1. YAZARLAR

  2. Eser Karakaş

  3. Başka meclisler tartışması
Eser Karakaş

Eser Karakaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Başka meclisler tartışması

23 Aralık 2010 Perşembe 05:05A+A-

Hafta sonu Diyarbakır'da toplanan Demokratik Toplum Özerklik Çalıştayı ve bu çalıştayda ele alınan konular ilginç tartışmalara, suçlamalara neden oldu; oysa, Türkiye artık bu tür konuları tartışmaya alışmalı, tartışırken de tüm taraflar belirli ilkeleri göz önüne almalı.

Bu ilkelerin başında, en başında şiddet kavramının dışlanması, şiddete bir yöntem olarak gönderme yapmamak gelmeli; şiddete bir yöntem olarak gönderme yapmamanın hukuksal çerçevesini de zaten Anayasa'mızın 90. maddesinin son paragrafına göre iç hukukumuzun bir parçası, yasaların da üzerinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı çok net çizmektedir. Tüm kesimler bu konuları tartışırken, hatta karşılıklı suçlamalar getirirken AİHS'yi ve AİHM içtihadını referans alabilseler hem tartışmalar çok daha nitelikli, seviyeli bir hale gelecek, hem de belirli alanlarda çağdaş ilerlemeler sağlanabilecek; aksi durumda, son olayda gördüğümüz gibi tartışmalar (!) bir kayıkçı kavgasını andırmaya başlayabiliyor.

Şiddete bir yöntem olarak gönderme yapmamak temel ve vazgeçilmez ilke; ama bu ilkeyi savunurken, bunu içi boş, referanssız bir ilke olarak savunmak yerine AİHM içtihadına gönderme yaparak savunmak hem nitelik sıçramasına hem de büyük bir meşruiyet edinimine neden olabilecek.

Örneğin, AİHM'nin, o tarihte galiba Divan, 1995 tarihli, Fransa'ya karşı açılan bir davada verilen Piermont kararına gönderme yapmadan Çalıştay kararlarını tartışmak çok anlamlı olmayabilir; 1995 tarihli Piermont kararı bir gösteri sonrası Fransız Polinezyası'ndan sınır dışı edilen ve bir daha buraya girişi yasaklanan bir Alman milletvekiline ilişkin. Fransız Polinezyası Fransa'nın deniz aşırı bir toprağı, Fransa'nın Paris, Marsilya gibi toprağı ve burada Polinezyalılar bağımsızlık talebiyle barışçı, şiddete gönderme yapmayan bir gösteri düzenliyorlar ve bu gösteriye katılan bir Alman milletvekili de Fransız polisi tarafından sınırdışı ediliyor. Divan (şimdiki AİHM) kendisine başvuran Alman milletvekilini haklı görüyor ve kararında şiddete bir yöntem olarak gönderme yapmaksızın insanların ülkelerinin topraklarının bir bölümünün ayrılması talebini dile getirebileceğini, bu talebin Sözleşme'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesiyle uyum içinde olduğunu belirtiyor; burada ana ilke ifade özgürlüğü ve şiddete başvuru yapmama koşulu. Bu karara T.C. Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün sitesinden bile ulaşabiliyorsunuz, yani devletimiz Piermont kararını Avrupa'da Düşünce Özgürlüğü başlığı altında kendi sitesinden duyuruyor ama daha sonra, üstelik bu karar Anayasa'mızın 90. maddesine göre iç hukukumuzun bir parçası olmasına rağmen, aynı devletin başka organları bu kararın özüne aykırı davranabiliyorlar, bu karar hiç yokmuş gibi yorumlarda, suçlamalarda bulunabiliyorlar.

Çalıştay'da ele alınan konulardan, basından izleyebildiğim kadarıyla, en fazla tartışılanı yerel meclisler kurulması konusu oldu; bu konunun da, siyasî düzeyi çok aşağılara çekmeden, çok daha ciddi tartışılması gerekiyor.

Bu konunun detaylarına girmeden tartışmanın taraflarına iki naçiz önerim olabilir; bunlardan birincisi devlet adına yapılan konuşmalarda, Çalıştay'da ele alınan konular eleştirilirken, AİHS ve AİHM içtihadına uygun davranılması meselesi. Aksi takdirde Anayasa'mızın 90. maddesinin amir hükmünü ciddiye almamış olabiliyorlar ki, bu durum devlet adına pozisyon alanlar için kabul edilebilecek bir durum pek değil. Çalıştay sözcülerine de naçiz önerim, şiddete bir yöntem olarak gönderme yapmamak zaten veri kabul edilecek, Türkiye'nin temel hukuk belgelerine gönderme yapmaları, bu belgelerde somut değişiklikler talep etmeleri. Bu durumun en somut örneğini, meclisler bazında, aşağıda vereceğim ama Çalıştay sözcüleri çok radikal gibi durabilen önerilerini formüle ederken Türkiye'nin temel hukuk metinlerinde, mesela Anayasa'da değişiklik talepleriyle beraber gündeme getirirler ise, bu tutum çok etkin bir güven artırıcı önleme dönüşebilir.

GELELİM ÖZERKLİK VE MECLİSLER KONUSUNA...

1982 Anayasası'nın 7. maddesi yasama yetkisi başlığını taşıyor, Anayasa'nın muhtemelen en kısa maddesi ve aynen şöyle: Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez.

Türkiye'nin demokratikleşmesi, daha etkin bir idari yapıya kavuşması, adem-i merkeziyetçiliğin kimi nimetlerinden yararlanabilmek için bu maddenin önümüzdeki dönemde gözden geçirilmesinde büyük fayda vardır. Bu maddenin neden gözden geçirilmesinin gerektiğine ilişkin somut da bir örnek sunmak istiyorum. Anayasa'mızın 73. maddesi birincil olarak verginin yasallığı ilkesini düzenlemektedir; verginin yasallığı ilkesi demek tüm vergilerin kanunla yani TBMM tarafından konması ve kaldırılabilmesi anlamına gelmektedir. Vergiler, finanse ettiği kamu hizmetinin niteliğine göre ulusal ve yerel vergiler olmak üzere ayrıştırılabilir; ulusal denebilecek vergilerin yani mesela diplomasiyi, savunmayı finanse edecek vergilerin TBMM tarafından konulması çok doğal ve işin normalidir ama yerel vergilerin matrah ve oranlarının TBMM tarafından belirlenmesi, bırakın doğal ve normal olmayı, beraberinde bir dizi etkinlik sorunu da taşıyan bir konudur. Yerel vergilerin yerel seçilmiş otoritelerce salınması her açıdan çok daha verimli ve demokratiktir ama Anayasa'mızın 7. maddesi bu duruma engeldir ve bu durum mutlaka düzeltilmeyi beklemektedir. Örnekten de anlaşılabileceği gibi 7. maddede ifadesini bulan TBMM'nin yasama tekelinin bazı alanlarda dışına çıkılmasının ülke bütünlüğü gibi bir konuyla alakası falan yoktur, aksine sistemin daha etkin ve demokratik işlemesinin muhtemelen ön koşuludur. Önemli olan bu konuların, yani yerel seçilmişlerin belirli konularda yasama yetkisi ile donatılması konusunun, meclisler konusunun ülkenin daha etkin bir idari yapıya, daha demokratik bir yönetime ulaşmasının şartı olarak bilinmesiyle beraber tartışılmasıdır. Devlet adına, müessses nizam adına konuşanlar meselelere çok daha geniş bir açıdan, evrensel hukuk normları açısından bakabilmeyi mutlaka birinci gündem maddesi haline getirmelidirler; Çalıştay sözcüleri ise, Anayasa'nın 7. maddesi örneğinde olduğu gibi, radikal dahi gözükse taleplerini temel devlet belgeleri üzerinden, bu belgelerde yapılmasını talep ettikleri değişiklikler üzerinden getirmeleri çok önemlidir. Yerel meclisler meselesini Anayasa'nın 7. maddesinde bir tadilat biçiminde sunmak, ya da yeni yapılacak Anayasa'da yeni bir düzenleyici madde önermek başkadır, Türkiye'nin metinlerine gönderme yapmadan konuşmak ise bambaşkadır.

Şiddete referans yapmazsanız konuşulmayacak konu yoktur; bu konuları tartışırken de Avrupa belgelerine, AİHM içtihadına yaslanmak çok daha inandırıcı ve sağlam olacaktır. Gelinen noktada ise hem müesses nizam savunucularının hem de Çalıştay sözcülerinin evrensel (AİHS, AİHM içtihadı, BM sözleşmeleri) hukuk normlarını temel referans olarak aldıklarına ilişkin güçlü kanıtlar görünmemektedir; bu eksiklik ise tartışmaları sevimsiz yerlere çekme potansiyelini bünyesinde taşımaktadır. [email protected]

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT