1. YAZARLAR

  2. Yıldız Ramazanoğlu

  3. Ana'ya söyle hiçbir şeyin sonu değil
Yıldız Ramazanoğlu

Yıldız Ramazanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Ana'ya söyle hiçbir şeyin sonu değil

15 Aralık 2009 Salı 01:32A+A-

Bu yıl 46.sı gerçekleşen Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "en iyi belgesel film" ödülünü 5 Nolu Cezaevi adlı eser kazandı. Filmin yönetmeni Çayan Demirel, 38 adlı Dersim katliamı belgeselinin de yönetmeni.

Altın Portakal ödülünü, 28 Eylül'de Diyarbakır Lice'de koyunlarını otlatırken havan topu atışıyla 14 yaşında öldürülen Ceylan Önkol'a adamış. 5 Nolu Cezaevi özel gösterimlerde, film festivallerinde yakalanarak muhakkak izlenmeli.

Filmin sonuna kadar dayanmak hiç kolay değil. Bu ülkede hepimiz hayattayken, ama hiç haberimiz olmadan, gözlerden kaçırılarak, dünyanın nefretle kınadığı Irak'taki Ebu Gureyb'leri aratacak bir Diyarbakır Cezaevi felaketi yaşanmış. Tanıklardan hayatta kalanlar aramızda dolaşıyor. Onların bu travmayla yaşamlarını sürdüren ailelerinden, dostlarından oluşan milyonlarca insan dayanılmaz gerçekle baş etmeye çalışıyor hâlâ.

DTP'nin kapatılması kararı tesadüfen filmin İstiklal Caddesi Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'ndeki gösteriminden birkaç gün sonra açıklandı. Bu cezaevinin anlatılamaz, dile gelemez tezgâhlarından geçen Ahmet Türk, kararın açıklanmasından çok kısa bir süre sonra kameraların karşısına geçti ve ılımlı ses tonuyla halkların kucaklaşmasından, demokrasinin ve barışın üstün geleceğinden, bu konuda bir endişesi olmadığından söz edebildi. Böyle bir siyasetçinin varlığı ülke için bir imkân iken yasaklı şimdi. Ona göre 37 kişinin yasaklanmış olması, barışçıl siyasetin demokrasi mücadelesinin biteceği anlamına gelmiyordu gerçi.

Bir Hafta Beklemiş Olsalar...

Yasaklanan kişilerin neredeyse tamamının, özenle barış ve parlamenter mücadele yanlısı ılımlı insanlardan seçilmesi çok dikkat çekici. Akın Birdal da barış içinde bir arada yaşanacak günlerin yakın olduğunu, bunu engellemeye hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini, partilerin kapatılması gibi olayların sadece geciktirici etkisi olacağını söyledi. Hep acıların içinden gelen, bu ülkeyi gerçekten seven, süzülmüş insanlar...

DTP'nin hataları vardı elbet, kan kusan örgütü tartışmaya açamıyor, PKK'nın bu hayırlı açılıma soğuk durmasının sebepleriyle yüzleşemiyordu. Fakat partiyi kapatan sistem de hiçbir şekilde masum değildi. AKP de sıyrılamazdı bu işten. Ağırdan aldılar maalesef ve kararlı, tutarlı olmaları gereken zamanlarda, açılımın içini doldurmakta zorlanan bir fotoğraf verdiler. Partilerin kapatılmasını zorlaştıran hukukî düzenlemeleri bile gerçekleştiremediler yıllardır. Haşim Kılıç, AKP'nin kapatma davasının kararını açıklarken de, şimdi de, hem de satır aralarında değil, açıkça haykırarak "bizi bu sonuçlara zorlamamak için gereğini yapın" dediği halde hiçbir hareket yok.

Açılımın başladığı yer, dağa çıkan insanları tetikleyen ilk hissiyat anlaşılamadan sadece şiddetle çözümün mümkün olmadığının görüldüğü noktadır. Her şeyin masaya yatırılıp konuşulduğu bir ortam oluşturulması da çok kıymetli. Bölgede insanlık onurunu ayaklar altına alan uygulamaların, sistemli asimilasyon çabalarının gençleri dağa çıkardığını gören ve eşit yurttaşlar olma vaadinde bulunan AKP'ye desteği sonuna kadar sürdürmek zorundayız. Cizre'deki faili meçhullerin, cinayetlerin müsebbibi olarak görülen insanların yargılanıyor olması bile mağdurların kimi temsilcileri tarafından mesafeyle karşılansa, yeterince desteklenmese de.

Tokat'ta yedi askerin öldürülmesi çok önemli bir çatlak yaratmak üzereydi. Üzüntülerini bildiren, onlar kardeşlerimiz diyen DTP milletvekilleri aracılığıyla yeni bir yapılanmaya kadar gidecek bir sürecin önü açılacaktı belli ki. İlk kez yüksek sesle yanlışlıklar dillendirilecek ve karşılıklı kör ve kan davasına dönüşen şiddetle yüzleşilecekti. Kapatma kararı bir hafta bile sonra açıklansa bir kırılma olacaktı. Buna fırsat vermek istemeyenlerin anti açılımıydı sanki on beş günden beri tırmandırılan gelişmeler. Birileri Kürt hareketinin içinden bütün ülke insanını gözetecek bir söylemin yükselmesine, farklı seslerin kendini ortaya koymasına izin vermiyor, şiddetle ve baskıyla onları yekpare bir yapı içinde tutmak istiyor.

Yorgunluk Lüksümüz Yok

Bejan Matur'un bir zamanlar dağa çıkan insanlarla Avrupa'da yaptığı görüşmelerden sözlerini aktardığı Ferhat'ın dediği gibi "kendinden vazgeçen insan tehlikeli insandır, o zaman insana sahip çıkacaksın ki kendinden vazgeçmesin". Orada Türklerle sağlıklı ve dostça ilişkiler kurmuş hatta aralarına Yunanlıları da alıp birlikte müzik yapmaya başlamışlar, milliyetin değil insan benliğinin önemli olduğunu ne yazık ki Türkiye'den çıkınca kavramış. Sadece düşüncelerin insanı anlatmaya yetmeyeceğini duyguların değerini de. Bir gün memleketine gidip çocukluk arkadaşlarını bulacağını, çocuk gibi ağlamak istediğini söylemiş.

2007'de asker anneleri, babaları ve eşleriyle söyleşiler yapan gazeteci Şadıman Şenbalkan, Şehit Analarımızın Çığlıkları kitabını yayınlamıştı. İşte burada resmi söylemlerin dışına taşan insani durumları, o kalplere gömülen hissiyatı görmemek mümkün değil.

Bu günlerde okuduğum çok değerli bir sözlü tarih çalışması da Orhan Miroğlu'na ait. Her Şey Bitti Ana'ya Söyleyin adlı çalışmasında kadınlarla yaptığı derinlemesine görüşmelerle, onlar üzerinden bölgede yaşananlara dair büyük bir kazı çalışmasına imza atmış. Bu kitapları askerler, bürokratlar, siviller herkes okusa keşke.

Şiddetin sınır tanımaz ölçüsü, yaşanan akıl almaz trajedi ortada. İhtiyaç duyulan tek şey, anlama, dokunma, sağaltma ve şefkat zinciri kurmak. Çözüme bu kadar yakın olduğumuz bir anda her şeyin mahvolmasına seyirci kalınamaz. Hiç duraksamadan, şiddete teslim olmadan, hayatı seçip yola devam etmek zorundayız. DTP'nin Parlamento'dan kopması bizi çok geriye savuracaktır. Ölüme karşı, ölüm isteyenlerin çocukları da dahil herkes için hayatı ve kardeşliği diliyorsak umutsuzluğa kapılma, yılgınlık ve yorgunluk gösterme lüksümüz hiç yok.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT