1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Ayşe, ‘Susun’ diyor...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ayşe, ‘Susun’ diyor...

20 Temmuz 2009 Pazartesi 11:00A+A-

Arkadaşımız Ayşe Böhürler’in “kızmaca yok” diye bitirdiği yerden başlarsak... “Alt tarafı dünyalık bir parti olan AK Parti” ile, başörtülü kızların evde kalması hadisesini elbette birbirine karıştırmamak gerekiyor. Gerekmesine de...
Bahsi geçen mevzuların adı üzerinde: “Müslümanlar”ın güncelinde olduğu gerçeği, “iş başka aşk başka” şeklindeki seküler ve profesyonel bölünmeyi önlüyor zihinlerimizde... Bizi de ister istemez “iman ve aşk” gibi ince konuları konuşurken bile, “reel politik” ile “din” arasına gerilmiş ateşten ipin üzerinde yürütüyor... Apolitik olan ne kalmıştır elimizde? Reelpolitikanın izdüşümü olmayan hangi mesele var?
Bununla birlikte, biz hepimiz, biraz kederli ve biraz mutsuzuz bu konular açıldığında... En güçlü, başarılı, paralı olanlarımız bile, hiç olmazsa rüyalarında eski günlerimizin birer vicdan yüküne dönmüş hatıralarıyla, gizli gizli, kısa kısa iç geçiririz böyle zamanlarda...
Şair arkadaşım İsmail Kılıçarslan’ın başörtülü kızların artık kendi mahallerinde bile yüke dönüşmüş, işaretlenmiş hallerini konu alan yazısını, politik-güçsel kazanımlarımızla paralel bir şekilde eleştiriye açması, hakikaten Ayşe’nin dediği gibi, konuları karıştırmak mı oluyor?
Konuları karıştırmak...
Neden olmasın?
Politik eleştiri dediğimiz şey ile hayat arasında, ölümcül geçilmez sedler olduğunu kim iddia edebilir ki? Kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğü dış fiziksel muayenede hemen gözlemlenecek bir bulgu da olsa, aynı kızın üç boşluğunu birden daha açmak, otopsinin ilk kuralı değil midir? Sadece kafatası değil, göğsünden ve mesanesinden de açılarak incelenmesi gerekir aynı kızın ki, onun dilsizleştirilmiş hikayesine, hiç olmazsa vicdanlarımızı rahatlatacak zamanı kazanalım... İsmail de bunu yapıyor yazısında, kızın susturulmuş hikayesini aydınlatmaya çalışıyor, usta neşter darbeleriyle... Tabii, asap bozucu bir iştir bu. Oysa Ayşe Böhürler’in “meseleleri karıştırmayalım” önerisi üzerinden gitsek mesela, bir an evvel dosyayı kapayıp, “cold case” edip rafa kaldırmak belki de en sinir bozucu olmayan şeklidir işin... Suya sabuna dokunmadan temizlik. Ama söz konusu insan olunca, varolabilmeye dair zor ve derin problematiğin çözümü, azami özen istiyor elbette...
Yukarıda bilinçli olarak, özeleştiriyi bir nevi otopsiye benzeterek, bunun tahammülü zor bir iş olduğuna dikkat çekmek istedim. Arakesitte yer aldığımız içindir sanırım, yani hasbelkader söz söyleme yetkisini elinde bulunduranlar olarak, hiç birimiz tam anlamıyla tarafsız değiliz. Yani eleştiriyi gündeme taşıyan İsmail Kılıçarslan ve Ahmet Hakan da, eleştiriyi hükümet adına göğüslemeye çalışan Ayşe Böhürler de, hatta İsmail’inkinin benzeri yüzlerce yazısını okuduğunuz bendeniz de... Ne kadar azadeyiz eleştirdiğimiz veya savunduğumuz reel politik ilişkilerden... Bu sorunlu bir konudur... Çünkü neticede aynı kuşak yazarlar, gazeteciler olarak, eleştirsek de beğensek de, aynı politik zeminde doğmuş, büyümüş, boy atmış kalemleriz... Bugün örtülü kızlarını beğenmediğimiz annelerin, bileklerinden sıyırıp toparlanan bilezik, yüzük gibi sarrafiyelerle kurulmadı mı Ahmet Hakan’ı da Ayşe Böhürler’i de meşhur birer basın-yayıncı yapan televizyonumuz? Sevgili arkadaşım İsmail de ben de, muhafazakar kesimin “Allah rızası” için satın almayı kendine görev bildiği üç gazetesinde yazan tüm diğer arkadaşlarımız da, televizyoncularımız da... Aynı umut dolu, cefakar kesimin desteği, şöyle veya böyle sağladığı şartlar ve duası olmadan bugünlere gelebilir miydik?
Peki her şey birbirine bu kadar ince tellerle bağlıyken, muhalefet nereden çıkacak?
“Bunlarla konunun ne alakası var” demesin kimse... “Alt tarafı dünyalık bir iş” dediğimiz siyaset, hayatın o güçlü orkestrasyonunu kurucu hatta yönlendirici bir güç olduğunda işte muhalefet dediğimiz şey, dünyanın yapılması en zor işine dönüşüyor. Hele politik kimliği ile gazeteci kimliği bir arada yürüyen arkadaşlarımız için, bu iş daha da problemlidir... Ayşe’nin giderek sertleştiğini düşündüğüm susturuculuk gücü de buradan doğuyor. Çünkü arakesitten yükselen bu ses, hem reel politikanın nema bölüşümü ve kariyer belirleme gücünü haiz, hem de ortaya koyacağı destek içerikli medya imkanıyla politik performansını perçinliyor... Bu da bizi, kendini daha fazla güçlendirmiş yeni suskunluk koridorlarına gönderiyor. Ayşe “Susun” diyorsa, bir bildiği vardır diyor insan... Tam bir arakesit sansürü.
İsmail Kılıçarslan’ın kendi içimize yönelik açmaya çalıştığı tartışma masası, yer aldığı merkez medyada, kasaba kurnazı bir kurguyla “haşema” sakilliğine zamansal olarak bitiştirildiğinde, başka bir arakesit sansürüne daha uğruyoruz.
Söz boğuluyor böylece. Muhalefetin rengi sararıyor...
Örtüsü ikbal konusunda sosyal yüke dönüşmüş başörtülü kızlar, tek derdi Serdar Ortaç çalarken göbek atmak olduğu anlatılan kızların gölgesinde kim vurduya gidiyor...
‘Ne halleri varsa görsünler’e çıkıyor işin sonucu.
Ne halimiz varsa görüyoruz biz de zaten...
Ayşe, meseleyi karıştırmayın dese de... Başörtüsünü kendimiz için, rahatsızlık verici bir sorun haline getiren süreç, elbette bizim artan politik gücümüz ve maddi zenginlik anlayışımızla ilgilidir... Mütedeyyin kesimin kazandığı siyasal başarılar ve ekonomik güç, aynı kesimin bir zamanlar yaslandığı muhalif duruşunu bastırmış hatta susturmuştur. Sokaktayım. Ve kaç kişi kaldığımızı biliyorum ben...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum