Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

Akreditasyon

16 Şubat 2009 Pazartesi 11:36A+A-

Radikal gazetesi de sonunda Genelkurmay’ın hışmından payını aldı ve akreditasyonunu kaybetti.
Bu akreditasyon kelimesiyle olan ilişkimiz bana hep sivilizasyon kelimesiyle olan ilişkimizin gerginliğini hatırlatır. Muhteşem Haldun Taner’in “burnunu karıştır/ ama zerafetlen, istil ilen, nezaketlen” diye hicvettiği sivilizasyonla kimi büyüklerimizin üstümüzdeki akreditasyon hakkı üstüne bir koşutluk vehmettiğimden değil.
Kanımca benim bildiğim 10 yıldır kamuoyunun dağarcığına sızmış bu kelimenin anlamından başlamakta yarar var. Akreditasyon itimatname demek. Bir kuruma ya da bir kişiye yönelik onun güvenilirliğini, itibarını kabul edip onu bir yetkiyle memur etmek.
Yani Genelkurmay, Radikal gazetesini de zamanında Gündem, Yeni Şafak ve diğer bazı gazetelere yaptığı gibi itibarsız, güvenilmez ilan etmiş oluyor. Pek güzel.
Bu konuda Genelkurmay’a sormamız gereken birkaç şey var elbet.
Daha geçen gün Kasımpaşa oratoryosundan Başbakan’a Davos çıkışı üstüne uyarıda bulunmuştuk: “Davos denen imparatorluk sofrasında ciddi bir tatsızlık çıkarabilmek, katilin yüzüne katilsin diye bağırabilmek kanımca kayıtsız şartsız muhteşem bir eylemdir.
Lakin, gece yarıları havaalanına koşan nümayişçi kitleler yer yutarsa da eloğlu kolay kolay yiyip yutmaz. Dün Davos’takiler, buradaki monşerlerimiz gibi bu işlerin raconunu senden
benden iyi bildikleri için ellerini bellerine dayayıp, ama sen de kendine bir bak dememiş olabilirler.
Yine de bir devletin en yüksek erki olarak muadillerinin suratına katil diye haykırıyorsan, senin suratına da aynı şekilde bağrılabileceğini hesaba katman gerek.”
Nitekim bir İsrail generali, duramadı patladı.
Genelkurmay da bir kamu kuruluşu olarak elinde ne udüğü belirsiz bir cetvel ile onu bunu akredite ederken kimi şeyleri hesaba katmak zorunda.
Yakın tarihinde bunca darbe, darbe girişimi olan, JİTEM’in marifetlerini üstlenmediği gibi varlığını inkârdan vazgeçmemiş, yakın zamanda gündeme getirdiğimiz Güçlükonak ve daha nice katliamın aydınlatılmaması için canını dişine takmış, katliamcı olduğu için hüküm giymiş müteveffa komutanlarının adını Jandarma Sınır Tugayları’na veren, bu halka hiçbir zaman malumat vermeyip hep talimat veren bir kurum olarak bir gün bu milletin de kendi akreditasyonunu iptal edebileceğinden şuncacık kaygı duymaz mı?
Biliyoruz, duymaz. Bunu soranları da hırpalamaya devam eder.
Bu güzel memlekette kendisine tutulacak bir kapı verilmiş olan her kimse, içindeki zorba sultan devreye giriverir. Genelkurmay, Radikal muhabirlerini kapımdan içeriye sokmam, onun yüzüne bakmam, yakınıma yaklaştırmam, ona hiçbir bilgi vermem, diyor.
Ama askeri böyle, sivili farklı mı?
Bir sabahın köründe apansız yanı başımızda zuhur ediveren Akif Beki’yi, unutmuşluğumuzdan değil ya, Milliyet dün fevkalâde bir yorumla hatırlatıverdi.
Kendisini Başbakanlık sözcüsü olarak bilirdik. Tabii bir de yüce yazar. Okumamışlar olabilir diye alıntılamadan geçemeyeceğim. Başeseri ‘Erdoğan’ın Harfleri’ yapıtının ‘Beklenen Kurtarıcı’ bölümünden bir parça: “ Göklerden beklenen kurtarıcı insanların
arasından zuhur etti. (Gazetemizde kendi zuhur edişini anlatıyor neredeyse) Göksel değil, dünyevi bir kurtarıcı, bir siyasi lider olarak, mucizelerle gönderilen göksel bir varlık yerine oylarla sandıktan çıkartılan bir kurtarıcı....” Beki’nin göz kamaştırıcı edebiyatçılığından söz etmemiştik, değil mi?
Beki, bu şaheseri basıldıktan bir süre sonra haşmetli tarafından ödüllendirilerek 2005’te basından sorumlu Başbakanlık Başdanışmanlığı’na getirildi.
İlk uygulaması neydi dersiniz? Başbakan’ın yurtdışı gezilerinde ANA uçağında uygulanan akreditasyon kriterlerini değiştirmek. Başbakan’ı rahatsız edeceğine inanan gazetecilere uçağın kapısını kapadı. Vakit’i Başbakan’ın yanıbaşından eksik etmedi.
Milliyet’ten alıyorum: “Genel bir politika olarak Başbakanlık muhabirleriyle fazla muhatap olmamayı tercih etti, daha çok genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcileri ile diyalog kurdu. Başbakanlık muhabirleri, genelde Beki’nin kendilerine karşı sert bir üslup kullanmasından şikâyetçi oldular.”
Beki, ‘göksel varlık yerine’ çıkan ‘sandık varlığı’ otomobilden baygın çıkarıldığında kendini
kariyerinin zirvesine oturtacak bir çıkış yapmıştı. Başbakan’ın fotografını çeken Milliyet foto muhabiri üstüne korumaları salıp fotograf makinesini almaları emrini vermişti. ‘Kurtarıcı insanlar arasından zuhur’ ediveren zorbalıktan da söz etmiştik ya.
Beki bununla da kalmadı. Başbakanlık’ta görev yapan 7 muhabirin akredetasyonlarını da iptal etti. Yalnız Türkiye basını değil dünya ayağa kalktı.
Görevinden ayrıldıktan sonra bile Başbakan onun için “O benim ciğerim” diyordu. Dünyevi sandık varlığının ciğeri Beki şimdi akreditasyonu iptal edilmiş bir gazetede köşe yazıyor.
Bugün pek yazası değilim. Size iki fotograf sunacağım. Akreditasyon mevzuu ile bir bağlantısı varsa onu da bir zahmet siz kuruverin.
Fotograf, Kulp’taki toplu mezarlıktan çıkan kemikleri gösteriyor. Sekiz kişinin kemikleri. Üçünün Jandarma tarafından kayıp edilen Bulut ailesine, ikisinin Orhan ailesine ait olduğu belirlendi. Üç cesedin kemikleri henüz adına kavuşamamış durumda sızlıyor hâlâ.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT