1. YAZARLAR

  2. Yıldıray Oğur

  3. Benim cici Müslümanım
Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

Benim cici Müslümanım

07 Temmuz 2014 Pazartesi 12:30A+A-

Başbakan Cumhurbaşkanlığı kampanyasında Mustafa Kemal’in milli mücadele rotasını izliyor. Ama şanslı. Karşısına yollardayken hakkında ölüm fetvasını yayınlayacak bir Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi çıkmayacak...
“Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda!..
Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden addetme”
Türklükten istifa ettiğini söyleyen mısraların sahibi son Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi. Şiir 1927’de Yunanistan’da sürgündeyken oğlu İbrahim ile birlikte çıkardıkları Yarın gazetesinde yayınlanmış.
Ermeni Katliamı’ndan yargılanan Boğazlıyan  Kaymakamı’nın idamına fetva veren, Mustafa Kemal ve Millî Mücadeleciler için ölüm fetvasını yazan Mustafa Sabri Efendi, 1922’de İstiklal Harbi bitince ailesiyle Mısır’a kaçmış ama sürgünde muhalefetine devam etmişti.
Hem de ağır bir dille. Hilafet ve Kemalizm kitabından bu satırlar: “Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'nin kahpeliklerini, sahtekârlıklarını şu ufacık mukaddime'ye sığdıracak değilim.”
Bu da Musul’un karşılığında İngilizlerin İstanbul’dan çekildiğini anlatırken: “İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin İstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir.”
Mezarı halen Kahire’deki Gafir Kabristanı’nda. Kabristan’da hemen yanı başında yatan yakın dostlarından biri bu aralar çok meşhur: Yozgatlı İhsan Efendi.
İhsan Efendi de Mustafa Sabri Bey kadar yeni rejime, Halide Edip’in tarifiyle gardırop devrimciliğine karşı öfkelidir. Şakayla karışık Türkiye'ye dönünce şapka giyeceğim diyen bir İlahiyat talebesine çok öfkelenip şöyle dediğini aktarıyor Ali Ulvi Kurucu: “Sus ulan, sahtekâr! Şakanın da bir haddi, sınırı var. İki şapka giyip de memlekete ne kazandıracaksın. Millet senin yüzüne tükürür! Millet, başına geçenlerin hıyanetleri yüzünden şimdi şaşkın ve üzgündür. Bu günler geçecek, biraz kendini toplasın, bak neler olur!”
Akif, Kur'an tercümesini boşuna “Ölürsem bunu yakın” diye ona teslim etmez. Mealinin Türkçe ibadet kampanyasında kullanılmasından endişe eden Akif haklıdır. Akif’in vefatından sonra Atatürk’ün talimatıyla Kahire’ye gelip meali almaya çalışanlara karşı direnen, İhsan Efendi, Kazım Taşkent’ten, Hasan Ali Yücel’e kadar onu zorlayan para teklif edenlere emaneti vermez. 
1961’de de ölmeden önce vasiyeti oğlu Ekmeleddin’e vasiyet eder. 27 Mayıs darbesi olmuştur. Darbecilerin de Türkçe ibadet için mealin peşine düşme ihtimali vardır.
Oğlu da vasiyeti babasının ölümünden üç gün sonra taziye için evlerine gelen babasının yakın arkadaşı Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Sabri Efendi’yle paylaşır. Ve Akif’in meali ve İhsan Efendi’nin eliyle yazdığı kopyası yakılır.
Muhammed Ekmeleddin İhsan 1970’te annesini alıp Türkiye’ye gelir. Değişim başlar... Doktoraya kabul için fazla İslamcı gibi duran ismini değiştirir. Tesadüf yine bir darbenin arifesinde 3 Mart 1971’de adındaki Muhammed’i çıkarttırır Mehmet yaptırır. Mehmet Ekmeleddin İhsan.
Doktorasını yapar. DTCF’de 1948’de Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran'ın tasfiyen edildiği komünist cadı avında başrollerden birini oynayan, Türk Ocakları Başkanı sümerolog Prof. Emin Bilgiç’in kızıyla evlenir.
1977’de, sağ-sol kavgasının zirve yaptığı günlerde 27 Mayıs’ın kudretli Turancı albayı, oğluyla kayınbiraderi olduğu Alparslan Türkeş’e Orta Doğu konusunda danışmanlık yapar. Türkeş’le Libya’ya gider, Kaddafi’yle görüşmesinin tercümanı olur.
31 Ocak 1978’de ikinci değişiklik yaptırır isminde. Bu kez bir Arap soyadını çağrıştıran İhsan soyadını İhsanoğlu’na çevirtir. Bu değişiklik de işe yarayacaktır. Türkiye’nin önerisiyle İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı olarak kurulan IRCICA’nın başkanlığına getirilir. IRCICA’nın resmî sitesinde ve İhsanoğlu’nun biyografisinde bunun tarihi olarak sadece 1980 yazılı. Pek çok şeyin tam tarihi yazılmasına rağmen bu kadar kritik bir tarihin sadece yıl olarak yazılması?
Peki Eylül’den önce mi sonra mı? 7 Kasım’da kuruluş yıldönümünün kutlandığına göre önce. İhsanoğlu, 1980’inin Mayıs’ında bir İKO toplantısına katılıp merkezle ilgili tasarının hazırlıklarına katıldığına göre ise gayri resmî kuruluş önce.  Muhtemelen o sırada Kültür Bakanı Müsteşarı olan kayınpederinin referansıyla kuruluş sürecinde ataması yapılıyor.
Ama IRCICA’nın resmen kurulmasının, yıldızının parlamasının 12 Eylül 1980’den sonra olduğu kesin. Türk-İslam sentezine kafası yatan, İKÖ’yle ilişkileri geliştiren Kenan Evren’in teşvikleriyle. Darbeden sonra Yıldız Sarayı’ndan üç köşk IRCICA’ya tahsis edilir. Resmî kuruluşu da 1982’de Milli Güvenlik Konseyi kararıyla gerçekleşir. Evren’in, Bülent Ulusu’nun Arap misafirleriyle birlikte sık geldikleri bir mekandır IRCICA.
Gerisini biliyoruz. Aslında bunların çoğu da yazıldı. Sadece bu tarihî metamorfoz hikâyesini görelim diye yeniden hatırlatmak istedim.
Son 10 günde olanları da hatırlayalım: Ekmeleddin Bey, kendi ifadesiyle “Atatürk’ün huzuruna” çıkıp bağlılığını bildirdi, evinin balkonundan Sözcü’ye Balkon konuşması yapıp “Türklüğümle gurur duyuyorum” dedi. Zafer işareti yapıp, Taksim’de Gezi dayanışmasını gösterdi.  Değişim çabaları devam ediyor. Ama tarih ırmağının tersine doğru atıyor kulaçlarını. Ana siyasi fay hattının dindar halk kitlelerinin rejimin bu dönüştürme projesine direnmesi üzerine kurulu olduğu bir ülkede seçime doğru epey beyhude bir uğraş bu.
Kemalist milliyetçiliğe, halifeliğin kaldırılmasına kızıp Türklükten istifa eden Mustafa Sabri Efendi’den Anıtkabir’e çıkıp, Türklüğüyle gurur duyduğunu açıklayan CHP ve MHP’nin cumhurbaşkanı adaylığına.
Muhammed Ekmeleddin İhsan’dan, Ekmel Bey’e…
Türkiye’de dindarların 100 yıllık öyküsü. Rejimin cici Müslümanlara çevirmek istediği dindarların hikayesi. AKP’yi iktidar yapan büyük mağduriyet ve direniş hissini, siyasi öfkeyi, enerjiyi anlamak için yeterli.
İşte şimdi rejimin bu cici Müslümanlığına karşı direnişi temsil eden Erdoğan’ın karşısına, Atatürk’ün hain ilan ettiği rejim karşıtı muhalif bir diasporadan gelip, Atatürk’ün partisi tarafından onun koltuğuna aday gösterilecek kadar ehlileştirilmiş Ekmeleddin Bey’in aday gösterilmesi tarihin gerçekten bir cilvesi…
Aynı zamanda 12 Eylül’ü müebbete mahkûm ettirmiş Erdoğan’ın karşısına, 12 Eylül’ün başarısız Türk İslam sentezini çıkarmak bu…
'Radikal İslam’la 'ılımlı İslam' değil, 'sivil İslam’la 'devletçi İslam' karşı karşıya…
Tabii cici Müslümanlarla, haylaz Müslümanlar…
Muhammed Ekmeleddin İhsanlarla, Ekmel Bey’ler karşı karşıya…

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum