1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Belgeler açılsın, ama her katliamın tanığı konuşmasın!
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Belgeler açılsın, ama her katliamın tanığı konuşmasın!

05 Ocak 2010 Salı 19:54A+A-

Cumhuriyet tarihi boyunca Meclis’e gelen şikâyetleri dijital ortama aktarmak için harekete geçen TBMM Dilekçe Komisyonu, Zaman’da okuduğum kadarıyla vahim bir sonuçla karşılaşmış: 12 Eylül darbesiyle birlikte, o vakte dek binlerce evraktan oluşan tüm dilekçeler yok edilmiş.

Komisyon Başkanı, söz konusu dilekçelerin Cumhuriyet tarihinin en objektif kaynakları olduğunu belirtiyor. Ve “askerî yönetimin hangi gerekçeyle bunları imha ettiğini anlayamadık” diyor. Bu durumu, uzun yıllardır Meclis’te çalışan bazı bürokratlardan da teyit ettirmişler.

Dersim katliamı ve sonrasındaki olaylarla ilgili Meclis’e binlerce talep ve şikâyet dilekçesi gelmiş sözgelimi. Dilekçelerin numaraları ve konu başlıkları defterlerde yer alıyor, ancak orijinal belgeleri yok edilmiş.

İmha edilen dilekçelerin içerdiği diğer bazı konular da şöyle: Cumhuriyet’in ilk yıllarında hayata geçirilen bazı devrimlerden doğan mağduriyetler, tek parti döneminde yaşanan sıkıntılar, 6-7 Eylül’de azınlıklara karşı yaşanan, 1960 darbesi ve sonrasında yaşanan mağduriyetler, 12 Mart 1971 muhtırası, 1980 darbesi önce yaşanan sokak olayları, Maraş katliamı, Çorum katliamı...

Türkiye’nin gayrı resmî tarihini barındıran bellek yalnızca hukukta zaman aşımına uğramış değil, aynı zamanda Meclis’in tarihinden de silinmiş demek ki. Meclis’teki karar ve kayıt defterlerinde, dilekçelerin numaraları ve konu başlıkları ise kalmış. Bunun yorumunu bir komplo uzmanına bırakalım.

Beni ilgilendiren başka. Devletin arşivlerinde yakın tarihimize dayanan ‘zulüm belgeleri’ silindi diye bugün hakkıyla eleştiri yapan muhafazakâr gazeteler ve kimi kalemler, söz bu zulümlerden bazılarına maruz kalanların canlı tanıklığına geldiğinde vicdani değil siyasi refleks veriyor ve kimi zaman rezervli davranışlar sergiliyorlar.


Aralarında
bazı muhafazakâr yazarların da bulunduğu kimileri, Alevi-Sünni çatışması çıkarmak isteyen provokatörlerden başka komşularını katleden kimsenin olmadığına inanmak istiyorlar. Ecdadımızın katliam yapmama ayrıcalığı olduğuna da ant içiyorlar.

Sanki göçler, mübadeleler, tehcirler, iskân politikaları asırlarca bu topraklarda yaşayan insanları iç içe geçirmemiş, kaynaştırmamış ve her birimizin yedi sülalesi ve ecdadı ezelden beri belliymiş gibi.

(Ve yine sanki insanoğlunun kan dökücülüğü ta Adem’in yaratılmasında melekler tarafından telaffuz edilmemiş gibi! Kan dökmenin önüne insanın iradesini, aklını, vicdanını veya imanını koymadığınızda, kan dökmemek için bir gerekçe kalmıyor maalesef. Bu da atalarımızın genel tutumuyla değil, her insanın kendi ‘yolculuğu’yla ilgili.)

Maraşlarda, Çorumlarda yaşanan katliamların provokasyon olduğu (bütün resmî arşivlerden silinse de) bugün biliniyor. Ancak maalesef birilerinin de her seferinde bu provokasyonlara geldiği ortada. Kan dökenler sadece provokatörlerden ibaret olmuyor maalesef.


Muhafazakâr
kalemlere ‘eski yaraları deşmeyin, yangına körükle gidip ayrışmaları derinleştirmeyin’ demekten başka bir şey kalmıyor olması bu noktada ‘hakkaniyet’ için yeterli mi?

İş Cumhuriyet tarihinde yapılan haksızlıklara ve zulme ‘siyaseten’ karşı çıkmaya geldiğinde, bu eleştirileri hakkıyla yapmaktan kaçınmıyorlar. Ama Madımak’ın müze olmasına karşı çıkarken, suçluların halen adalete teslim edilememiş ve gerektiği gibi yargılanmamış olmasının bugünümüzü kanatmaya devam ettiğini görmüyorlar.

Necip Fazıl’ın Dersim katliamına dair yazdıklarını misal göstererek, hayatta kalan tanıklarını sayfalarına taşıyanlar, CHP ve Öymen’i kıyasıya eleştirenler, gayrı resmî tarihimizin bazı katliamlarının canlı tanıklarına söz geldiğinde ise halen rezervli davranıyorlar.

Bugün bile kimi yazar çizerlerin söylemiyle değil, bizzat benim tanık olduğum bazı din görevlilerinin imalarıyla da, Sünnilerin bilinçaltında Alevilerin inancına karşı yapılan eleştiriler düşmanlaştırma boyutuna varıyor.

Ve eleştiriler inanca yönelik olmaktan çıkıp çok kestirme bir yol izleyerek bizzat Alevilerin kendisine yöneliyor. Böylece nefret suçu işlemeye hazır hale gelenlerin bugün veya gelecekte bizleri çatıştırmayı planlayan provokatörlerin tuzağına düşmesi yine kolaylaşacak. Bir kez daha.

Bugüne dek Alevi nefretini de, Ermeni ve Kürt nefretini de aynı şekilde körükleyerek defalarca başarıya ulaşmadı mı provokatörler? Ve halen Edirne’de, Erzincan’da, Çanakkale’de, Balıkesir’de veya Hrant Dink’in katledilişinde başarıya ulaşmaya devam etmiyorlar mı?

TARAF

YAZIYA YORUM KAT