1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. Deprem ve ‘nefret halleri’
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Deprem ve ‘nefret halleri’

27 Ekim 2011 Perşembe 13:28A+A-

Van-Çaldıran depremi, 35 yıl önce, 24 Kasım, 1976’da olmuştu.

Son depremden biraz daha şiddetliydi (7.5) ve yol açtığı felaketin boyutu, can kayıpları daha da büyüktü.

3840 kişi hayatını o depremde kaybetti, 3840 bina yerle bir oldu.

35 yıl sonra, deprem aşağı yukarı aynı bölgeyi yeniden vurdu.

Üzüntümüz de acımız da çok büyük.

Van-Çaldıran depremini dünmüş gibi hatırlıyorum.

En büyük hasar Çaldıran’ daydı, sağlam bina kalmamıştı.

Diyarbakır’dan yardıma giden gençlerle beraber, Çaldıran, Muradiye ve köylerinde kurtarma çalışmalarına katılmış ve iki aya yakın bir zaman orada kalmıştık.

İnsanlar derme çatma evlerin yıkıntısı altında can vermişlerdi. Köylere ulaşım sağlanamıyordu (bugün de öyle), açlık had safhadaydı ve en kötüsü yavaş yavaş bastıran kar, canı zor bela kurtulmuş insanları çok korkutuyordu.

Köylere doğru dürüst gidilemiyor, kış şartları, insanları yaşadıkları yerleri terk etmeye zorluyordu. Bir yandan kar, bir yandan buz gibi dondurucu hava, çadırlarda yaşamayı imkânsız hale getirmişti.

Kar yağmaya başlayınca, bir-iki hafta içinde, eşyalarından geriye ne kalmışsa, buldukları araçlara yükleyip, artık sadece hatıralarında yaşayacak olan kaybettikleri akrabalarını ve yıkılmış, harabeye dönmüş evlerini terk edip gitti insanlar..

Pazar günü, yeni bir depremin haberini aldığımız günden bu yana, başlarına gelen felakete üzüldüğümüz ve ağladığımız insanların, televizyon ekranlarından, birkaç kelimeyle aktarılan hikâyeleri, hepimizin yüreğine oturdu.

Kardeşin kardeşi vurduğu bir savaşta hayatını kaybedenlerin ardından yaşadığımız acıya daha büyük bir acı eklendi.

Betondan bir kıyametin altından sağ olarak çıkarılan oğlumuz Yusuf’u kaybettik..

İki haftalık dünyalı Azra bebeğin yaşaması için dua ediyoruz.

Ya Türkiye’nin dört bir yanından Van’a gelip, Kürt ve Türk çocuklarına, öğretmen olan gençlerimiz, onların açtığı yara bambaşka doğrusu.

Bu öğretmenlerin, yarım kalmış sevdalarını, umutlarını, içlerindeki Van Gölü kadar engin, Van Gölü kadar mavi, insan sevgisini hatırladığımız her zamanda, yüreğimize ağır bir hüzün çökecek.

Her deprem sonrasında kabahatlerimizle hesaplaşmaya çalışıyoruz, ama nafile, gidenler geri gelmeyecek..

Şimdi, ölçümü iyi yapılmış, standartlara uygun binaların nasıl olması gerektiğini defalarca anlatıp, dürüst olmayan müteahhit ve onunla işbirliği yapan devlet bürokratını bol bol eleştirip duruyoruz..

Bir işadamının, oto galerisinin alanını büyütmek için altı katlı bir binanın birtakım kolonlarını kestiği iddiası bizi hayretler içinde bırakıyor..

Türkiye’nin her tarafından Van’a yağan yardımların, bu kadar acemice, ve insan onurunu hesaba katmayan usullerle dağıtılıyor olmasına hep beraber şaşıp duruyoruz..

Bu şiddette bir deprem bir Japon şehrinde olsa, binalar beşik gibi sallanır ama yıkılmazdı. Japonya gibi değiliz, ama bugünkü Van 1976 Van’ından da çok farklı.

Bu bir teselli olabilir mi hiç emin değilim, yazarken de tereddüt ettim açıkçası, ama 1976 depreminin yol açtığı hasarla, 35 yıl sonra, aynı bölgede ve aşağı yukarı aynı şiddetteki (7.2) bir depremin yol açtığı hasar ve can kaybı arasında epey fark var.

Sonra Van merkezde ve Erciş’te, depreme dayanamayan bina sayısının çok olması, bizim müteahhitlerimizin bazılarının, hâlâ inşaat projelerini ve malzemelerini hazırlarken, 7 şiddetinde bir depremi pek de hesaba katmadıklarını gösteriyor.

Köylerde ne oldu tam olarak bilmiyoruz hâlâ, ama kayıplar oralarda da çok büyük..

Bütün bunlar tamam, ve malumu ilan etmekten başka bir şey değil aslında.

Maalesef, Türkiye, başka açılardan da, bu ikinci büyük deprem felaketine hazırlıksız yakalandı.

‘Hazırlıksız yakalandı’ demekten kastım, daha kaliteli inşaat malzemesi, daha dürüst müteahhitlik hizmeti filan değil. Bu kusurlar, kabahatler, elbette felaketin boyutlarını daha da büyütüyor, hesabı da sonuna kadar sorulmalı, ama Türkiye hazırlıksız yakalandı derken benim kastettiğim başka bir şey var.

Kabul edelim ki, bu deprem bizi yine insanlık-üstü (suç-üstü de diyebilirsiniz), insanlıkla bağdaşmayan hallerimizle yani normal sayılabilecek başka insanlardan epey farklı olduğumuzu gösteren hallerimizle yakaladı.

HABERTÜRK spikeri Duygu Canbaş “Her ne kadar Van’da olsa da, acımız büyük” dedi.

Bir başka televizyoncu Müge Anlı, atv ekranlarından, içindeki nefretin ne kadar büyük olduğunu gösteren sözler sarf etti.

Müge Anlı ve Duygu Canbaş’ın, istisnai bir bilinçaltına sahip olduklarını düşünmemek gerekir.

Böyle marazi bir bilinçaltı bu ülkede maalesef var.

Kürtler’in felakete uğradığı, evlerinin başlarına yıkıldığı, ve beton yığınları altında can verdikleri anlarda, bu marazi bilinçaltı harekete geçiyor ve ellerinde değil tabii, taşıyıcıları onu saklama gereği duymuyor, ifşa ediyorlar..

Türkiye’nin deprem sonrası, ‘insanlık halleri’, bu kızcağızların nefret hallerinden ibaret değil ama.

Ortada yüzlerce ölü varken, ‘anahtar teslimi iş’ gibi görmeye başladığımız malum savaşa hiç ara vermeden devam etmeyi uygun bulduk.

Taraflardan kimse, “ülke büyük bir acıyla sarsılmışken, Kürtler ve Türkler aynı beton yığınları altında can veriyorken, hadi gelin bu acıya ortak olduğumuzu ve bu zamanda başka bir acı istemediğimizi göstermek adına, parmaklarımızı tetikten çektiğimizi, operasyonlara ara verdiğimizi ilan edelim, böylece daha ahlaki bir yerde durduğumuzu göstermiş oluruz” gibi bir düşünceye kapılmadı doğrusu!

Dağlarda hem ‘ölü ele geçirilenlerin’ hem şehit olanların sayısını veren, ve askerî ‘karargâhlardan’ açıklanan listeler, depremde hayatını kaybedenleri ilan eden listelerle ve rakamlarla adeta yarışıyordu.

Bir ülke düşünün, insanları, bir doğa felaketinin yol açtığı acılarda ortaklaşabiliyor, toprağın altından çıkan ölülerin acısını kalbinde hissedebiliyor, beraber ağlayabiliyor, beraber gözyaşı dökebiliyor.

Ama aynı ülkenin insanları, onu vahşileştirmiş, başkalarının acısını göremez hale getirmiş bir savaşa, deprem zamanında dahi, kısa bir mola vermeyi aklına bile getirmiyor.

Dağlarda birbirlerini kovalayıp öldürmeye çalışan insanların ülkesiyle, ölülerini beton yığınlarının altından çıkarıp, ardından ağlayanların ülkesi nasıl bir ve aynı ülke olabiliyor, anlayabilmek hiç kolay değil doğrusu..

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT