1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "Davutoğlu 'Otoriter Erdoğan'ın Son Kurbanı' mı?"
"Davutoğlu 'Otoriter Erdoğan'ın Son Kurbanı' mı?"

"Davutoğlu 'Otoriter Erdoğan'ın Son Kurbanı' mı?"

Akın Özçer yazısında, Batı medyasının Başbakan Davutoğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesinin ardından hem AK Parti Genel Başkanlığı hem de Başbakanlık görevlerinden ayrılma kararını nasıl gördüğünü konu ediniyor.

10 Mayıs 2016 Salı 12:28A+A-

Davutoğlu "Otoriter Erdoğan'ın Son Kurbanı" mı?

Akın Özçer / Serbestiyet

Başlığın tırnak içinde yer alan kısmını aynen Fransız Le Point dergisinde İstanbul muhabiri Quantin Raverdy’nin imzasıyla yayımlanan yazıdan alıntıladım. Liberal muhafazakâr çizgideki derginin başlığı (Turquie: Davutoglu, nouvelle "victime" de l'autoritaire Erdogan) soru kipinde değil ama “kurban” sözcüğü tırnak içine alınmış, tartışılan tek kavram buymuş, diğer sözcükler yerine oturuyormuş gibi.

Batı medyasının Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesinin ardından hem Genel Başkanlık, hem de Başbakanlığı bırakmasını nasıl gördüğünü konu aldığım bu yazımda Le Point örneğiyle başlamamın nedeni, sadece haberin başlığı değil, aynı zamanda kendi çizgisinde geniş bir analize de dayanıyor olması. (http://www.lepoint.fr/monde/turquie-davutoglu-nouvelle-victime-de-l-autoritaire-erdogan-06-05-2016-2037513_24.php). Yoksa “Erdoğan’ın son kurbanı” ifadesi konuyla ilgili birçok dilde yayımlanan haberlerde yer buluyor. Bu konuda AFP gibi, daha ileri gidip Davutoğlu’nu düşürülmüş “vezir” (vizir déchu d'Erdogan) ilan eden ve bu benzetmesi çeşitli gazetelere yansıyan bir haber ajansı bile var. Vezir, Erdoğan’ı bir süredir “Sultan” olarak takdim eden medyanın mantığına uygun düşen bir sözcük elbette.

Hepimizin bildiği gibi, Erdoğan, özellikle Çözüm Süreci’ni başlatmasının hemen ardından basına yansıyan “Türk usulü başkanlık sistemi” tercihi gerekçesiyle ve Gezi olaylarıyla birlikte giderek artan ölçüde, başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen ülkelerinki dâhil Batı medyasınca “otoriter sapma” (dérive autoritaire) ile suçlanıyor. Bu, Erdoğan’a kimi zaman alışılmışın ötesine geçen sert uslubu nedeniyle yakıştırılan, bir ölçüde masumane “otoriter” sıfatını aşan bir kavram. Türkiye’nin giderek demokratik hukuk devleti hedefinden uzaklaştığı algısını güçlendirme amacıyla kullanılıyor ve birçok defa bu köşeden de eleştirdiğim yalan haberlere ve yanlış bilgilendirmeye dayalı değerlendirmelerle pekiştiriliyor.

Ne var ki Sayın Erdoğan’ın müdahalesiyle AK Parti’nin Olağanüstü Kongre’ye gidecek ve Davutoğlu’nun Genel Başkan adayı olmayarak Başbakanlık görevini de bırakacak olmasını aynı çerçevede değerlendirmek mümkün değil. Alper Görmüş’ün “Bir kısım medyaya geçmiş olsun” başlıklı yazısında da ortaya koyduğu gibi, iktidar bloğunda iki başlılıktan kaynaklanan uyumsuzluk, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan inisiyatifiyle çözülmüş” bulunuyor. Bu iki bloktan birini savunmak, diğerine yüklenmek gibi bir niyetim olmadı, çünkü tartışılan her konuda, sadece bir parti içinde değil, aynı zamanda siyasi arenada da, bir taraf haklı, diğeri haksız gibi toptancı bir yaklaşım özünde doğru da, demokratik de değil. Konulara her zaman tüm farklılıklarımızla birlikte genel çerçevede, Türkiye’nin temel çıkarları açısından bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde, bugün itibariyle görüşleri, en az yüzde 51 ya da daha düşük oranda bile olsa diğer siyasi partilerinkinden daha çok örtüştüğü ve Türkiye’nin temel çıkarlarıyla bağdaştığı için AK Parti’ye kendi tabanından gelmeyen bir destek de var. AK Parti’nin başarısı bu insanları bir arada tutmaktan kaynaklanıyor. Bu da parti içinde görüş farklılıklarını özümseyen ve kutuplaşmaları dışlayan demokratik bir yaklaşımı gerektiriyor.

Erdoğan karşıtlığı yapan çevrelerin, Cumhurbaşkanı’nın müdahalesiyle Davutoğlu’nun görevden ayrılmak zorunda kalmasını, farklılıklar içinde birlikte yaşamadan bir sapma olarak nitelemelerini doğal karşılamak gerekir. Çünkü burada, algı yaratmak için uydurulan bir haber değil, gerçek bir siyasi gelişme var ve bu gelişme Erdoğan karşıtlığının üzerine oturduğu “tek adam yönetimi” algısına destek oluşturuyor.

Batı medyası, Sayın Cumhurbaşkanı’nın söz konusu girişimini “iktidar alanını genişletmek” olarak görüyor. Erdoğan karşıtlığında başrolde oynayan ve zaman, zaman yalan haberleri ve abartılı yorumlarıyla dikkati çeken The New York Times’ın Tim Arango ve Ceylan Yengisu imzalı ve “How Erdogan Moved to Solidify Power by Ousting a Pivotal Ally” başlıklı yazısı bu doğrultuda. (http://www.nytimes.com/2016/05/06/world/europe/ahmet-davutoglu-turkey-prime-minister.html). Le Point’nın yukarıda atıfta bulunduğum yazısı da, NYT’ninkine oranla daha ılımlı ifadeler içermekle birlikte, benzeri bir yaklaşımı ortaya koyuyor. İspanyol El Mundo’nun “Erdoğan iktidarını güçlendirmek için Davutoğlu’nu ekarte etti” başlıklı haberi (http://www.eldiariomontanes.es/internacional/201605/05/erdogan-quita-davutoglu-liderazgo-20160505134941-rc.html) yine aynı yaklaşımı benimsemiş görünüyor.

İspanya’da ayrıca hükümet yanlısı La Razón’un yayımladığı ve olumsuz başlık ve içeriğiyle şaşırtan bir haber analizi var. Gazetenin Beyrut muhabiri Ethel Bonet’in”Erdoğan’ın iktidar ihtirası Türkiye’yi boğuyor” (La sed de poder de Erdogan asfixia a Turquía) başlıklı yazısı burada tekrar etmek istemediğim Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik birçok iddiayı da dile getiriyor. (http://www.larazon.es/internacional/la-sed-de-poder-de-erdogan-asfixia-a-turquia-CO12585575#.Ttt1Tla4EIKXBZg).

Erdoğan karşıtlığında Fransa’da ön plana çıkan gazetelerden Le Monde’un konuyla ilgili “Erdogan, seul maître en Turquie” başlıklı başyazısı ise Türkiye’nin artık tek efendisi olduğunu vurguluyor. (http://abonnes.lemonde.fr/idees/article/2016/05/06/erdogan-seul-maitre-en-turquie_4914925_3232.html). Başyazı bazı eleştirilebilecek ifadelere karşın geçmişe yönelik oldukça dengeli bir değerlendirme de yapıyor. Bu bağlamda özetle, Erdoğan’ın 14 yıllık iktidarında bilançonun olumlu olduğunu, kişi başına düşen milli geliri üçe katladığını, girdiği tüm seçimleri kazandığını, PKK ve Daesh’le mücadelede de başarılı olduğunu ve kargaşa riskine karşı ülke bütünlüğünün güvencesi konumuna yükseldiğini teslim ediyor.

Başyazıda devamla, Erdoğan’ın iktidarını, “kendi aşırılıkları (hubris) dışında artık hiçbir şeyin tehdit etmediği”, çünkü “laik muhalefetin gerçek bir alternatif oluşturamadığı” da dile getiriliyor. Sandıkta kazananın “muhafazakâr ve milliyetçi” bir Türkiye’yi temsil ettiğinin altı çizilen başyazıda Cumhurbaşkanı’nın buna karşılık “birleştirici” (rassembleur) olamadığı saptaması da yapılıyor. Bu saptamanın geçerli olduğu alanlar olabilir elbette ama başyazıda Erdoğan’ın Türk-Kürt, dinci-laik ve Alevi-Sünni kırılma noktalarını tahrik ettiği gibi doğru olmayan iddialar da yer alıyor.

Sonuç olarak Erdoğan’ın müdahalesiyle Davutoğlu’nun AK Parti içinde ve siyasi arenada geri plana çekilmesinin, Erdoğan karşıtlığı yapan çevrelerin Sayın Cumhurbaşkanı aleyhindeki iddialarına oksijen sağlamakta kullanıldığı görülüyor. Bu beklenmedik bir gelişme değil ve Sayın Erdoğan’ın başkanlık sistemine dayalı anayasa ısrarına koşut olarak ileride de süreceği anlaşılıyor. Peki, bu kuşatmaya karşı ne yapılabilir?

Ayrı bir tartışma konusu ama tek cümleyle ifade etmek gerekirse, AK Parti’nin, toplumda olduğu kadar partide de tüm farklılıklara açık, dışlayıcı değil kapsayıcı tutumunu koruması gerektiğini söyleyebilirim. İktidarın yolu bugüne kadar hep buradan geçti, bundan sonra da böyle olacak kuşkusuz.

HABERE YORUM KAT