1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Çağdaş mezhepler
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Çağdaş mezhepler

22 Eylül 2012 Cumartesi 00:23A+A-

Yakın tarihin yazılmış en iyi mezhepler tarihi Mısırlı alim Muhammed Ebu Zehra'nın "İslam'da Siyasi ve İtikadi Mezhepler Tarihi"dir. Orijinal adı "Tarihu'l-Mezahibi'l- İslamiyye"dir.

Sıbgatullah Kaya'nın Türkçe seçtiği başlık muhtevaya tamı tamına uygundur. Bu muhalled eserin tafsilatını yine aynı büyük alimin 8 imamın hayatını inceleyen daha büyük eseridir: Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, Ahmed ibn Hanbel, Ca'fer es Sadık, İbn Hazm, İbn Teymiye ve İmam Zeyd.

Ebu Zehra'nın söz konusu dev çalışmasının arka planında hiç şüphesiz Şehristani'nin "El-Milel ve'n-Nihel"i; El-Bağdadi'nin "El-Fark Beyne'l-fırak"ı; Eş'ari'nin "Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtilafu'l-Musallin" vb. yüzlerce değerli eser var. Büyük alim Suphi es-Salih'in "İslam Mezhepleri ve Müesseseleri"; Dr. İrfan Abdülhamid "Dırasat fi'l-Firak ve'l-Akaid el-İslamiyye"; Neşet Çağatay-İ. Agah Çubukçu'nun "İslam Mezhepleri Tarihi" ve diğerlerinin ana çerçevesine baktığımızda şunları görüyoruz:

1) İslam'ın fıkıh, kelam ve siyasi tarihi fırkalar ve mezhepler tarihidir. Adı geçen mezhep ve fırkalar iyi bilinmeden İslam tarihi bilinemez; Müslüman dünya ile ilgili düşünce, felsefe çalışması yürütülemez, Müslüman toplumların sosyolojisi anlaşılamaz.

2) Mezhepler ve fırkalar kendilerini daima İslam'ın iki ana referans kaynağına Kur'an ve Sünnet'e dayandırmışlar, tez ve görüşlerine bu iki kaynaktan 'meşru, ikna edici' deliller bulmaya çalışmışlardır.

3) Mezhepler ve fırkalar diğerlerinden farklı görüş ve fikirler geliştirirlerken, kendilerine göre belli bir usul geliştirip takip etmeyi ihmal etmemişlerdir. Ünlü oryantalistlerden Julius Welhaussen (Bkz. "İslamiyet'in İlk Devirlerinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri" ve W. Montogomery Watt da (bkz. İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri" aynı fikri paylaşırlar.

Farklı mezhep ve fırkaların ortaya çıkmış olması postmodern zamanlardakine benzer, birden fazla paradigma veya hakikatin parçalanıp her bir parçanın kendini mutlaklaştırması, diğerleriyle eşit olduğu iddiasında bulunup çoğulculuğu 'ne olsa gider, her şey görecelidir' ilkesine dayandırması demek değildir. Kabul gören muteber fıkhi ve kelami mezheplerin ilim ve hilim sahipleri kendilerini mutlaklaştırmadan uzak tutmaya özen göstermişlerdir. Farklı yorum, içtihat ve teviller bir ve tek olan hakikate birden fazla usul, yol ve okuma biçimiyle gidilebileceğinin göstergesidir. İslam'ın akidesi, temel hükümleri izafiliğe kurban edilemez, çünkü İslam'ın asla buharlaşması mümkün olmayan sabiteleri vardır.

Bu açıdan şu söylenebilir ki, Sünni ve Şii iki büyük İslam ekolü, kökleri göklerde Levh-i Mahfuz'da olup Kur'an vahyi ile gövdesi yeryüzüne inen, Hz. Peygamber Sünnet'i ve Sireti'yle dal budak salıp meşru usulle ortaya çıkmış bulunan ameller, yorumlar, teviller, içtihatlar ve ibadet şekilleriyle meyve veren devasa kutlu bir ağacın iki büyük bölüm halinde çatallaşmasıdır. Bazı çınarlar, gövdenin bitiminden başlamak üzere iki ana yeni gövdeye ayrılırlar ki tarihte ve hakikat-i halde -benim acizane kanaatime göre- Sünni, Şii, Zeydi, Zahiri ve İbadi mezhepler bu kutlu ağacın ayrı tezahürleridir. Tasavvuf ve irfan alanında tarikatların kendilerini Hz. Ali'ye ve Hz. Ebu Bekir'e dayandırmaları da bu çerçevede ele alınabilir. İlahi hikmet menşe'li İslami felsefe ekolleri dahi öyledir.

Siyaseti dinin ruhuna baskın kılmadan, siyaset yapayım derken dini maddileştirip dünyevileştirmeden yürütülecek bir siyaset, dinin olmazsa olmaz şartıdır.

Bu manada siyasi ve fikri bir hareket olarak İslamcılığa eleştiri yöneltirken "Müslümanlık yetmez mi, İslamcılığa ne gerek var?" veya "Hz. Muhammed (sas) İslamcı mıydı?" diye sormak çok anlamlı değildir. Yaşadığımız zamanda bizzarure ortaya çıkan İslamcı akımlar, fırkalar, sosyal gruplar, cemaatler ve tarikatlar çağdaş mezhepler hükmündedirler. Elbette Hz. Peygamber (sas) "İslamcı" değildi; ama hiç şüphesiz Sünni veya Şii; Hanefi veya Şafii; Eş'ari, veya Maturidi; Mutezili veya Cebri, Vehhabi veya Selefi; Nakşi veya Kadiri; Nurcu veya Süleymancı de değildi. Bu saydıklarımızın hepsi kendilerini onun vahy olarak getirdiği Kur'an'a ve Sünneti'ne refere ediyorlar, dün Müslümanların yaptıkları iş meşru ve doğruydu, bugün de öyledir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT