1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Ajitasyonun uçarılığı değil, aklın ağırlığı
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Ajitasyonun uçarılığı değil, aklın ağırlığı

02 Aralık 2009 Çarşamba 00:45A+A-

İzmir olayları önemli... Olanları hafife almak, bu yüzden gelişmelere seyirci kalmak doğru olmaz. Ne oldu, niçin oldu, bunları tutarlı bir şekilde okumak, önümüzdeki süreçte benzeri yanlışlıklara düşmememiz bakımından çok gerekli.

DTP konvoyu etrafında yaşanan şiddetin iki ayağı var: DTP'liler ve onların karşısında olanlar. Bazı iddialara göre DTP konvoyunda PKK bayrağı açıldığı için vatandaşlar bu "taşlı sopalı" tepkiyi gösterdiler. Gerçekten PKK bayrağı açıldı mı, bilmiyoruz, açılmış da olabilir, yine de buna sivil vatandaşın tepki vermesi uygun değildir. Bu ülkede devlet vardır, güvenlik güçleri vardır, yasadışı, hukuka aykırı, toplumsal problemler yaratacak bir durum meydana geldiğinde onlar gerekeni yapabilecek güce sahiptirler. Zaten güvenlik güçlerinin varlık sebebi budur. Partileri gösteriden men etmek, ya da siyasi faaliyetlerini engellemek ancak yasa ile olur. DTP hakkında insanların kanaati ne olursa olsun kendilerini mahkemenin ve güvenlik güçlerinin yerine koyamazlar. Böyle konularda "görev üstlenme" başladığında, herkes kendisine keyfi görevler çıkartabilir. Bizi bir toplum yapan tüm anlaşmazlıkları çözmemiz değildir, bu mümkün de değildir, anlaşmazlıkları nasıl çözeceğimiz konusunda oluşturduğumuz kurumlara duyduğumuz güvendir. Hukuk, güvenlik güçleri ortak vicdanın görevlileridir. Fakat onların yerine sivil vatandaş işin içine girdiğinde görüntü sevimsizleşir, politik güç gösterisine dönüşür. Ondan sonra da kim kimden daha güçlü tartışması başlar. Nitekim hemen olayların ardından Ahmet Türk'ün, siyasi müktesebatı ve temsil ettiği siyasi rol ile çok da uyuşmayan beyanı bunun üzerine gelmiştir. Kendileri adeta İzmir'in karşısına Diyarbakır'ı çıkartmış, "mukabele" duygusunu beslemiştir. Bu beyan, çok genç havasındadır, "delikanlı" kültürüne denk düşmektedir. Anlaşılıyor ki kimliğe ilişkin tartışmalar, gerilimler işin içine girdiğinde herkes delikanlı olmaktadır. Ancak hem delikanlı olmak hem de bilge olmak mümkündür. Hepimiz için İzmir neyse Diyarbakır da odur. Sınır çizmeler önce kafalarda başlar, sonra da ele kalem alınmaya çalışılır.

DTP'NİN İKİ RUH HALİ

Türk'ün daha bir süre önce Meclis'te yaptığı o olumlu, çok farklı çevrelerden takdir toplayan konuşması hatırlandığında, bu ateşli yoruma anlam getirmek güçtür. Türk, Meclis'te yaptığı o konuşmada kimsenin Türkçe ile, devletin yapısı ile, sınır ile bir probleminin olmadığını söylemiş, Türkçeyi bir üst dil olarak ifade etmişti. Bunlar çok önemlidir. AK Partili bir sözcünün ağzında "alışılageldik" karşılanacak sözler DTP'lilerin ağzından çıktığında kesinlikle barışa katkı sağlayacak derin anlamlara bürünmektedir. Bir barış iklimi sağlamak böyle olur. Herkes kendi diline gömülürse buradan barış çıkmaz, aksine bir ölçüde dilleri mübadele etmek gerekir. AK Parti'nin bu doğrultuda birçok açıklamaları olmuştur. Türkiye'nin bildik bağlamında zor telaffuz edilir sözleri söylemişlerdir. Karşılıklı, adım adım, sembolleri, jestleri, sözleri mübadele ede ede bu yolda yürünecektir.

Türk'ün İzmir/Diyarbakır karşıtlığı kuran sözleri, aslında DTP'deki birbirine karşıt iki ruh haline işaret etmektedir. Birincisi, barışa eğilim gösteren, bu yüzden de kucaklayıcı olmaya çalışan tavır; ikincisi ise, kendi kamusuna gömülen, safları sıkılaştırmaya yönelik tavır. Yere, zamana, duruma göre bunlardan birisi öne çıkmakta/çıkartılmaktadır. Muhtemelen fazla barışçı olunduğunda safların dağılacağından, sürecin bir sıklet merkezi olma vasıflarını bir ölçüde kaybedeceklerinden korkmaktadırlar. Bir başka sebep ise, barışın tesisi halinde bugünkü siyasi aktörlerin "bildik dilleri ve yaklaşımları ile" tasfiye olacakları endişesidir. Malum, yeni şartlar yeni aktörleri çağırır.

Öte yandan gerek Habur'daki gerekse İzmir'deki olaylar, DTP'lilerin demokratik açılım sürecinde yeteri kadar olumlu rol alamadıklarını ortaya koymuştur. Bu tür süreçlerde "gaz ve fren" siyaseti düşünülebilir. Hem bir fail olarak tarafının azami taleplerini temsil edeceksin, hem de içinde yer aldığın toplumsal iklimi sana da zararı dokunabilecek şekilde torpillemeyeceksin. DTP'nin barış yolunda yürüyebilmesi için kendi dışına açılması, "başkalarıyla" ilişki kurması, "cemaat içi dilin" dışına çıkması gerekir. Yer yer bu yapılıyor, yer yer de yıkılıyor.

Burada bir hususu daha dile getirmekte fayda vardır. Bazı çocuk/genç sınıfındaki kişilerin molotofkokteylli eylemleri, otobüs yakmaları, şiddet gösterileri halkta haklı olarak büyük öfke doğurmaktadır. O eylemcilerle DTP sembollerini özdeşleştirme konusunda çok da zorluk çekilmemektedir. Elbette bir parti olarak DTP'nin bu olaylarla organik bir bağı yoktur, ancak cevabı aranan husus, manevi bağdır. DTP bu tür eylemlerle kendi arasına kesin bir mesafe koymalı, bunu halka anlatmalı, bu tür sınırlar koyan yaklaşımıyla kendi siyasi rolünü güçlendirmelidir.

İzmir olayları sürecinde MHP'nin ve genel başkan Bahçeli'nin tavrı sorumlu ve yapıcı olmuştur. Yapılan açıklamalarda "sokakta taraf olmak" partililere yasaklanmıştır. MHP'nin bu yaklaşımı sadece bugünü değerlendirmenin ürünü değildir, bu ülkenin geçmiş tecrübelerinin bir toplamıdır. Seksen öncesi şartlarında milliyetçiler sokaklarda olmuşlardı, devletle kendilerini özdeşleştirmişlerdi. Bundan herkes zararlı çıktı. Devlet yok zannedilirken devletin var olduğu anlaşıldı. Siyasi akıl ile hukuki aklın farklı olduğu, bu mesafenin korunmasının toplum adına ne kadar önemli olduğu görüldü. O mesafe bugün de korunmalıdır. Bazı çevreler diyebilirler ki, etnik milliyetçilik yapanlar bu kadar pervasız bir şekilde davranırlarken onlara cevap verilmeyecek mi? Elbette verilebilir, elbette mukabil eylemler mümkündür. Ancak bunun şekli bütünüyle demokratik olmalı, karşılaşmadan, çatışmadan, gerilimden kaçınılmalıdır.

SİYASETÇİYE DÜŞEN GÖREV

Bu ülkenin başka şehirlerinde yaşayanlar İzmir'deki olayları en açık, en şeffaf şekilde anladıklarını düşünerek buradan kendilerine bir özdeşleşme ve dayanışma rolü çıkartırlarsa bu çok yanlış olur. Kitle iletişim araçları bazen "hakikati" anlattıkları iddiasıyla, "tüm hakikati bilme" yanılsamasına katkı sağlarlar. İzmir'de aynı olayın şahitleri bile "ne olduğu" konusunda farklı düşünebilirler. İhtiyacımız olan, İzmir'den ajitasyonun "uçarılığını" değil aklın ağırlığını çıkartmaktır. "Siz görürsünüz," türünden bir tavra değil "yanlış olan neydi?" sorgulamasına ihtiyaç vardır. Ortada bu sevimsiz görüntüler olduğuna göre yanlışlık mutlak vardı ve bunda herkese de bir pay düşüyordu. İşte insanlar, çevreler kendi paylarına düşen yanlışlık hakkında özeleştiri yapmalılar. Karşıdakini suçlama yerine özeleştiri her zaman daha yapıcıdır. Türk, "Siz de bizim mahallemize gelmez misiniz?" türünden bir söz yerine "buyurun gelin, biz de sizi sopa ile değil çiçekle karşılayalım," dese nasıl olurdu acaba? Türk, diyorum, çünkü bu tartışmada en belirgin siyasi figür o. Elinde sopa olan kimi İzmirlilerin ise siyasi temsili belirsiz, ortak bir siyasi temsilleri var mı, onu da bilmiyoruz. Unutmayalım ki siyasiler sadece kamularının hissiyatlarını ifade etmezler, aynı zamanda onlara mihmandarlık ederler. Özellikle gerilimli zamanlarda temsilin ateşli çağrısı yerine yol göstericiliği üstlenme hem halk için değerlidir hem de siyasi liderlikle bağlantılıdır. Zaten insanları lider yapan da bu değil midir?

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT