devam etmekteyken evet bu soru, haksız bir sorudur, amenna… Ama başörtülü kişilerin eşlerinin, babalarının, ağabeylerinin; siyasetin ve toplumsal temsilin resmi aktörleri oluşları da, kadın hareketinin fedakarlık ve sabır sokağına sapmasına ciddi etkiler getirmemiş midir?
Emine Erdoğan, Hayrunnisa Gül, Münevver Arınç, Semiha Yıldırım, Sevgi Kurtulmuş… Onların eşleri dışında da ciddi ve etkin birer kimlikleri olduğunu çoğu kez unutuyoruz. Eşleri yüzünden susuyorlar ve sabrediyorlar çoğu kez… Anlatmadıkları, anlattıklarından çoktur vesselam… Hz.Ali’nin iç yakıcı cümlesi: “Söylemediklerim, söylediklerimden çoktur”… AHH…

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT