1. YAZARLAR

  2. Uğur Kömeçoğlu

  3. Çatışma sonrası toplum - 2
Uğur Kömeçoğlu

Uğur Kömeçoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Çatışma sonrası toplum - 2

08 Temmuz 2011 Cuma 02:27A+A-

Bizim modernleşme tarihimizde öğretici (didaktik) bir akıl, kurumların paylaşılan temel değerlerden veya ortak temayüllerden, belki de kültürden önce inşa edilmesine yol açmıştır (Ayşe Kadıoğlu'nun tabiriyle ethos'tan önce). Hâlbuki çatışma sonrası dönemde Güneydoğu'ya yönelik "topluluklar arası kamusal alan" fikrinde, çok farklı ve çeşitli biçimleriyle sivil yerel topluluklar ve birincil kurumlar daha fazla önem arz edecektir.

Bu birincil kurumlar, bölge bağlamında ailesel, akrabacı, etnik, mezhepsel, dinsel, yarı feodal, cinsiyet temelli ve ideolojik topluluk yapılarını içermektedir. Daha öznelci ve edebi bir ifadeyle söylersek, bölgedeki bütün benliklerin içinde başka benler vardır. Bölgede her bir örüntü yine kendi içinde farklılaşmaktadır. Örneğin din bağlamında Müslüman, Hıristiyan, Süryani, Keldani, Yezidi gibi; mezhep bağlamında Hanefi, Şafi, Alevi, Caferi, Nusayri, Nasturi gibi; ana dil bağlamında Türkçe, Kürtçe, Arapça, Zazaca, Süryanice, Ermenice gibi. Başka değişkenlere göre başka toplulukçu örüntüler de tespit etmek mümkündür. Bölgedeki bu toplulukçu örüntüler, birbirlerinden bağımsız olmadıkları gibi, izin verildiği takdirde, birbirlerine sürekli temas eden ve sosyal girişimcilik yaparak dönüşebilen özellikler arz etmektedir. Bir başka deyişle bölgedeki toplulukçu yapıların, birbirleriyle "kesişim alanları" vardır. Sosyolojide bu çapraz etkileşim alanları, "kesişen sadakatler" (cross-cutting allegiances) ifadesiyle birlikte anılmaktadır. Bunlar Kürt hareketi için bir tehdit kaynağı olmadıkları gibi, insanları ontolojik bir emniyet altına alan, onlara varoluşsal düzeyde aidiyet ve mensubiyet hissi veren, kalıcı; tarihsel ve geleneksel özleri itibarıyla da asli nitelikleri son derece barışçı olabilen örüntülerdir. Etnisite kavramı da bölgede aynı çerçeve içindedir. İşte demokrasi, "bireylerin, kendilerini ait hissettikleri bu farklı toplulukları meşru görebilmek demektir" (Kadıoğlu). Çatışma sonrası dönemde tüm toplulukçu zenginliği içerecek şekilde, halkın şiddet dışı bir normalleşme süreciyle, tarihteki diyalog alanında yeniden yer alabileceğine inanmak gerekir.

Kürt Elitizmi

Ezenleri karakterize eden otoriter bir milliyetçilik, Kürt taleplerinin kendi içinde konsolide olmasına yol açan "etnik bir toplulukçuluğa" neden olmuştur. Ama Kürt hareketi de yukarıda değinilen toplulukçu örüntüleri "teke indirgeme" yönünde davrandığı ölçüde, başka çatışmacı sonuçlara yol açma riskini taşımaktadır. Bir başka deyişle, Kürt etnisitesine dayalı ideolojik bir toplulukçuluk, bu indirgemecilik dâhilinde, "topluluklar arası kamusallığı" bir tehdit gibi görme riskini taşımaktadır. Bu risk, muhalefet ettiği otoriter milliyetçiliğin taşıdığı risklerden çok farklı değildir. Örneğin Yezidiler kendi etnik kimliklerini Yezidilik biçiminde tanımlamak isterken, Kürtçü hareketten gelen bazı keskin yorumlar, Yezidilerin "aslında" Kürt olduklarını iddia eder. Bu tutumlar Kürt elitizmini üretmektedir. Zira elitizm, başka toplumsal gerçeklerden kaçma veya kaçınma şeklinde tezahür eder. Benzer biçimde, Kürt hareketinden bazı yorumlar, Zazalara veya Zazaca diline önemle vurgu yapanlara bölücü davrandıkları nedeniyle katı eleştiriler getirebilmektedir (Kürt hareketini bölme iddiaları). Zazaca diye ayrı bir dilin olmadığını öne sürenler bile mevcuttur: Zazalar, Yezidiler... bunlar "aslında" Kürt'türler. Bu durum maalesef, Kürtlerin "aslında" dağ Türkleri olduğunu iddia eden görüşle epistemolojik bir simülasyon oluşturma riskine yol açmaktadır. Elitler döngüsü kısır döngüdür ve bazı diyalog karşıtı eylemleri pekiştirmektedir. Kürtlerin mağduriyeti bugün Kürt hareketinde ortaya çıkan elitizmi görmemizi engelliyor. Kürt hareketi bölgedeki bazı alt kimlikleri Kürt kimliği altında eritmek istedikçe, homojen ve yek ahenk bir karşı-kamusallık oluşturma stratejisini takip eder hale gelmektedir. Kürt hareketinin oluşturduğu "alt strateji", muhalefet ettiği üst stratejiyi tekrar ederek; kendi örgütçülüğü dışındaki sosyal örüntülerin farklılıklarını kabul etmeyerek, "kendi madunlarını" yaratma riskini taşımaktadır. Böylece mevcut Kürt hareketinin dışında kalarak siyaset yapmak isteyen Kürtlere pek fazla izin vermek istemeyen tutumlar ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, bazı Kürt iktisadi girişimcilerin katkıda bulunduğu sivil oluşumlara yönelmiş olan şiddet; fabrika yakmak, maden bombalamak gibi eylemler; Kürt kökenli din adamlarına veya cami imamlarına yönelebilen şiddet; hareketin içinden gelip farklı siyaset ve rekabet biçimleri öneren Kürtlere dönük baskılar; kadın militanlara yönelik örgüt içi erkek egemen baskılar; yine örgüt içi infazlar; şiddet kullanma metotlarını eleştiren Kürt entelektüellere yönelik tehditler; ya da genel olarak bölgedeki alt kimlikleri Kürtlük potasında eritme yönünde gösterilen şiddet... Tüm bunlar diyalog ortamını imkânsız hale getirmektedir.

Bir özgürlük mücadelesi olduğunu iddia eden Kürt hareketi içinde, farklı düşünenleri "ezen" bu özgürlük karşıtı tezahürler nasıl açıklanacaktır? Bu soru, cevaplanması oldukça zor bir sorudur. Fakat Paulo Freire'nin "ezenler ve ezilenler" biçiminde kurguladığı sosyo-psikolojik bir ikilik yardımıyla irdelenebilir. Bu irdelemeye bir önceki yazımda değindiğim için tekrar girmeyeceğim.

Beraberce yaşama fikrinin önünü açan "topluluklar arası kamusallık" fikrinde, yönetimden çok "yönetişim" (governance) kavramı önümüze daha etkili bir analiz düzlemi çıkaracaktır. "Yönetişim, buyurma ve itaat etme biçiminde değil, işbirliği içerisinde, birlikte planlama, birlikte projelendirme ve birlikte uygulama biçimindedir" (K. Göymen). Bölgede yönetişim süreci, toplumun içerdiği farklı usulleri, farklı tarzları, biçimleri, türleri veya Castoriadis'in sıklıkla vurguladığı şekliyle, toplumun farklı "kipliklerini" tanıyabilmek, onlarla iç içe olabilmek demektir. Ancak bu şekilde demokratikleşme etkin bir sürece dönüşebilir. Bu iddia ilk bakışta aktif bir siyasî görünüm arz etmeyen ve yukarıda bahsedilen birincil kurumları da önemsemek demektir. Zira bu kurumlar ve sivil oluşumlar çatışma sonrası dağdan dönüş döneminde, hem mikro siyasî hem gayri siyasî sosyalleştirme işlevini üstlenecekleri gibi, kalıcı biçimde demokratik kuralların yeniden müzakere edileceği bir süreçte girişimci inisiyatifler alma potansiyeline sahiptir ve elitist, evrenselci, milliyetçi ve etnikçi kurgudan çok daha farklı tezahürleri olan "sosyal semantik" bir alana gönderme yaparlar. Hem merkezin seçkinleri hem de Kürt hareketinin seçkinleri dinsel kipliği de içeren bu reel ilişkilerden kopmamalıdır.

Kürt Hareketinin 'Koparılmış' Bağları

Toplulukçu kurumsallaşma biçimleri; sivil oluşumlar ve topluluklar arası kamusallık düşüncesi, her iki taraf nezdinde çoğunlukla göz ardı edilmiş, hem kamu görevlileri hem de Kürt hareketi tarafından birbirine zıt davranan öncü, liderci, seçkinci "tek aktör" sendromları içinde ele alınmışlardır. Halbuki, Freire'nin sorduğu gibi, "dünyayı adlandırmanın [politik] seçkinlerin ayrıcalığı olduğu varsayımından yola çıkarsam, nasıl diyalog kurabilirim?"

Kürtler, aslında tarihsel özleri itibarıyla çok çeşitli toplumsal damarlardan beslenmiş ve halen daha beslenmekte olan bir etnisitedir. Fakat bu toplumsal ve kültürel kesişim zenginliğe rağmen, mevcut hareket Kürtlerin beslendiği köklerden sadece bir tanesini yakın dönemden almış ve onu hegemonik bir damar haline getirmeye çalışmıştır. Etnisiteyi ethos'tan mahrum bırakmıştır. Bu damar ideolojik, sol etnik toplulukçu damardır. Ancak bu oluşum, evrenselci solun da aleyhine gelişerek, solun içindeki sınıf mücadelesini oldukça ikincil bir hale getirdiği için veya daha doğru bir ifadeyle, solun ideallerini etno-politik, mikro milliyetçi ideallere feda ettiği için etnik temeli olmayan evrenselci solu zayıflatmıştır. Sembolleri arasından orak çekici çıkartmış ve üç renge vurgu yapmıştır. Hatta belki de, 1980 sonrası Türkiye'de ulus üstü evrenselci solu bitiren süreci dolaylı biçimde hızlandırmış ve "geniş anlamda kamusal alanın" dışlayıcılık sorunlarını, ulus altı etnik "karşı-kamusallık" içinde, daha küçük ölçekte ve bölgesel düzeyde tekrar etmiştir.

Bu yüzden mevcut Kürt hareketi tarihsel ve geleneksel kökenleri olan toplulukçu örüntülerle, daha liberal akımlar ve muhafazakâr topluluklarla Kürt kimliği temelindeki bağlantılarını büyük ölçüde "koparmıştır". Kürt hareketi sol ve sağ örüntüler arasında özgün pasajlar ve intikal hatları inşa edememiştir. Bu anlamda kapsayıcı olmaktan uzak kalmıştır. Kapsayıcılıktan uzak kaldığını fark ettiği ölçüde, kapsayıcı olabilmek adına bölgede sindirme ve dayatma içeren bir şiddet yöntemine başvurmuştur. Kısacası şiddet zannedildiği gibi sadece otoriter milliyetçiliğe yönelmemiştir ve sadece oradan kaynaklanmamıştır. "Kürt hareketi Kürtlerin tarihsel olarak beslendiği birçok sosyal damardan sadece bir tanesini başat veya hegemonik bir damar haline dönüştürmek istemiştir" derken, bu süreci kastetmekteyim. Bir başka deyişle, mevcut hareket Kürt etnisitesinin geleneksel ve dinsel toplulukçu yapılarla kurduğu kesişim kümelerini "silmeye" çalışmıştır. Bu silme faaliyeti, mikro milliyetçi idealler adına sosyal kesişim kümelerinin salt etnik olmayan toplum semantiğini ortadan kaldırma yönünde davranmıştır. Aynı zamanda, sosyalist hareketi de şiddet yolu ile bütünüyle dönüştüren, etno-politik topluluğa yaslanan bir stratejiyi tercih etmiş ve bu ideolojik topluluğun toplumsal tabanını genişletme yoluna gitmiştir. Bugün Kürt aktörlerin sahip olduğu "tarihsel", "geleneksel", "muhafazakâr" ve "liberal" örüntüler, şiddet içeren bir hareketin içinde temsil edilmesi oldukça güç bir noktaya gelmiştir. Bu yüzden toplumsal ve siyasî diyalektiğin doğal gidişatı Kürt hareketini kendiliğinden silahsızlanmaya doğru itmektedir.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT