1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Direnişten dirilişe...
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Direnişten dirilişe...

08 Şubat 2011 Salı 16:23A+A-

Hep inandığım bir şey var: Zulme direnenler özgürdür! Ve direnenlerin artık başka bir kimliğe, cinsiyete, kökene ihtiyacı yoktur. Tahrir Meydanı’nda yıllardır baskı altına alınmış, adaletsizliklere uğramış bir toplum, her kesimiyle birlikte direniyor bugün. Mısır’dan başka Tunus, Ürdün, Sudan, Yemen derken... Cezayir de kıpırdıyor, belki Suriye...

Arap halklarındaki bu özgürleşmek isteyen ruh, örgütlü ve planlı projeleri tersyüz edecek bir potansiyel taşıyor. Benim teorime göre: Bir süreden beridir Türkiye’de gıdım gıdım yaşanan özgürleşme ve demokratikleşme sürecinden gizli ve açık bir biçimde etkilenmekteydiler zaten.

Daha doğrusu şöyle diyelim; “hakikatin hareket hali” onların topraklarına da sirayet etmeye başladı. Türkiye’nin karanlık geçmişi, resmî söylemin baskıları ortadan kalktıkça gün ışığına çıkmaya, konuşulmaya başlanmıştı. Mısır’da uzun yıllardır süren zorbalıklar, hasıraltı edilen adaletsizlikler, keza Suriye’de de devam etmekteydi. Çok da iyi izlemediğimiz daha uzak Arap coğrafyalarında da...

Yüz yıldır bu coğrafyada hep benzer senaryolarla devam etmekte olan uluslararası oyunlar, Arap yöneticileriyle Batılı muadilleri arasında üzeri örtülen kirli ittifaklar, diplomasinin çürümüş diliyle nazik olmaya çalışan ama hayatın bugününü kucaklayamayan söylemler, aşındıran çıkarlar... Yalnız Tahrir Meydanı’nda değil, burada da alaşağı olmaya başladı, Avrupa’da da.

Küreselleşme umulmadık yönlere evrildikçe ve umulmadık biçimde ivme kazandıkça, kaosu yönetmeye çalışan proje mimarları ve stratejik uzmanlar yeni planlar çizmekte zorlanıyor. Ortadoğu masası şefleri daha ayrıntılı dosyalara gömülmek zorunda kalabiliyorlar!

Tahrir Meydanı’nda bazen zayıflıyor direniş, arada pazarlıklar oluyor, çeşitli adresler gösteriliyor vesaire. Yine şimdi o meydanda, uluslararası gayrı resmi kuruluşların adamları da cirit atıyordur şüphesiz. Hepsi de kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmenin hokkabazlıklarını icra etmekle meşguldürler eminim. Ama sivil direniş bir dirilişe evriliyor gözlerimizin önünde.

Mısır’daki Kıpti katliamını da, bu sivil direnişi de iddia edildiği gibi yine bizzat Amerika örgütlemiş bile olsa sonuç değişmeyecek: Direniş, kendi dilini oluştururken, aynı topraklarda yaşanmış diğer zulümlerle de ortaklaşıyor çünkü. Zulüm bitip adalet gelmediği sürece, canlı kalıyor çünkü direniş eğilimi. Kesip yok edemiyorsunuz.

Tahrir Meydanı’ndaki kitleler, hangi uluslararası güce, hangi müphem Ortadoğu projesine malzeme ediliyor (veya edilecek) olurlarsa olsunlar: Kendimizi devletler veya örgütler yerine koyarak “mmm... o zaman direnmesinler, baskıya razı gelmeye devam etsinler” sonucunu çıkaramayız, öyle değil mi? Bu tür analizler, insanlığa her seferinde kadavralaşmış medeniyetler bırakıyor.

Bugünlerde Avrupa diplomasisi tam da bu yüzden büyük bir eziyet içersinde. Arap devletlerinde, radikal İslamcı modeller ortaya çıkmaya başlarsa diye korkularından Mübarek’in otuz yıllık zulmünü kınayamıyorlar. Ama bizdeki “endişeli modernler”den farklı olarak, onların korkuları radikal grupların önderliğinde, o ülkelere İslam’ın hâkim olması filan değil. İslam oralarda zaten bizdeki Kemalizm’in ve laikliğin bulamacından geçmedi zaten.

Onların derdi, tüm enerji kaynaklarının merkezindeki Ortadoğu’ya Batı düşmanı liderlerin egemen olması. Silahların, Batılı sanayi ürünlerinin, Ortadoğuluları birbiriyle çatıştıran ve savaştıran ithal nifak ideolojilerinin terk edilmesi ihtimali tam bir kâbus. Çünkü düşman üretip, düşmanı üzerinden beslenen Batılı sistem, bu “görecelilik” hesabına kilitlenmiş algısı sayesinde kendini ayakta tutuyordu: “Sen geri kalmışsan ben ilerideyim, sen zayıfsan ben güçlüyüm, sen başarısızsan ben haklıyım!”

İlerlemeci bakış, bu en büyük zaaflarından biri olan algısını yitirirse, karşısındakine hükmetmenin gerekçelerini kolay kolay oluşturamaz. Bunun adı bence çoktandır ne emperyalizm, ne de post koloniyalizm... Bu, başlı başına kendini içinden çürüten, insanı insana kul etmeye odaklı algının son dönemeci.

Avrupalı yöneticiler, halklarına İslam korkusu saçıp, kendi devlet çıkarlarını korumaya daha ne kadar devam edecekler bilinmez. Ama Belçika eski Başbakanı ve Avrupa Parlamentosu Liberal Grup Başkanı Verhofstadt, Avrupa’yı Mısır halkının yanında durmamakla eleştirmiş: “Avrupa’nın en iyi tepkisi AB’nin dışından, Erdoğan’dan geldi. Bu duyduğumuz en iyi tepkiydi” diye de eklemiş.

Varlığın şuurunda olmak, insan olmanın bir koşuluysa, yeryüzünde insanca yaşamak ve yaşatmak gibi bir sorumluluğumuz var demektir. Sanırım, devlet çıkarlarına kilitlenen strateji uzmanlarının insanların özgürleşme serüvenine daha “içerden” bakması gerekecek. Eğer insanlığın haysiyetini yükseltmek gibi bir endişeyi hâlâ duyuyorlarsa.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT