1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Darbelerin kadın haritası henüz yazılmadı...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Darbelerin kadın haritası henüz yazılmadı...

27 Mayıs 2010 Perşembe 00:50A+A-

Şen şakrak ve neşeyle sokaklara dolup slogan atmak yetmez...

Darbeleri “dans ederek protesto etmekten” söz açan neşeli liberaller, üzerine basarak yükseldikleri mezarları ve kırık kemikleri unutmasınlar!
Bugün 27 Mayıs, “dur de, dur de, darbelere dur de” diyerek yürüyüşe geçmiş olacaksınız pek çoğunuz, biliyorum... Haksız ve hukuksuz bir şekilde asılarak imha edilmiş Başbakan ve Bakanların o talihsiz günlerinin üzerinden elli yıl kadar geçmiş... Gerçi o mahzun maktulleri cuntanın, çoktan indirilmişlerdir darağacından... Ama onların cansız bedenler olarak indirildiği darağaçları, zihinlerden hiç kazınmamış, o kâbus, o korku, o tehdit, hep asılı kalmıştır hafızalarda... Bizlerden yaşlı bir bilgidir bu. Yaşlı ve kederli. Ama biz görmediğimiz, tanık olmadığımız halde yağlı urganların kâbusuyla büyümüş çocuklarız. Nesilden nesile intikal eden ruhi travma gibidir ucunda idamlarla yüklü darbeler... Kuşkusuz acı bir bilgidir bu...
Acı, öğrenme konusunda en hoyrat öğretmendir halen... Acının yol açtığı bilinç üzerinden bir kere daha söylemek gerekirse; “darbelere karşı çıkmak, insanlık vazifemizdir...”
Bugün bu konuda pek çok yazı okuyacaksınız. Pek çoğunuz gibi ben de şehrin dört bir yanında düzenlenen darbe karşıtı yürüyüşlere katılacağım, imza masalarının yanına gidip darbelere hayır diyeceğim. Ciklet çiğneyerek slogan atan üniversiteliler, moda şekliyle dans ederek protesto koyan örtülü kızlar, orta yaşlı sendikacılar, bebek arabalarıyla piknik görüntüsü veren siviller, huzursuz radikaller, sakalını inceltmiş yeni partililerle tesbihinden vazgeçmeyen eski partililer, pizzacılarla muhallebiciler, girişimcilerle esnaf... Aşure gibi... Bu karnavalın içinde, o çok kullanışlı makyajımız “zamanın ruhu” furyasına ben de katılacağım... Muhtemelen zaman zaman yorulup, kaldırım kenarına oturacağım. “Ne olsa gider” günlerindeki halimiz biraz da budur zaten... Modanın henüz teslim almadığı kaç odamız kaldı? Ne olursa olsun, umudumuzu yitirmeden, Dilipak’ın her seferinde hatırlattığı gibi “arkaya bakmadan” yürümeye devam, yürümeye devam... Bugün, hatta geceden sabaha kadar devam edecek tüm hatırlayışlar, geçmişteki karanlık izler ve geleceğe dair aydınlık başlangıçlar, bize insan olmaya dair, insan onuruna dair bilinçlenmeler şeklinde kayda geçecek...
Gazetelerde okuduğunuz haber-yorumlar çerçevesini, “kadın duyarlılığı” kulvarından, bir de buradan bakalım önerisiyle yazmaya çalıştım her zaman... Darbeleri kadınların alfabesiyle gözeten yazılar, biliyorum, ya yazılmamıştır halen... Ya da benim gibi deneyenleri merkezkaç savurmayla, naif, kırılgan, güçsüz bulurlar... Kadın deyince çoğu kez, bu işin edebiyatıdır denir, bunu da biliyorum... Tüm bu gözetebildiğim sakıncalarına karşın, sözgelimi 28 Şubat Darbesini irdelediğimde karşıma çıkan “kadın korkusu”nu okuyucularımla paylaşmıştım... Belki içinde hallaç pamuğu gibi atıldığımızdandır, belki 28 Şubat’ın hafızalardan en silinmez aygıtlarından “ikna odaları”, beni ve arkadaşlarımı ilgilendirdiğindendir... Ama geri geri gittiğimde zaman tünelinde... 1980 ve 1960 darbelerindeki kadın faktörüne baktığımda, kadınların, 28 Şubat’taki gibi direkt hedef olmadıklarını, çevresel genel mağduriyetten elbette pay almakla birlikte, asılan, hapse atılan, işkence gören baba, koca, oğul ve kardeşler üzerinden değerlendirildiğini fark ettim...
Halbuki bu, yanlıştır. En azından dar ve eksik bir saptamadır.
Hem 60 ihtilalinde hem 80’de asli mağdur konumunda olan pek çok kadın vardır. Sadece Berin Menderes’i kastetmiyorum ya da 80 sonrası asılan gençlerin anneleri de değil söz ettiklerim. 1951’deki polis raporlarına “kesik saçlı bayan” olarak geçen Sevim Belli Hanım (Mihri Bey’in eşi) o dönemin baskı ve işkence dolu günlerinden kalma bir kadın simasıdır sözgelimi... Yassıada Zabıtlarını okuduğunuzda Cunta Mahkemesi’nin sorguya çektiği Neslihan Kısakürek Hanım’ın ifadelerinde (Necip Fazıl Bey’in eşi), çok da üzerinde durulmayan kadın dramlarından birisini görürsünüz mesela. Latife Tekin, Gece Dersleri adlı kitabında 80 ihtilal günlerinin kadınlar üzerinden nasıl da demlendirildiğini anlatmaya çalışır, kısık sesle... Hatta zaman makarasını geriye doğru sardığımızda, Tek Parti dönemindeki koşullardan ziyadesiyle mağdur edilmiş kadınların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Şapka Kanunu’na muhalefet iddiasıyla asılan kişiler arasında bir elbise satıcısı, “Şalcı Bacı” lakabıyla tanınan bir kadın da vardır. (Detay 1: Onu asanlar, kürk paltolarının modelini bir başka kadına; Coco Chanel’e sipariş ediyorlardı.) (Detay 2: Her darbenin hedefinde bir kadın tipi olduğu gibi, yaslandığı bir başka kadın tipi de vardır.)
Bahsettiğim birkaç satırdaki bu birkaç kadın, hayat görüşleri ve politik fikirleri birbiriyle uygunsuz bir şablonu vermektedir kuşkusuz. Ama darbeler karşısında kadınların yaşadığı aşikâr ya da örtük kalmış hikayelerin hepsine birden sahip çıkmak zorunda hissediyorum kendimi... Çünkü büyük bir zaman makarasının en yeni ucunda duranlardan birisi olarak, Merve Kavakçı gibi bir ismin lincine tanıklık etmiş birisi olarak... Pek çoğu kabirde, büyük bir kısmı susturulmuş, korkutulmuş, sindirilmiş, bir kısmı bedenen diğer kısmı ruhen darbedilmiş, bazısı sürgünde bu kadınlar, darbelerin gayri resmi mağdurları olarak, “cold case” misali eskitilmiş soğutulmuş dosyalardadır... Aralarında kendisini ifade etmek konusunda en şanslı ve donanımlı konumda olan arkadaşım Merve Kavakçı’ya büyük bir iş düşmektedir. Çünkü Merve, Meclis’ten ve vatandaşlıktan atıldıktan sonra dahi, hukuk mücadelesini bırakmamış, dünyanın en önemli üniversitelerinde dersler veren bir mücadele kahramanı haline gelmiştir... Şimdi o, kendisi gibi darbe mağduru olan tüm kadınların söylenmemiş tüm sözlerini de yüklenerek, kadınlara dair çizilecek yol haritasının sebatkâr bir savunucusu olmak durumundadır... Boş durmadığını biliyorum. Kadın tanıklardan yola çıkarak kurulacak sözlü/yazılı tarih çalışmasına öncülük edebilir mesela...
Kadın araştırmacılar, akademisyenler, sivil örgütler, edebiyatçılar, medya çalışanları, ev kadınları ve kız öğrenciler... Hasılı tüm kadınlar, darbeleri ve cuntaları, kadın tanıklıkları üzerinden yeniden masaya koymalıdır...
Şen şakrak ve neşeyle sokaklara dolup slogan atmak yetmez...
Darbeleri “dans ederek protesto etmekten” söz açan neşeli liberaller, üzerine basarak yükseldikleri mezarları ve kırık kemikleri unutmasınlar!

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT